Türkçenin Kalıbında Şekillenmeyen Türkçenin Kalbine Giremez

Okurumuz: Twitter’i kapaticam siz yayin acarsiniz da kaçıririm diye kapatamiyorum bizi bi yayinlasaniz da sosyal medyaya gönül rahatlığıyla ara verebilsek…

Editörümüz: “bizi bi yayinlasaniz” Bu nasıl bir Türkçedir?!

Okurumuz: kıymetli editor sizi bir anlığına dâhi olsa İstanbul Türkçesini bırakıp bir nebze olsun Anadolunun bağrı yanık Türkçesini anlamaya davet ediyorum. ben ki bu aziz vatanın taşrasında yaşayan bir garib köylüyüm burada su istenirken “bizi bi sula”  çay istenirken “bizi bi çayla” denir.  yadırgadiginiz türkçem, bir yörüğün dilinden dökülen sâfi türkçedir süs götürmez kural tanımaz olduğu gibidir saftır durudur vatan evladı gibidir sevin onu dışlamayın küçük görmeyin basın bağrınıza dilimiz zengindir onu fakirleştimeyin kalıplara sokmayın salın bi onu ruhuyla gelişsin büyüsün lütfen lütfen….

*** 

Okurlarımızla sohbet etmek, hem de kronik can sıkıntımızı azaltmak amacıyla ara ara Google Meet üzerinden canlı yayın yapıyoruz. Yayın linkini de Twitter hesabımızdan duyuruyoruz. Takipçilerimizden lütfedip gelenlerle de sohbet ediyoruz. Haliyle bu sohbetlerin belli bir takvimi yok. Bu sebeple mail atıp canlı yayın yapmamızı isteyen okurlarımız oluyor. Yukarıda, ismini saklı tuttuğumuz bir okurumuz ile e-mail yazışmamızı okudunuz. Türkçenin namusunu savunmak ve tadını hissettirmek, muhatabımızı da sarsmak ve de titretmek niyeti ile bu yazıyı kaleme aldık.

Biz Anadolu’nun bağrı yanık Türkçesini iyi biliriz. “Bizi bi çayla”, “bizi bi sula” gibi amiyane tabirler, güzelim Türkçenin bağrına hançer saplamaktır. Acilen Türkçenin pîri Üstad Muharrem Cezbe’nin elini öpmeli ve kesilen cezayı kabul etmelisiniz.

Yörük dediğin yakası açılmadık deyimler ve atasözleri bilir; inceyi ipe, kalını sapa dizer. Gölgesi endamına denk düşer. Baliğ olmadan beliğ olur. Ağzıyla ensesini kaşımaz. Diliyle helva yapar. Üslûbu dereler, ırmaklar, şelaleler gibi çağıldar. Ağzından bal damlar çünkü sinek gibi değil arı gibi vızıldar. Rüzgârla, ağaçlarla, dağlarla hasbihâl eder; sözü şiir olur, gönülleri ondurur:

Ağacınız yapraklarla donanır
Taşlarınız bir birliğe inanır
Hep çiçekler bağrınızda gönenir
Pınarınız çağlar akışır dağlar

Rüzgâr eser dallarınız atışır
Kuşlarınız birbiriyle ötüşür
Ören yerler bu bayramdan pek üşür
Sünbül niçin yaslı bakışır dağlar

Karac’oğlan size bakar sevinir
Sevinirken kalbi yanar gövünür
Kımıldanır hep dertlerim devinir
Yas ile sevincim yıkışır dağlar

Yörük ne diyeceğini bilmediğinde dahi sanat icra eder. Feryadı bile üslupludur. Sözü ağıt olur, ağlatır:

Elem geldi elde değil gaziler
Akar gözüm yaşı çağlar ne deyim
Sağ selamet geçticeğim Binboğa
Sual eyler benden dağlar ne deyim

Deh bire deh bire nazlı kır atım
Yarsuvat’ta kaldı atım pusatım
Gelinler dul kaldı yavrular yetim
Gelir babam diye ağlar ne deyim

Gelin yarenlerim yanıma gelin
Beni sağ komayın bir kılıç çalın
Sekiz yüz çadırda sekiz yüz gelin
Al çıkarır kara bağlar ne deyim

Der Dadal’ım yoramadım düşleri
Dikemedim şehidime taşları
Yarsuvat’ta olup bitenleri işleri
Sual eyler benden sağlar ne deyim

Yörük tek kelimeye kırk mana yükler fakat bir harfi dahi incitmez. Sözü cinas atına bindirir, şaha kaldırır:

Seher vakti çaldım yârin kapısın
Baktım yârin kapıları sürmeli
Boş bulmadım otağının yapısın
Çıkageldi bir gözleri sürmeli

Açtırdım kapıyı girdim içeri
Aklımı başımdan aldı bir peri
Dedim sende buldum halis gevheri
Dedi yok yok bir mihenge sürmeli

Dedim ki ne kadar yüzümden bezdin
Etim kebap edip derimi yüzdün
Âşık katletmeye silah mı dizdin
Martinle mavzeri birden sürmeli

Dedim hiç yapı yok senin yapında
Oynanılmaz urganında ipinde
Ölenece bekleyim mi kapında
Dedi yok yok seni burdan sürmeli

Bu kevn ü mekânı tuttu ışığın
Nöbetin bekleyen alır keşiğin
Beklemeli o sultanın eşiğin
Günde yüz bin kere yüzler sürmeli

Agâhî karıştır kanı yaş ile
Hak bulunmaz hayâl ile düş ile
Eremen menzile bu gidiş ile
Hemen aşk atına binip sürmeli

Sâfî Türkçe budur. Gevşek dili sevmiyor, küçük görüyor ve bağrımıza da basmıyoruz. Son sözü Türkçenin şahdamarı Yunus Emre’miz söylesin:

Keleci bilen kişinin yüzünü ağ ede bir söz,
Sözü pişirip diyenin işini sağ ede bir söz

Söz ola kese savaşı, söz ola bitire başı,
Söz ola ağılı aşı bal ile yağ ede bir söz.

Kelecilerin pişirgil yaramazını şeşirgil,
Sözün us ile düşürgil, demegil çağ ede bir söz.

Gel ahi ey şehriyari sözümüzü dinle bari,
Hezar gevher ve dinarı kara toprağ ede bir söz.

Kişi bile söz demini, demeye sözün kemini,
Bu cihan cehennemini sekiz uçmağ ede bir söz,

Yüri yürü yolun ile, gafil olma bilin ile,
Key sakın ki dilin ile, canına dağ ede bir söz.

Yunus imdi söz yatından, söyle sözü gayetinden,
Key sakın o şeh katından seni ırağ ede bir söz.

 

DİĞER YAZILAR

7 Yorum

  • Bahadır Dadak , 17/07/2024

    Sevgili Ece Ayhan,

    Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde kaymakamlık yapmış eski bir devlet memurusunuz. Malumunuz Çamlıhemşinliler kara lahanayı çok severler. Bu bağlamda ilmi bir bahis açmak gerekirse; yörede kara lahana medreseleri kuran kara lahana uzmanları da kara lahananın hakikatine yaklaştıkça kendilerine has kara lahanana yorumları geliştirmişlerdir. Böylelikle meskûn mahalde kara lahana ilmi gelişmiş, kara lahana medreseleri geliştirilmiştir. Medrese dönemini müteakiben kara lahana ilimlerinin alt ve yan dalları sistemleştirilmiş, derli toplu bir kurum halini almışlardır. İşbu dönemi takip eden iki asrın ardından Çamlıhemşin müteahhirun dönemi dediğimiz altın dönem yaşanmıştır. Ulema, kudema ve dahi udeba sınıfının büyük alimleri bu dönemde yetişmiş; kara lahana akaidi, kara lahana kelamı, kara lahana mantığı, kara lahana tasavvufu, kara lahana edebiyatı ve bu edebiyattan türeyen kara lahana divanlarının şerhleriyle birlikte kara lahana dil teorisi de geliştirilmiştir.

    Nasıl yörükler ağızlarından ateş çıkarabilen, Çerkezler suda nefes alabilen, Pomaklar da uçabilen bir milletse; Çamlıhemşinliler de istedikleri an görünmez olabilen bir millettirler. Bu yüzden Karadeniz coğrafyasında baş üstünde baş taş üstünde taş komayan Pontus Rum mezaliminden halas olabilmişler ve öz-kara lahana dilini muhafaza edebilmişlerdir. Zaten dünyada sadece ari ırkın yaşadığı Anadolu topraklarında öz-kara lahana dili konuşulabilir; çünkü başka bir medeniyetten kültür tevarüs etmek bu toprakların aryan ırkı için bir eksiklik göstergesidir.

    Çamlıhemşinliler de aynı yörükler gibi yakası açılmadık deyimleri ve atasözlerini bilir; inceyi ipe, kalını sapa dizerler. Onlar da baliğ olmadan beliğ olur. Ağzıyla ensesini kaşımaz. Diliyle helva yapar. Kulaklarıyla şınav çeker. Burnuyla amuda kalkar. Serçe parmaklarıyla da leopar yakalayabilirler.

    Sevgili Ece, Çamlıhemşinliler de sizin gibi ilmi ilham yoluyla alıp literatüre falan pek tevessül etmezler. Onlar da sizin gibi İşarî yorumda büyük Anadolu irfanı geleneğini takip ederek, ”yürümek” fiilinin dinimizce önemli olduğu gibi yorumlar yaparlar. Bu Çamlıhemşinliler öyle necip bir millettir ki; Allah’ın kör cahili pis batılılar kuantum, kartezyen felsefe, big-bang teorisi, evrim ve rölativite gibi saçma sapan işlerle uğraşırken; bağrı yanık Çamlıhemşinliler yörük çadırında al yemeniler içinde nur saçan hikmet pınarı teyzemden öz-Türkçemizin inceliklerini öğrenirler.

    Sevgili Ece, Çamlıhemşinliler kara lahanayı niçin çok severler biliyor musunuz? Çünkü beyaz lahanayı hiç görmemişlerdir.

    • kele , 19/07/2024

      madem bu kadar iddialı o vakit bahadır dadaktan poetika dersleri talep ediyoruz isteyenin bir yüzü kara vermeyen külliyen reş bize beyaz lahanayı turuncu lahanayı varsa bilumum meyvanatla aşılanmış GDO’lu öbürsü lahanalardan haber versin.

  • Herkes mi Türkçe dublaj , 16/07/2024

    Türkçe, Türklük, Türkçe’nin derinliklerine hakim olma… (Bu arada Türkçe’nin derininde ne kadar Türkçe var?)

  • Bahadır Dadak , 16/07/2024

    Aynen aynen. Yörük dediğin ağzından ateş çıkarır. Anadolu irfanı mektebinin kurucu babası Hamâsi Baba hazretlerinin Dragons divanında geçtiği gibi yörükler ejdarha gibi bir millettirler. İlham bu nurdan varlıkların çarıklarında doğrudan bilgi olarak husule geldiği için kör cahil Yunan ve Roma düşünürleri gibi okuyup yazma işlerine pek tevessül etmezler. Kesbi ilim işleri şehirlerde kombaba gibi oturan köle sahibi aristokratların işidir. Dağda bayırda keçi başında gezdikçe vehbi ilimleri artar yörüklerin, o yüzden nurdan varlıkları çobanlık ilminde derinleştikçe ziyadesiyle latifleşir. Çok büyük insanlardır bu yörükler… Karacoğlan mesela büyük bir yörüktür. Elalemin anasına bacısına salça olmadığı zamanlarda ab-ı hayat saçan Türkçe’mizin epistemolojisini geliştirmiştir. Bahçene eriği kapına yörüğü sokmayacaksın ibaresi de İbn Rüşd’e aittir zaten…

    • Rıdahab Kadad , 16/07/2024

      Siz her an bu topraklara ihanet edebilirsiniz. Gözlem altında tutulmalısınız ve her an hareketleriniz not edilmeli.

    • türkwomen , 16/07/2024

      gülürken nefesim kesildi

    • Yort Savul , 16/07/2024

      Hayır yani yörüklerle ne derdiniz var, anlamak güç? Adı üstünde yörür, gezer. Yürümek hem dinimizce, hem geleneğimizce hem dünya çapında önemli sayılan bir eylemdir. Erken kalkan yol alır demişler ayrıca. Yörüklerdeki yaşamak enerjisine başka kim sahip olabilir? Oradan oraya göçmek kolay mı sanıyorsunuz? Ayrıca Karacoğlan büyük şair değilse gösterin efendim daha iyisini. Kedi ulaşamadığı ete mundar dermiş. Türkçenin en saf sözcüklerini şu ân hâlen bir yörük çadırındaki ninenin dudaklarından işitebilirsiniz. Yerdiğiniz yörükler arasından bir hak dostu çıktıysa acep dâr-ı bekâ’da hâliniz ne olur…
      Ahmet Murat’tan harikulade bir yazı. Meseleden çok uzak gözükebilir ama meseleye çok yakın bir yazı. İçimize içimize değil de hep başkalarına doğru konuşuyoruz nedense.
      https://www.gercekhayat.com.tr/yazarlar/nicin-kinadigimiz-sey-basimiza-gelir/

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir