Metro Günlükleri – 5

1 Eylül Pazartesi 2025

Metrodaki sesler, kalabalık arttıkça anlamsızlaşan, gittikçe karmaşıklaşan bir hal aldı. Kapı sinyalleri, anonslar, tünelin uğultusu, kulaklıklardan taşan müzik sesleri, yüksek sesle video izleyenler, aniden vagonda gitar çalmaya başlayan çalgıcı… Her biri varlığını ispatlamak için ötekini susturmak zorundaymış gibi davranıyordu. Hangi sese odaklansam o sesin rahatsızlığını duyuyordum. Bu manzara bana bir arada olmanın aynı zamanda ayrı düşmek olduğunu hatırlatıyordu.

Bazen ben de kulaklıklarımı takıp mana veremediğim bu gürültülerden sıyrılmak, etrafımdaki herkesten ayrılmak istiyordum. Belki de anlam kaçtığımız yerde saklıydı. Bu yüzden kulaklıklarımı takmadım ve kendimi metronun karmaşık seslerine bıraktım. Seslere kulak kesildikçe içimde bazı kapıların aralandığını hissettim. Fark ettim ki gürültü sadece dışarıda değil içimde de sürüyor. Düşüncelerin, kaygıların, hatıraların gürültüsü…

İnsan rahmani veya şeytani olmak üzere nice sesi içinde taşır. Envai çeşit ses, tek bir gürültüye dönüşerek içimizde yankılanır. İçimizdeki bu sesler çoğu zaman dışarıdaki seslerden daha yıpratıcıdır. Yine de bu gürültü her zaman olumsuzluk anlamına gelmez. Gürültü varlığa işaret ederek yaşadığımızı, hâlâ bir yerlere gitmekte olduğumuzu, içimizde bir şeylerin hareket ettiğini haber verir. Bu sebeple içimizdeki seslerin gürültüsü bizde bir tür emniyet hissi uyandırır.

Ama sessizlik… Sessizlik başkadır. İlk bakışta huzurlu bir hal gibi görünebilir fakat içinde derin bir bilinmezlik taşır. İnsan büyük bir sessizliğin içindeyken nereye yöneleceğini kestiremez. Sesin bulunduğu yerde ise bir yöneliş imkanı ortaya çıkar. İnsan ya sese doğru gider ya da sesten uzaklaşır. Yoğun sessizlik ise yöneliş imkanının yitirilmesi sebebiyle içinde tehlike barındırır. Metrolar raylarının gürültüsünü duyurarak ilerler. Bu gürültü ilerlemenin kaçınılmaz sesidir. İnsan da kendi içindeki seslere kulak verip onları ayırt etmeden yönünü tayin edemez, yol alamaz. Sessizliği içine taşıyabilen insan belki sükûnete yaklaşabilir ancak asıl sükûnet insanın içindeki sesleri tanımasında, bu sesleri ayırt ederek hangi sese kulak vereceğine dair idrake ulaşmasında gizli. İnsan kendi gürültüsünü tanımadan sessizliğini bulamaz.

9 Eylül Salı 2025

“gelse de trenden ikimiz insek”

Âşığın tek temennisi Leyla’sıdır. Âşık için dünya Leyla’dan ibarettir. Duraklar, metrolar, saatler hep Leyla’ya ayarlı olup ona varmanın bahanesidir. Âşığın bütün hayali, meyli, gamı, kederi, neşesi, beklemesi, konuşması, susması Leyla’yadır, Leyla’dır. Tüm duraklar Leyla’ya çıkar. Tüm vasıtalar Leyla’yla gelir, Leyla’ya gider. Yol uzar, manzara değişir, insanlar gelir geçer ama aşığın gözü yalnızca Leyla’nın penceresindedir.

Her durak adını Leyla’dan alır, her bir anons Leyla’yı ünler, her durak tabelasında Leyla’nın şehrinin işaretleri gizlidir. Metronun uğultusu bile sanki Leyla’nın adını fısıldar. Âşık her sarsıntıda Leyla’ya biraz daha yaklaştığını sanır, camdaki yansımasında bile onu arar. Kendi suretine baktıkça yansımasının ardında Leyla’nın yüzünü seçmeye çalışır. Çünkü artık kendisiyle Leyla arasındaki sınır silinmiştir. Kendisi nerede biter, Leyla nerede başlar bilemez. Bir yerlerde tartışma çıksa Leyla haklıdır, bir güzel söz işitse Leyla’nın sözüdür, bir güzel koku alsa Leyla’nın kokusudur. Her ne ki güzele nispet edilir orada Leyla vardır. Âşık Leyla dışında tüm bağlardan kopmuş, tek ve kuvvetli bağ ile Leyla’sına bağlanmıştır.

Mesnevî’nin bir beyitinde (c.1 b.112) Mevlânâ hazretleri “Âşıklık gerek bu baştan gerek öbür baştan olsun, akıbet, bizi o tarafa götürecek kılavuzdur.” der. Mesnevî şârihleri, bu beyti yorumlarken insanın mecazi sevgiden yola çıkmasının bile onu tek bir bağlılığa yönelttiğini ve diğer tüm kayıtlardan kurtararak hakiki sevgiye ulaştırabilecek bir rehber olabileceğini belirtir. “Mecaz hakikatin köprüsüdür” sözü de bu manaya işaret eder. Mesnevî şârihleri, hakikate köprü olabilecek mecazi aşkın belli şartlara bağlı olduğunu söyler. İnsan önce görünen güzellikleri sever. Zamanla bu güzelliğin arkasındaki hakiki güzelliği fark eder. Bu farkındalık hakikat köprüsünün oluşmasındaki ilk şarttır. İkinci şart ise mecazi aşkın içine nefsani isteklerin karışmamasıdır. “Bir kimse âşık olur, iffetini korur, sırrını saklar ve bu hal üzere ölürse, şehit olur.” kutlu sözü de bu manaya işaret eder. Üçüncü bir şart olarak ise şârihler bütün kayıtlardan ve nefsani isteklerden kendini kurtarmış, ilahi güzellikleri temaşa eden, şer’i hükümlere sıkı sıkıya bağlı bir kimsenin nazarına ve rehberliğine başvurulması gerektiğini belirtmişler. “Akla söz, gönle göz tesir eder. Gönle tesir eden göze sahip olan zâta sâhib-nazar-ı hakkanî denir, nadirattandır” sözü ise bu kimseleri tarif eder.

Hakikî aşk, insanın bütün dikkatini ve yönünü tek bir manzaraya odaklar. Âşık Leyla’ya bağlandıkça nefsinin dağınık ilgilerinden, küçük heveslerinden, geçici sevgilerinden sıyrılır. Gönül bir şeye tam olarak yöneldiğinde ise başka hiçbir şeye yer kalmaz. Bu sebeple âşık görünürde bir bağa delicesine bağlı gibi görünse de hakikatte diğer bağlarından kurtulup özgürleşir.

“Bil emânettir muhabbet sana Mevlâ’dan gelir / Doğru Mecnûn oldun ise bil ki Leylâ’dan gelir” 

Oğuzhan Yılmaz

 

 

 

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir