Tarihçilerin, tarihsel hadiseleri ele alma yöntemleri ve karakterleri nasıl farklılık gösteriyorsa, aynı şekilde filozofların tarih felsefesi üzerindeki yaklaşımları ve yorumları da çeşitlilik arz eder. Bu durum, tarih felsefesinin farklı bakış açıları ve yöntemlerle zenginleşmesine olanak sağlayarak, geçmişe değişik açılardan bakma imkânı sunar. Dolayısıyla, tarih felsefesi, sadece tarihin kronolojik bir incelemesi değil, aynı zamanda bu süreçlerin derinlemesine analiz edilmesi ve yorumlanmasını içeren geniş bir düşünsel alandır.
Söz konusu yorum çeşitliliği, tarih felsefesinin dinamik ve çok boyutlu bir alan olduğunun göstergesidir. Bu düşünce alanı, farklı tarihçi ve filozofların katkılarıyla sürekli geliştirilir ve evrilir. Her bir düşünür, tarih felsefesine kendi perspektifinden yaklaşarak, bu alana yeni bir boyut kazandırır ve böylece tarih felsefesinin zenginliği ve derinliği artar. Öyle ki tarih felsefeleri farkında olmaksızın devlet-toplum-insan bağlamında yaşamın her anına hükmeder hale gelir.
Filozoflar, tarihçiler ve filozof tarihçilerin her biri kendi dönemleri içinde ayrı ekolleri temsil eder. Üretilen düşünceleri klasik ve modern dönem olarak ikiye ayırmak, tarih felsefesinin gelişimini daha sarih biçimde anlamamıza olanak sağlar. Klasik dönemde, insanın evreni anlamlandırması ve tasavvur edebilmesinin bir aracı olarak ortaya çıkan tarih felsefesi, modern dönemde dünyayı tanımlamaktan çok dizayn edebilmenin, kurgulamanın aracı olmuştur. Fakat bu ayrı bir mesele… Sadece klasik-modern ayrımının önemli figürü olan Immanuel Kant’ın yaklaşımlarına, genel hatlarıyla değinmekle yetineceğim.
***
Aydınlanma dönemi diye bir gerçeklikle karşı karşıyayız. Bu gerçeklik Avrupalı anlam/değer dünyasının ve Avrupa tarihinin bir parçası olmasına rağmen tüm dünyayı kapsayacak şekilde dayatılan bir gerçekliktir. Kabul etmemiz gerekir ki Aydınlanma dönemi kayıtsız kalınamayacak düşünsel bir gücü ve yaygınlığı temsil eder. Modern dünyanın metafizik algısı, tarih yorumu ve bilim anlayışlarında bu dönemin etkisi görülür. Kant ise ilerlemeci yaklaşımları ve bugün bile tüm insanlığın içinde boğulduğu tek dünya devlet sistemini içeren düşünce yapısıyla bu dönemin en önemli aktörlerindendir.
Tespit edebildiğim kadarıyla Aydınlanma döneminin yalnızca düşünsel tarafıyla (entelektüel bir uğraş, hobi ya da fetişist şekilde) ilgilenmek, bu dönemin önemli figürlerinden biri olan Kant’ın politik düşünce hamlelerini anlamayı zorlaştırabilir. Ancak, Kant’ın bu yönü, tarih felsefesi üzerinden ilerleyen araştırmacıların dikkatinden kaçmamıştır. Günümüzde Avrupa evrenselciliği üzerine kurgulanan dünya sistemlerinin temelinde Kant’ın ciddi bir pay sahibi olduğunu fark etmişler ve bu yönü üzerinde durmuşlardır.
Kant, sadece felsefi düşünceleriyle değil, aynı zamanda evrenselci politik görüşleriyle de Aydınlanma dönemine damgasını vurmuştur. Onun, evrensel ahlak ve evrensel barış gibi düşünceleri, modern dünya düzeninin şekillenmesinde büyük rol oynamıştır. Eserlerinde, uluslararası ilişkiler özelinde barışın ve iş birliğinin nasıl sağlanabileceğine dair önemli fikirler serdetmiştir. Bu fikirler, daha sonra “Birleşmiş Milletler” gibi uluslararası kuruluşların temel ilkelerinde yer almıştır. Günümüzdeki Avrupa icadı tüm politik hamleler, Aydınlanma döneminin düşünce ürünlerinden beslenmiştir. Bu nedenle, Aydınlanma dönemini ve Kant’ı sadece felsefi açıdan ele almak, onun politik görüşlerini göz ardı etmek anlamına gelir ki bu da içinde yaşadığı dünyanın problemlerinin kaynağından habersiz kalmaya neden olur.
Kant’ın tarih felsefesi ve siyasi düşüncelerinin, günümüzdeki dünya sistemlerinin anlaşılmasında kilit bir rol oynadığını ifade eden tarih felsefecileri, Avrupa evrenselciliği üzerinden kurgulanan bu sistemlerin, Kant’ın evrensel ahlak ve barış anlayışının yansımaları olduğunu dile getirir. Dolayısıyla, Kant’ın hem felsefi hem de siyasi düşüncelerini bütüncül bir şekilde ele almak, Aydınlanma döneminin ve modern dünyanın anlamını keşfetmemizi sağlar. Çünkü bu anlamın merkezinde Avrupalı devlet tipi ve insan modeli yer alır. Bunun ayrımını yapamadığımız takdirde toplumsal olarak yaşanılan problemleri çözümlemekte yetersiz kalırız. Tabii bu bir başka açıdan tarih tasavvurumuzun olmadığını da gösterir.
***
Kant’ın tarih felsefesini anlayabilmek için öncelikle onun felsefe sistemine bakmamız gerekir. Kant, düşünce sistemini teorik akıl ve pratik akıl olarak iki ayrı kategoride tanımlamıştır. Teorik akıl, fiziki dünyayı anlamaya çalışır ve genellemeler yapma işlevine sahiptir. Diğer yandan pratik akıl ise ahlaki ilkeleri belirler, yönlendirir ve evrensel ahlakın temellerini arar. Bu nedenle, Kant’ın tarih felsefesine dair görüşlerini değerlendirirken, bu teorik ve pratik akıl ayrımını göz önünde bulundurmak önemlidir.
Tarih ve felsefe arasındaki zıtlıkların uzlaştırılması hususunda karamsar bir tutum sergileyen Kant için ne teorik ne de pratik akıl, tarih bilgisinde bir bütünlüğe ulaşmaz. Kant, birçok düşünürde olduğu gibi, tarihsel verilerin gerçeklikten uzak ve bilinemez olduğunu düşünür.
Kant’a göre, tarih, insanın algı ve anlayış kapasitesinin ötesinde bir karmaşıklığa sahiptir. Bu nedenle, tarihsel olayların tam olarak anlaşılması ve yorumlanması, insani sınırlar nedeniyle mümkün değildir. Tarihsel veriler, zaman içinde değişkenlik gösterir ve genellikle subjektif yorumlara açıktır. Bu durum, tarih bilgisinin kesin bir gerçeklik sunmasını engeller.
Teorik akıl, doğa bilimleri ve matematik gibi alanlarda kesin bilgi sağlayabilirken, tarih gibi insanın öznel deneyimlerine dayanan alanlarda bu kesinliği sağlayamaz. Pratik akıl ise, etik ve ahlaki kararlar verirken, tarihsel bilgiyi kullanmakta yetersiz kalır. Bu nedenle, Kant, tarih bilgisinin hem teorik hem de pratik akıl tarafından tam olarak kavranamayacağını savunur.
Kant’ın bu karamsar bakış açısı, tarih felsefesi alanındaki çalışmalara da yansımıştır. Tarihin bilinemezliği ve yorumlamadaki zorluklar, tarih felsefesinin en temel sorunlarından biri olmuştur. Ancak, bu karamsarlık, Kant’ın tarih üzerine düşünmesini engellememiştir. Aksine, Kant, tarihin anlaşılması ve yorumlanması konusundaki zorluklara rağmen, tarihsel sürecin ahlaki ve evrensel değerlere ulaşma çabasının bir parçası olduğunu savunmuştur.
