Her Şey Birdenbire Oldu

30.09.2025

Bu sonbaharın hikâyesi böyle başlamamıştı oysa ki…

Her şey birden bire oldu.” Orhan Veli böyle diyor ya, ben de öyle hissettim bu sonbahar. Babam bir gece ansızın hastaneye kaldırıldı. Sonra günler geçmek bilmez oldu. Dua, bekleyiş ve belirsizlik sardı her yerimizi. Tüm hücrelerimize acı yerleşti. Beyhude bir çaba ile direnmeye çalıştık acıya, ama nafile. Alışamadık bu sonbahara. Sonbahar renkleri geçici oldukları için bu kadar güzel demişlerdi bize.

02.10.2025

Yoğun bir trafiğin ortasında kalmış gibiyim. Trafik kilit. Hiçbir yere kıpırdayamıyorum. Dağılsın istiyorum ruhumdaki pusu. Öyle çok yara aldık ki üst üste, kabuk bağlamasını bile beceremedik. Saramadığımız yaralarımızı saklamaya çabaladık.

İtalyan Edebiyatının melankolik sesi Cesare Pavese “Yeryüzündeyiz ve yok bunun bir tedavisi.” derken, ne kadar acı bir gerçeği fark ettiğini anlıyoruz. Belki de en büyük şifa tedavinin olmadığını kabullenebilmekte gizli.

04.10.2025

İnsan en sıkıntılı anlarda ihtiyaç duyar Allah’a. Göğsü daralıp sıkışınca gider huzura. Rahat rahat gezip tozarken aklına gelmez. Ne zaman darda kalsa el açar Mevla’ya.

Bu aralar havam çok sisli. Zor zamanlardan geçiyorum. Çaresizlik içinde debelenip dururken, sisin dağılmasını umut ederek hayata tutunmaya çalışıyorum. Hayatın en zor dönemeçleri sağlıkla olan imtihanlardır. Bir kıymık parçası var sanki içimde. Nereye dönsem batıyor.

06.10.2025

Tertemiz olmakla övünürdü babam. Yaş aldıkça daha iyi anlıyordu hiç temizlenmemiş, hep kirli kalmış odaların ardında neyin saklandığını. Yaşayamadığı, ilgi görmediği çocukluğuydu o kapılar ardında saklanan.

Babam öyle saf biri ki, insanın kalbine bakıp kişiyi oradan okur. “Kalbin temizse, her işin rast gider.” derdi bana. Dünya ile barış içinde yürümeyi kalbinin saflığıyla öğrenmişti. Dedemden ve babamdan bana kalan en kıymetli miras saf ve iyi kalpli olmaktı. Kendi içlerinde savaş halinde değil, barış içindeydiler. Hayatın en ağır sınavları bile, saf bir kalbin rehberliğinde biraz olsun hafifleyebiliyordu. Ben hastane koridorlarda çaresizlikle beklerken, ellerimle serum askısını tutarken, onun o temiz kalbinden yayılan umudu hissediyordum.

Babama yazdıklarımı okuyorum, arada onu videoya alıyorum. Çok mutlu oluyor. “Hatıra hep bunlar, ben ölünce izlersiniz” diyor. Bilmiyor bu cümlenin canımı nasıl acıttığını.

Daha çok yazıyor, daha fazla video çekiyorum.

10.10.2025

Âlem uykuda. Bir ben bir de O baş başayız. Cümle âlem uyurken kalbini uyandırma, tefekkürle yanma, yakarışla arınma, secdeye kapanıp yüreğini arz etme, af dileyip sükuna erme vaktidir. Gecenin en sessiz yerinde, rahmetin en gürül gürül aktığı demde, kulun Rabbine boynunu büktüğü vakit, sözün susup, kalbin konuştuğu…

Arz-ı hal vaktidir bu…

12.10.2025

Koridorlar sessiz. Sadece makinelerin nabız gibi atan sesi var. Zamanın geçmek bilmediği,  hastane duvarlarının sabrı öğrettiği bir yerdeyim.

“Hakikatle yüzleşme anı” diye bir yer var hayatın bir diliminde. Bir gün gelir ve seni allak bullak eder. Birden gelen ani hastalıkla muvacehenin zirvesinde ne olduğunu anlamaya çalışırken seni mahkûm eder. Kaçacak bir yer kalmadığını haykırır yedi âlem işte o anda.

Hangi heybemde taşıyacağım bu yükü hiç bilmiyorum. Yine bilmediğim yerden sınandım ey Rabbim. İnsanın bilmediği bir yerden anlatması ne zormuş. Kaleme gitmiyor elim bu günlerde. Hastane odalarında veya koridorlarında tekerlekli bir direk üzerine takılı serum askısı tutuyorum ellerimle.

15.10.2025

Babam içeride, ameliyathanede. Ben dışarıdayım. Aynı duanın içinde olduğumuzu sadece ben biliyor olamam. O da hissediyor biliyorum. Siz acıya dokundunuz mu hiç? O dokunuştan sonra içinizde çiçek bahçeleri açmadı mı? Güller, yaseminler kokmadı mı?

Hastanenin camından dışarıya bakıyorum. Gökyüzü sisli. Tıpkı ruhum gibi.

16.10.2025

Hastane koridoru çok kalabalık. Her köşe de farklı bir hayat farklı bir acı gizli. Sara nöbeti geçiren kadının bedeni titrerken, kızı feryat ediyor. Biraz ötede genç bir erkek bayıldı. Bir anda etrafını insanlar sardı. Sonra bir mahkûm getirildi. Elleri kelepçeli. Gözleri özgürlüğe hasret. “Açın ellerimi” diye bağırıyordu.

Belki de o anda hepimiz bir şeylerin esiriydik. Kimimiz hastalığın, kimimiz bekleyişin, kimimiz korkunun…

Köşede yaşlı bir adam uyuyordu.  Ya da uyuyormuş gibi yapıyordu, kim bilir… Belki gidecek yeri yoktu. Belki sadece birinin “Amca üşüyor musun?” demesini bekliyordu. Yorgun yüzünde, kimsesizliğin izi vardı. Bir kapı açıldı. Üç dört kişi feryat ederek koştu içeriye. Anneleriymiş. Kalbi durmuş. Ben o an donup kaldım. Bir evlat ağlamaya başladığında gökyüzündeki bulutlar da ona eşlik edermiş. Ne zaman yağmur yağdığını görsem, kesin bir çocuk annesiz kaldı derim.

O acının ortasında, sabahın ilk ışıklarıyla, içimdeki sessizliği sabah ezanı sonlandırıyor. Kuşlar zikir halinde, onlara eşlik ediyorum. Huzura kabul edilmenin şükründeyim.

17.10.2025

Duygu geçişlerimiz öyle hızlı ki, derinlerde bir yerde boğuluyoruz. Neresinden tutsam elimde kalıyor duygularım. Hep medcezir hali… Hüzne dair hangi harf kaldıysa onu arıyorum günlerdir yazmak için. Payıma düşen renk bugün gri.

Sağ elimi dayadığım pencerenin kenarından gelen küçük bir misafire takıldı gözüm. Bir kelebek. Öyle narin, öyle savunmasız ki, varlığı bana kendi kırılganlığımı hatırlattı. O an içimdeki gri renk biraz olsun dağıldı.

18.10.2025

“Ben hallederim” kibrinin pek işe yaramadığını babam hastalanınca anladım. Halledemedim çünkü.  Kendime fazla güvenmişim.

Meğer hayat hüznüyle sevinci aynı satıra yazan bir muamma defteriymiş. Ben planlarımı yaparken, o sayfaları sessizce değiştiriyormuş. Kendime fazla inanmışım. Bir planın ortasında dağılan düzenlerle, bir sabah haberinin sessizliğiyle…

Anladım ki hayatın öğretme biçimi sevinçlerle değil, acıyla.

Her şeyin bir anlamı olduğuna inandım. Yaşamımı buna göre sürdürdüm. Ölümleri nedenlere, ayrılıkları maddelere böldüm. Sandım ki sorunun kaynağına ulaşırsam her şey düzelir.

19.10.2025

“Gerçekten nefes alacak bir alanımız kaldı mı?” diye birbirimize baktık. Hastane koridorlarının ışıkları arasında yürürken, nefes almak bile bir çabaymış gibi. Peyami Safa’ nın Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’ndaki; “İçimde hep ne olduklarını bilmediğim gizli ve meçhul ümitlere sarılmıştım; onlar olmasa bir saniye nefes alamazdım.” sözü aklıma geldikçe teselli buluyor, ümidimi kesmiyordum. Kulakların çınlasın üstat. Güzel yakaladın hikâyeyi sanki.

Yüreği acıdan nasır tutmaya başlamış göçmen torunu, sancı ile kıvranan babasına bir ağrı kesici verip, kalbinde bastırdığı tüm kelimeleri kâğıda döktü.

Sıkıntı yaşayan insanlara özel bir güç verilirmiş derler ya hani, acı ile birlikte sabrı da hediye gelirmiş. “Allah bana da Seyit Onbaşı gücü verdi, vesselam.”

Aynur Macit

 

 

DİĞER YAZILAR

5 Yorum

  • Ayşegül Uçar , 24/10/2025

    Hani bir baba köprüden geçerken kızına:
    “Elimi tut kızım düşmeyesin. ” demiş. Kızı ise ” Baba asıl sen benim elimi tut, düşersem elini bırakırım ama sen elimi tutarsan düşsem de elimi bırakmazsın.” demiş. Babalar biz düşerken elimizi sımsıkı tutarlar, düşsek de kaldırırlar. Gel gör ki onlar düşerken bizim onları kaldırmaya gücümüz yetmiyor. En acısı da veda ettikleri zaman geri gelmemeleri. Artık sadece rüyalarda kavuşmak kalıyor geriye…

  • Muğlalı , 24/10/2025

    Acını yazıya dökmenin
    Bu kadar derinde hissettirmenin
    Mutlak bir sebebi vardır
    Okurken gözümden dökülen yaşların….

  • Yalçın TEMUR , 24/10/2025

    Her anının yazıya dökebilen kardeşim, duygularına ve kalemine sağlık Aynur hanım…Devamını her zaman bekliyoruz.

  • SALİHA EBCİM , 24/10/2025

    Gözlerim dolu dolu içim acıdı, neler neler yaşanmış tabi. Kelimeler kifayetsiz kaldı bende.
    Yaşadıklarını bu kadar güzel anlatman çok ilham verici. Güzel düşüncen, güzel bakışın çok olsun inşallah.
    HEP YAZ…

  • E.Emin Öztürk , 24/10/2025

    Çok derin duygularla yoğrulmuş ve güçlü tasvirlerle bezenmiş enfes bir anlatım.Tebrikler…
    Araştırmacı yazar E.Emin Öztürk

Ayşegül Uçar için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir