Fransız doğa bilimcisi Lamarck’ın ileri sürdüğü; “kullanılan organların geliştiği, kullanılmayanların köreldiği” görüşü doğruluk payına sahiptir. Bu görüşün doğruluk payına sahip oluşunu iddia edişim, “evrim” mevzuu bağlamında değildir. Hatta “kullanılan organlar gelişir, kullanılmayanlar körelir.” cümlesini biyoloji biliminin inhisarına terk etmek bu görüşe haksızlık dahi olabilir. Zira bu görüşün insanlar ile münasebeti organların -fiziki anlamda- işleyişi mevzuunun ötesindedir.
İnsanın muhafazakâr bir varlık olduğunu iddia edenler olsa da bu pek isabetli bir görüş değil bana kalırsa. Tersine, insan kolaylıklar peşinde koşan dolayısıyla kolaylıklara doğru olan her değişime açık bir varlıktır. İnsanın yaratılışının bir gereğidir bu. Zira insan, dizginlemekte -çoğunlukla- güçlük çektiği hazları ile mücadele içindedir bu dünyada. Kendisini hazlara doğru götürecek her değişime açıktır. Onun, muhafazakâr davrandığı değişim ise kendisini hazlardan uzaklaştıracak olan değişimdir ancak. Öyledir ki, düşkün olduğu hazların peşinden gitmek insanı inanılmaz bir değişime uğratsa bile bunu fark etmez. “Kör” olur insan. Bu “kör”lük, insanı “kör” halin gereği olan bir yaşayış manzumesine sürükler. İnsan bu hayat manzumesini her şeyiyle yaşamaya başlar. Sabah uyanışı, bakışı, konuşuşu, gülüşü, yemek yiyişi kısacası hayatının her kesiti bu manzumeye göredir. Fakat insanın fark ettiği bir değişim de değildir bu. İnsanı yavaş yavaş kör edişiyle kendisine yer eden bir değişimdir. İnsanın hem dışını hem içini tepeden tırnağa değiştiren bir “değişim”…
“Kullanılan organlar gelişir, kullanılmayanlar körelir.” diyen Lamarck ise burada devreye giriyor. Fiziki açıdan da haklı olsa, daha ziyade, modern zamanların “kör”lük nev’i ile yakinen alakayı içinde barındırıyor gibi geliyor bana bu görüş. “Kör” eden “değişim”i çağrıştırıyor zihnimde Lamarck. Bu öyle bir değişim ki, dört bir taraftan insanı kuşatıyor. Zaman ilerledikçe ise “gelişme” gösteriyor. “Gelişmek”, olumlu bir anlam çağrışımı yapması dolayısı ile burada pek kullanılmaya elverişli gözükmese de Lamarck’ın terminolojisine yakın olmak için kullanmak gerekiyor “gelişmek” ifadesini. Bu değişim ile yaşadıkça kaçınılmaz olarak değişimin gerekleri “gelişme” gösteriyor. Ve “başka” şeyleri ise yine kaçınılmaz olarak köreltiyor. Zira bu “değişim” insanın “bazı” şeylere “kör” kalmasından beslenen ve yine insanı “bazı” şeylere kör eden çift yönlü bir yapıya sahip. Yaşadığımız dönemde bu “değişim”i besleyen yerler ise modern şehirlerdir.
Allah insana görmesi için bir çift göz vermiştir. Müthiş bir organdır göz. Gözün içini, beyinle bağlantısını biraz bilmek dahi insanı hayretlere düşürür. Allah’ın lütuflarından bir lütuftur göz. Fakat yine öyledir ki, bazen hakikat ile insanın arasına konan en büyük engelleri de o inşa eder. Bunu ise görmeyi bir körlük nev’ine çevirerek yapar. Bu nev’i körlük ise insana yerleştiği andan itibaren yavaş yavaş ilerler, genişler, gelişir. “Sonradan kör olmadığımızı düşünüyorum, biz zaten kördük, Gören körler mi, Gördüğü halde görmeyen körler.” Başkahramanlarının bu diyaloğu ile bitiriyordu “Körlük”ü Saramago. Aynen bu parçadaki gibidir bu körlük.
Görülmesi, sezilmesi, hissedilmesi gerekenlere karşı “kör” kalan, sadece görülmesi emredilenleri görebilen bir “görme” kalır insana. Bu basbayağı bir nev’i körlüktür. Bilinen bir şeydir; görme engelli insanlarda görme yetisinin yokluğu farklı duyuları geliştirir. Duyma, koklama, hissetme gibi. Bu duyulara karşı hassas bir duyarlılık vardır onlarda. Bizim bahsettiğimiz körlük nev’inde de insanlar kör olduğu şeylere karşı tüm hassaslıklarını kaybetmiş, görmeleri “emredilen” şeylere karşı ise fevkalade hassasiyetler geliştirmişlerdir. Örneğin, şehirli modern insanın gökyüzündeki kuşların uçuşuna bakıp buna “hayret” etmesi vaki değildir. Fakat milli bayramlarda jetlerin uçuşuna hayretle baktıkları çok olmuştur. Yine, bir şehirliyi dağın eteğinde açan çiçekler hayrete pek düşürmez. Zira onlar yabanidir. Doğada rastgele açmışlardır. Nerede açacağı insan eliyle belirlenmediği için bir muntazamlık söz konusu değildir görüntülerinde. Fakat belediyelerin şehri güzelleştirmesi için muntazam bir düzen içerisinde ektikleri rengârenk çiçekler hayrete düşürür insanları. Bu iki “hayret” arasında büyük fark vardır. İnsanın neye “hayret” ettiği neyi “gördüğü” gerçeğine göre değişir. İnsan neyi “gör”üyorsa ona hayret eder. “Körlük” insanın “hayret”ini yitirmesi ile başlar bu sebeple. Hayret etmesi gerekene hayret etmemesi ile. Gizini insanın çözemediğine değil de insan elinden çıkana hayret etmesi ile. Aslında bir nevi kurumsal olana, planlı programlı olana hayreti ile. İnsanın “göz”ünü açan daima sonsuz olan, insanca sınırlandırılması mümkün olmayandır. Sınırlandırılmış olan şeye bakmak ise insanın sadece o “sınırlandırılmış” şeyi görmesi, ondan başkasını görememesi sonucunu doğurur, körleştirir.
Ivan Illıch’in “Okulsuz Toplum”unda şöyle bir cümle vardır: “Planlanmamış olan hiçbir şey arzu edilebilir olmadığından şehir çocuğu her isteğimiz için bir kurum tasarımlayabileceğimiz sonucuna varmaktadır.” Bu cümle aynı zamanda şu anlama gelmektedir: şehir çocuğu sadece planlanmış olanı görür, planlanmamış olan her şeye kördür. Planlanmış olan yani insan eliyle eğilip bükülmüş, şekil verilmiş, kurumsallaştırılmış olan… Dolayısı ile bu cümlenin insanların nelere karşı duyarsızlaştığı dolayısı ile körleştiği bağlamında önemi büyüktür. Şöyle bir örnek üzerinden gidebiliriz. 6 yaşında bir çocuk hayal edelim. Bu çocuk Erciyes’in eteğinde 500 haneli bir köyde yaşıyor olsun. Bu küçük çocuğun zihninde “sınır” olarak ne vardır? Cevap olarak şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Çocuğun zihnindeki tek sınır akşam ezanıdır. Sınırın sebep ise akşam eve dönüş saatinin bu şekilde belirlenmiş olmasıdır. Bu çocuğu yaklaşık 60 km ilerideki Kayseri şehir merkezinin içerinden büyütüyor olsaydık ise çocuğun oyun alanı olan park dahi zihinde bir “sınır” olarak zuhur edecek idi. Zira oyun parkının alanı, girişi, çıkışı her şeyi belirlenmiştir. Bu çocuğun gördüğü, dokunduğu bu planlanmış her şey sadece onları görmesini “emreder.” Oysa diğer çocuğun dokunduğu şeyler insanca planlanmış yani kurumsallaşmış değildir. Bencil bir emredicilik de yoktur bunlarda. Çocuğun “sınır”ı olan ezan ise zaten bir insan çağrısı değildir. Çocuğun kulağına gelen çağrı ilahi bir çağrıdır, çocuk ilahi olanla kendini sınırlamaktadır.
Evet, “kullanılan organlar gelişir, kullanılmayanlar körelir.” Modern kurumların görmeyi emrettiği planlanmış “şey”leri gören insan, geriye kalanlar için “kör”dür. Bu bir nev’i körlüktür. Ve bu körlük, insanın emredilen şeyleri görmeye giderek daha fazla yatkınlaşması ile “gelişmek”te, gerçekten görme yetisini ise giderek “kör”eltmektedir.
Feyza Yapıcı
1 Yorum