Kant’ın tarih felsefesi, insanlığın sürekli bir ilerleme içinde olduğunu ve bu ilerlemenin nihai olarak evrensel barış ve ahlaki bütünlüğe ulaşacağını öngörür. Ancak, bu ilerleme süreci, bireysel tarihsel olayların karmaşıklığı ve belirsizliği nedeniyle tam olarak kavranamaz. Bu bağlamda, Kant, tarihin bütüncül bir bilgi sunmaktaki yetersizliğine rağmen, insanlık için ahlaki ve evrensel bir amaç taşıdığını vurgular.
Kant’a göre teorik akıl tarihsel olaylardaki bilinmezlik durumunu aşamaz. Bu açıdan bakıldığında pratik akıl açısından farklı bir durum ortaya çıkar. O da tarih ve doğa arasındaki ilişkinin içerdiği ilkeleri keşfetmektir. Temel, evrensel bir ilke şeklinde olan bu yasaları pratik aklın yardımıyla tespit edilebilmemiz mümkündür. Kant’a göre pratik akıl da tarihsel bütünlüğü sağlayamaz ancak tarihsel verileri doğa yasaları içinde anlamlı hale getirebilmesi açısından işlevseldir. Bunun en tipik sonucu ise Wallerstein’in de sık sık vurguladığı üzere ideal Avrupa evrenselciliğinin doğuşudur. Avrupa bir fikir olarak, insanlığın iyiye doğru ilerlemesini, doğa karşısında tahakkümü ve tarihin öznesi olarak tüm insanların öncüsü olma rolüne sıkı sıkıya bağlı olarak merkezde yer alır. Dolayısıyla Kant’ın sınırları olmayan evrensel bir devlet ve ahlak hayali, Avrupamerkezciliğin teorik kısmını yansıtır denilebilir. Bu da tarih felsefesi açısından Kant’ın en belirgin yönünü temsil eder. Ele aldığım bu yönü tarihin pratik sonuçları olduğundan başka açılardan da ele alabilmek mümkündür fakat Aydınlanma filozoflarının tarih üzerindeki düşüncelerinin bu yönüne daha az dikkat çekilmiş olması bu hususta ısrarcı olmamıza neden olmaktadır. Neticede dünya sistemi ilerlemeci ve evrenselci düşüncelerle şekilleniyor. Dolayısıyla nasıl bir düzen içinde olduğumuzu anlamakla mükellefiz. Aksi takdirde Türk kimlik bilinci çerçevesinde dile getirilen ifadeler şovdan başka bir anlam taşımaz.
***
Birçok Avrupalı düşünür, insanlık kavramını tarihini de içerecek şekilde tasarlayarak “insanlığın tarihi” şeklinde bir yaklaşım benimsediler. Avrupalılar bu kavram ile sen ve ben yokuz, sadece biz varız der. Ama yine de bir şekilde kumaşımızdaki desenlere kendi renklerini işlemekten geri durmazlar. Çünkü onlar tarihin yapıcılarıdır. Filozoflar rasyonel acelecilik, dünyayı ele geçirme etiği gibi tanımlamalarla nelerin altyapısını hazırladıklarının farkında mıydı? Yüksek ihtimalle farkındaydılar ki insanları geçmişlerinin kölesi haline getirdiler. Kant insanlık tarihini, insanlığın “medeniyet ve teknoloji” bağlamındaki gelişim süreciyle anlamlı bulur. Ancak buradaki insanlığın merkezinde Avrupalı tarih yapıcı insan modeli vardır. Yani Aydınlanma filozoflarının insan derken Avrupalıyı, tarih derken Avrupa tarihini, devlet derken evrensel Avrupa devletini kastettiğini bilelim. Türklerin, Müslümanların ve diğer milletlerin bu tasniflerde yerinin olmadığını, olmayacağını, olursa bu işte bir terslik olacağını da bilelim. Filozofları hele de tarih felsefesi yapmış filozofları daha nesnel, gerçekçi ve ciddiyetle ele alalım.
İbrahim Orhun Kaplan