Politikaya Karşı “Siyaset” Mukaddimesi

Modern aldatmaca:

“Politika” dediğimiz şey, biz Müslümanların yani kelimenin asıl anlamıyla hakikate teslim olmuş olanların ilkelerini belirlemediği bir ekonomi ve kültür dünyasında doğdu. Bu dünyaya “modern dünya” diyoruz. Kendi tarihi, kendi ilkeleri olan, bizden bağımsız bir dünyanın adıdır bu.

Kısaca söylersek, modern dünyanın bütün ilkeleri “ilahi” ve “hakiki” olana karşı gelişmiştir. Modernlik, Avrupa’dan başlayıp dereceli biçimde yayılan seküler kapitalizmin tarihidir. Bu seküler kapitalist dünya, hümanist bir bakış açısıyla insana dair her şeyi beşerileştirmiş, beşerin egemenliğine bağlamıştır. Bugün politika denilen alana adım atan herkes, işte bu beşerileştirilmiş ve adaletsiz değerlerle çevrili bir alanda bulur kendini.

Politika hakikat üretmez, doğasında hakikate düşmanlık vardır. Bugün politikanın bir “yalan makinesi” olduğunu anlamak için sıradan bir Batılı lidere bakmak yeterli. Seküler ve kapitalist bir yapının içinde doğan politika, zaten en başından hakikate karşıdır. İlkeleri de pratikleri de bu karşıtlıktan beslenir. En masum görünen politik hareketler bile bir kez modern dünyanın güç sarmalına bulaştığında ya güdükleşir ya da şeytanileşir. Mazlumlar zalimleşir. Dün soykırıma uğrayanlar, bugün soykırımcı olur.

Sosyalizm de bu çarkın dışına çıkabilmiş değildir çünkü modern politikaya göbek bağıyla bağlıdır. Örneğin Baudrillard Üretimin Aynası adlı eserinde sosyalizmin kapitalizme olan göbek bağını çok isabetli bir biçimde göstermiştir. Sosyalizm kapitalizme karşı gibi görünse de seküler hümanizme dayandığı için temelden modern bir politikadır. Yüzyıllık sosyalist deneyimler bunun en açık kanıtı. Rusya ve Çin örnekleri ortada: Bir zamanların “sosyalist” ülkeleri bugün küresel kapitalizmin en güçlü aktörleri hâline geldi.

Bize övülerek anlatılan temsili demokrasi de büyük bir aldatmacadır. Toplumdaki adaletsiz farkları ortadan kaldırmak şöyle dursun, onları kurumsallaştırmıştır. Rancière gibi her tarafsız politika yorumcusu bunu iyi bilir. Konvensiyonel reel politika denilen alanda insani değerlere yer yok. Zekâ, çıkar ve güç yarışı esastır. Kötülüğe karşı bir başka kötülükle cevap verilir. Şeytana karşı yeni bir şeytan çağrılır. Modern dünyanın kalbi bu kötülük sarmalında atar.

Modern kültür felsefesiyle, etiğiyle, sanatıyla aynı aldatmacanın uzantısıdır. Gazze’de yaşanan soykırım bu anlamda bir turnusol kâğıdı olmuş, modern dünyanın bütün değerlerinin içinin boş ve sahte olduğunu ortaya koymuştur. İnsan hakları, hukuk, özgürlük ve demokrasi söylemlerinin tümü koca birer yalandır. Bu kavramlar, Batılı egemenler için sadece işlevsel ve pragmatik araçlardır. Dolayısıyla ilkelerini bizim belirlemediğimiz modern dünya ve onun politik sistemi baştan aşağı sahtedir. Bu sahte dünyayı reddediyoruz ve reddetmeliyiz.

Modern politikanın her türüne mesafeliyiz. Sadece ürettiği adaletsizlikler yüzünden değil, kendisini yüksek bir medeniyetin ürünüymüş gibi sunmasından dolayı da. Aldanmamak için bu mesafeyi korumak şarttır. Bize giydirilmeye çalışılan hiçbir elbiseyi kabul etmemek, “Hayır ben sizin dünyanızdan değilim” diyebilmek gerekir. 

Önce tecrit:

Peki, bu koşullarda “tecrit” bir imkân olabilir mi? Kötülüğün ve zulmün bu denli yaygınlaştığı bir dünyada -ki modern dünya tam da bu kötülüğün adıdır- tecrit, şimdilik mümkün olan en güçlü siyasettir. Burada siyaset ile politikayı ayırıyoruz. Politika, modern dünyanın iktidar biçimidir, siyaset ise hür ferdin doğuş yoludur. Evet, hür fert! Başka bir insan olarak hür fert! Yeni bir insanın doğuşu!

Levinas’ın dediği gibi, politika her defasında aynı olanın totaliter biçimidir, zekânın tüm yollarını kullanarak kazanmanın sanatıdır. Oysa bizim aradığımız siyaset aziz bir iştir. Aziz bir siyasetin doğum sancılarını yaşıyoruz bugün.

Hz. Meryem örneğini hatırlayalım. Hz. İsa’yı doğurmak için şehirden uzaklaşan, her şeyi, ailesini bile geride bırakan o aziz kadını… Tecrit budur işte: İsa’yı doğurmak için Meryem’in şehrin dışına çıkışı… Yunanca “şehir” anlamına gelen “polis”, politika kelimesinin kökeninde yer alır. Ve “polis” olarak şehir, şeytanın hâkimiyetine girmiş alandır.

Tecrit apolitiktir ama gayri siyasi değildir. Şimdi tecrite gidiyoruz, uzun yıllardır böyleydi ama ona isim verdik. Tecritin en ufak adaletsizliğe tahammülü yoktur.

Tecrit ön hazırlıktır. Kurallarını bizim koymadığımız modern canavarlar dünyasında tecrit, önce geri çekilmek demektir ama kaybetmek değil. Bu geri çekiliş, hakiki zamanlamayı bekleyen bir uyanıklığın adı. Politikaya karşı duracak hakiki siyaset, ancak hür bir ferdin doğuşuyla mümkündür. Tecrit, bu doğuşun yolu, hazırlığıdır.

Bugün insansız hiçbir politika yürürlükte olan şeytaniliğe karşı çıkamaz. Tek mümkün yol, hakikat uğruna kendini feda etmiş hür ferdin doğuşudur. Ama bu doğuş zorunlu değildir, çünkü hürriyet zorunluluktan doğmaz.

Bu mümkün yol insana bağlıdır. Hürriyetin, kader gibi doğal olarak geleceğini önceden kimse kestiremez. Eğer insanla ilgili her şey önceden belirlenmiş olsaydı, insan değil, robot kültürü hâkim olurdu. Kötülüğün sıradanlığı, bugün otomatik işleyen bürokrasiden, yanılsamalarla dolu siber âleme kadar uzanan geniş bir ilgisizlik biçiminde kendini gösteriyor. İnsanın “kim” olduğu sorusu, hiç bu kadar yakıcı ve acil bir hâl almamıştı. Geleceğe hayal meyal bakan bu çağda insanın, robotlaşmış bir otomat mı yoksa hürriyetin ispatı mı olacağı hâlâ belirsiz. Ve bu belirsiz gelecek, hakikati arayan herkesi derinden kaygılandırmaya yetiyor.

Dr. Ali Sait Sadıkoğlu

 

 

 

 

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir