Yazık Sana Fikret
Hafta sonu. pazar. “Kapalı pazar.”
Bir mayının üzerinde bekler gibiyim. Patlatsam düzelir mi her şey?
(Antre, eşim Ayşenur, ayna, kolsuz balıksırtı yelek, canlı gözler, hep böyle, neden?)
Telefon. Konuşuyor. Heyecanlı. Kapattı. Doğum vakti yaklaştı. Evine gidip temizlik yapacaklarmış. Çıktı. Cereyan yaptı koridor. (Koridor nasıl cereyan yapar?) Perdeler uçuştu. Çelik kapı. Kapı çelik. Çelik gibi çarptı. Tam dört kilit üzerinde. Sürgüle. Şıkır, şıkır, şık, tak.
Kaç, kaç, kaç. Nereye kadarsa, kaç!
Huzur duvarlarda gizli.
Hangi duvarlar?
Mabedin duvarları. Gönlün duvarları. Hapishane duvarları.
Balkon. Balkonlu ev. Balkonsuz olur mu? Olur.
Olmaz.
Olmamalı. Yapıyorlar. Balkon yok küpeşte var. Kırılır küpeşte. Dayanma. Dayan. Yaslanma.
Korkma; “Denizin en az yeri köpüğü başlatır.”
Aşağıda bayram; kamelya, anne, baba, çocuk, çığlık, kebap, duman. Deli bunlar. Sığır etini yakıyorlar. Yanık sığır etinden huzur umuyorlar.
(Top. Gençler. Ter. Nefes. Dalak. Dalaksız. Kapri.)
Saate 12. Güneş sırıtıyor. Çirkin, hodbin, pek düzenbaz hatta hayâsız hatta, “Hatta Zurtum’ul Mekâbir” Sadakallah’ul azîm. Allah doğru söyledi. Hepimize söyledi.
Amenna. Yumuşak ol, dağılıp gitmesinler.
Böyle yapma çeker vururum seni!
Vurursan öğrenemezsin neden böyle yaptığımı.
Peki. İnandım sana. İnanıyorum. Kulaklarıma kiraz takıp küpe yapıyorum. Komşu oğlu pisliğiyle oynuyor. Annem uzak durmamı söylüyor. Ben anneme uzak duruyorum. Uzağım. Uzadım.
Günün yarısı tükendi. Boğazım kaşınıyor. Dilimle kaşıyorum.
Kaşınma.
Kaşınıyorsun.
Tamam dedim ya!
Pazar bugün. Söylemiş miydim? Bakayım; (Maus, ortadaki düğme, bas, çevir.) söylemişim. Sustum.
Sıkıntı. Huzur duvarda. Her pazar böyle, her pazar akşamüstüsü böyle…
Çikolata. Kemir kemir kemir…
Doktor yorgun. Benden bile huzursuz. Vitamin, B12, laf lakırdı, para, göm, hepsi zengin, seni kim takar?
Sen pazarı beklersin ben pazardan kaçarım.
Bir ot süpürgesiyle süpürmeliyim hafızamı. Yalnızca otlar kalmalı. Batmalı sağa sola.
Zihin, unutmak istediklerini silmekte ne kadar da gaddar!
Dinliyo musun?
Anlıyo musun peki?
Boş konuşuyosun.
Dolu konuşan da gördüm! Her yerdeydiler. Öldüler. Dünyanın son tadı hâlâ dudaklarında.
Ama seviyorum seni.
Ne alakası var şimdi? Ben de maydanozu, rokayı ketçapla yemeyi, söylediğim soğanlı köftenin içindeki soğanları tek tek ayıklayıp büzüşmelerini uzun uzun izlemeyi, repliklerle yaşayıp sloganlarla yitenleri, politikacılardan İslâm Birliği ümid edip, sukut-u hayâle uğrayan gençleri, Pasaklı Hamide’yi, başkaldırıyı, itaati, şeyhimi, teslimiyeti, lafı, sözü, seni, ellerini, gözlerini, bıyıksız hâlini, kulaklarıma kiraz takıp küpeli kızlar gibi gezinmeyi, ağzımdaki leş kokuyu, sığır eti yakmayı, deve kesmeyi, nefs-i emmareyi…
…
Acıyorum ikimize! Hele sana…
Susan kurtulur.
Tam on üç yıl önce, bir kasap dükkânında babamın köpeği Alberto için pay alırken susmuştum ben. O günden bu güne hiç yakalanmadım, gambazlanmadım. Susalım çok oldu. Kimse bilmiyor, sen bile.
(Çocuk sesleri, kalın kahkahalar, sigara çekiştiren adamlar…)
Asansör, terlik, floor 0. Tak.
Bekçi kulübesinde bir adam. Adam değil belki de hayvan, tanışmadık daha! Pıt ekran televizyon, Cüneyt Arkın, çekirdek, çay, semaverden kıvrılan ince, zarif dumancıklar, buğulu cam… İçeri girip parmağımla bir kalp çizmeli buraya. Sonra kolumla silmeli. Ne kadar nazlısın yaşamak.
Tık tık. Adı Cengiz. Emekli. Evi üç sokak aşağıda. Hep üç sokak aşağıda! Dördüncü sokak hep öteki. Neden?
Torun tombalağın sayısını hatırlamadı. (Gereksiz soruydu. Öylesine sormuştum.) Sohbet, muhabbet. Güzel adam, güzel anlatıyor. Evet, hayvan değil adam. Anlayabiliyorum söylediklerini. Konuşsam o da beni anlar mı? Sanmam. Uzattı ama çok uzattı.
Asıl sen uzattın.
Kısa cümlelerini seviyorum.
Sus ve kurtul!
Ezan, susar belki.
Kafam ağır. Beynim külçe bakır. Taksici, korna, aleykum selam, Fikret nörüyon la? Duymadı, bastı gitti. Arkadaki aracı takip et. Uzaya sür. Uzaklaşmalı. İyi günler dileyip uzaklaşmalı.
(Adım, taş, adım, taş, bir adım daha, bir taş daha…)
Annem.
Tuş sesi, sonra annem, sonra memleket, çocukluğum, üzüm bahçeleri…
(Sonra, Perili Ahşap Konak, Madam Sargis’in koşulmuş atları, tambur sesi, Üsküdar, hep Üsküdar, Kabataş’ın ne suçu var?)
Buyur oğlum. (Ses yumuşak, narin, derviş gibi)
Hal hatıri hoş beş. Abim, ablam, dayım emmim halam. Tırpanladım hepsini. Hepsi iyilermiş. Banane. Sen nasılsın?
İyiyim oğlum, şükür. Şuram da bi sızı, buramda yanık, dişler ufandı kaldı, ebem dedem öldüm gittim.
Hııı.
Bak ne sorcam.
He!
Sen beni ne gün doğurdun?
(Şaşırdı. Şaşıracağını sanıyorum. Umarım şaşırmıştır. Tiryakisi olsaydı eğer, bi cigara yakar derin bir nefes çektikten sonra konuşurdu.)
Anneler şaşırmaz.
Neden?
En büyük şaşkınlığı bizi doğurduklarında yaşar da ondan.
Tamam.
Oğlum nereden çıktı şimdi bu?
Sonra anlatırım soruma bi cevap?
Pazar günü, kapalı pazardı…
Sabah mı akşam mı?
Akşamüstü.
Buldum.
Neyi buldun yavrucuğum.
(Sesi titredi, yazık, Allah benim…)
Bela okuma.
Sanane?
Seviyorum seni.
Sevme beni ulan!
Bizim mahallenin kızları hep yukarı mahallenin oğlanlarına âşık oldu. Sevme beni, uzak ol.
Bu yordu beni “aziz okur.” ( Sırıtıyor, anladı.)
Ellerinden öperim. Selametle kal…
Nefes aldıkça dişlerim yanıyor. Başka bi yolu yok mu?
Tekrar ev. Ayşenur, Mutfak, akşam yemeği…
Hatun, sen sen ol, pazar akşamüstleri doğurma.
(Ekşi surat, bana değil çorbanın tadından…)
Ne?
(Baharat kavanozu elinde. Dik dik bakıyor)
Ne doğurma?
Buzağı.
Amaaan deli.
Deli olmadan veli olunmaz derdi Enver Paşa.
(Son cümle tekrar)
Gürültü, çığlıklar, aman koşun!
Müberra’nın doğumu başladı.
Yine balkon. Müberra hanım, ambulans…
(Gazladı. Çocuklar sağa sola kaçıştı. Ellerini göğsünde bağlamış göbekli kadınlar kritiğe başladı.)
Saat 18:18
Adı Fikret. Kara oğlan.
Nur topu ama esmer!
Vakit akşamüstü.
Bir pazar akşamüstüsü.
Yazık sana Fikret.
Tuttuğun sevda olsun. Uzadıkça uzasın varlığın.
Tekrar görüşeceğiz.
Sana bir gecede kaç kez öldürüldüğümü anlatacağım.
Kerim Kolat