Silecek

Edebifikir yazarlarının “akademya/edebifikir” Whatsapp grubunda “silecek” kelimesi üzerine gerçekleştirdiği fikir teatisi…

***

Mehmet Raşit Küçükkürtül:  

sırkıtmak

  1. sıvıyı kabından son damlasına dek akıtmak
  2. birkaç kaptaki yemeği bir kaba boşaltmak
  3. suyunu akıtmak

(Derleme Sözlüğü, Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü, TDK)

sırkıtmak kelimesi maraş’ta da var. otomobillerin ön penceresindeki silecekler yerine “sırkıtmaç” desek oturur mu türkçeye? bugün ali muhsin sorunca sileceklerin ne olduğunu, dilime “sırkıtmaç” geliverdi. aslında çekpas ile, silecek ile sıvıyı iyice, kökünden almaya silmek değil sırkıtmak demek gerek. feyyaz, “sırkıtmaç” kurallı bir türetme değil mi?

Feyyaz Kandemir:

Sırkıtmak’ı ilk kez duyuyorum hocam. Köken itibariyle “sır”a dayanıyor muhtemelen; parlaklık verici şey anlamında. Sırılsıklam var, aşırı ıslaklık. Sır-ça ise cam demek malum. “Sıklamak” eskiden hıçkırarak ağlamak anlamında kullanılırmış. Bütün bu kelimelerle irtibatlı olabilir. Mesela sırkıtmak önceleri parlatmak anlamında kullanılmış olabilir mi? Geniş kapsamlı tanıklı bir sözlüğümüz olmadığı için izini süremiyoruz. Derleme sözlüklere ihtiyatla yaklaşmak gerektiğini düşünüyorum. Zaten derleme sözlüklerdeki anlamlardan hareketle sırkıtmak silecek’i tam karşılamıyor. Fonetik de değil. Silecek Türkçe zaten, oturmuş bir kelimeyi değiştirmek makul olur mu?

Yunus Emre Özsaray:

Sı-mak olsa gerek. Sıyırmak sıvamak aynı kökten olabilir.

Feyyaz Kandemir:

Kubbealtı Lugatında “sımak” için kırmak, bozmak, yenmek, mağlup etmek anlamları verilmiş.

Mehmet Emir:

Bu sınmanın sınavın kökü muhtemelen, kırmak olan. Sırpsındığı savaşı gibi.

Feyyaz Kandemir: 

Evet.

Sıyırmak için sıd kökü veriliyor.

Sıvamak’a su(v) kökünü veriyor misalli sözlük.

Hüseyin Rahmi Göktaş’ın kökses teorisi bu tekliflerin hepsini boşa düşüren bir mantığa dayanıyor. Rahmetli Lütfi Özaydın’ın yaklaşımı da Türkçe kökenli olduğu iddia edilen kelimelerin Arapça/Kur’an kökenli olabileceğini düşündürtüyor. Birkaç tane manyak bulup bu yaklaşımlar üzerine yoğunlaşmalarını sağlamak lazım. Bu iki bakış açısı Türkçeye dair ciddi aydınlanmalara sebep olacak gibi geliyor bana.

Mehmet Raşit Küçükkürtül:

otomobilin camını bezle sildiğinizde de silmiş oluyorsunuz, otomobilin sileceği ile suyu tasfiye ettiğinizde de silmiş oluyorsunuz. hâlbuki bu ikisi arasında mahiyet farkı var. silecek dediğimiz nesne sıyırarak, su bırakmamak üzere temas ediyor. sırkıtmakta gâye temizlemek değil. silmekte gâye ise temizlemek, kirden arındırmak. mesela maraş’ta “halı suyunu sırkıtsın da kurumaya as” denir yani yıkanmış bir halının üzerindeki su akıp damlayıp bitecek.

modern dönemde yaşadığımız hayatla dil arasındaki mesafe çok açıldı. gündelik hayattaki birçok durumun, eşyanın, fiilin adını tam koyamıyoruz gibi geliyor bana. üstelik cumhuriyetle beraber yazı dili ile konuşma dili arasındaki mesafeyi kapatmak üzere bir tavır takınılmış olmasına rağmen böyle bir dil meselesiyle karşı karşıyayız.

Mehmet Emir:

Abi araya giriyorum ama bence bu dediğiniz ayrım sırık ve sırkıtmak ile mümkün olur. Sileceğe sırık deriz, sı-yı-rmanın kökünden imiş zaten sırık Nişanyan’a göre… Sırıkın/sileceğin yaptığı fiile de sırkıtmak deriz.

Bence sırkıtmanın sarkıtmaktan farklı bir yapısı olduğunu düşünmeye gerek yok. Sarmak ve sarkmak da ilkin farklı imiş gibi duruyor ama mesela sarmaşığın çevreyi sardığını ve yukardan aşağı sarktığını hatırlayınca problem kalmıyor. Sarıp sarmalamak deyiminde de bu ikisi beraberler. Kelime sar > sark > sarkıt > sarkıntı şeklinde yürümüş gibi. Sarık ile sarkık da benzerler, kafaya sarılan şeyin ucu sarkmasa sarık değil kavuk olur.

Feyyaz Kandemir:

Olgu bize ait olmayınca olguya verdiğimiz isimler de yakıştırma veya tercüme oluyor. Silecek denilen nesneyi biz icat etmiş olsaydık belki daha makul bir ismi olabilirdi. Sileceğin İngilizce karşılığı wiper. Silici anlamında ama tokat, sille ve perdahlama gibi anlamlara da geliyor. Bu anlamları birlikte düşündüğümüzde bizim silecek dediğimiz olguya İngilizcede makul bir isim verildiğini görüyoruz. Nesne ve isim arasında bir uyum var.

Silecek meselesi şurada dursun, isim verme becerimizden (ve giderek beceriksizliğimizden) bahsedebiliriz. Aslında Türk milleti isim verme konusunda son derece hünerli ve muzipti; nesnelere verdiğimiz adlar, mesela yemeklere, tatlılara, renklere veya çiçeklere yakıştırdığımız isimler çok hoş: Dilber dudağı, bülbül yuvası, imam bayıldı, hünkâr beğendi, yavruağzı, kavuniçi, güvercingöğsü, çattım çanak, keklik küpesi vs… Hepsi doğal, anlaşılır hatta bazıları oldukça şairane.

Bazen de bugün için garip gelebilecek isimler vermişiz: Katırtırnağı dediğimiz bir çiçek var mesela; hatta aynı ismi verdiğimiz bir salep türü de var. Çiçeğe bakıp katır tırnağı görmüş olanlar yadırganmamalı. Katır tırnağı/toynağı alttan bakıldığında estetik bir görünüme sahiptir. Bir şey çoğu zaman başka şeylere benzerliğiyle adlandırılır. İsim vermenin mantığı çoğu kez böyle işler. Bizim “unutmabeni çiçeği” dediğimiz çiçek bütün dünyada aynı anlamdaki adlarla anılmasına rağmen köken itibariyle Yunanca “myosotis” kelimesine dayanır ve “fare kulağı” anlamına gelir. Çünkü çiçeğin yaprakları fare kulağına benzer. Sonradan bu çiçek üzerine mitler uyduruluyor, hikayeler anlatılıyor ve asıl adı terk ediliyor. Bu adlandırma süreçleri bütün dillerde aynıdır. İnsanlar dili kullanırken referanslarını daha çok tabiat ve hayattan, yani somut şeylerden alır, isimleri buna göre verir. Siyasetin at tımar etmekle, fitnenin ateşle ilişkisini bilmek bize köklü bir kavrayış sağlar. İlkinin neler vaad ettiğini, ikincisinin ne kadar tehlikeli olduğunu anlarız. İnsanın atı tımar etmesi gibi atın da insanı tımar ettiğini, ateşin yakacak bir şey bulamadığında kendi kendini yakıp tükettiğini idrak ederiz. Olgu, nesne, anlam ve isim arasındaki münasebetten hareketle soyut bir perspektife ulaşır, fikir üretiriz. Milletçe isim verme hünerini yitirdiğimiz gibi bu derme çatma ıstılahî düzende fikir üretme kabiliyetimizi de zayıflattık.

Edebifikir

 

 

DİĞER YAZILAR

1 Yorum

  • bahriye nazırı , 03/11/2025

    Rüyamda kütüphanedeyim. Küçükkürtül maraş’ta bir dergi çıkarıyormuş, süreli yayınlar rafında derginin sayıları ile karşılaşıyorum.
    Çok hoş sade bir dergiydi, modern dönemden resimler kullanılmış, yazılar boğmuyor, boyut minimal.
    Yazıda küçükkürtül’ü görünce aklıma geldi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir