“İnsan Tanıdık Birini Arar Kötü Kararlar Verirken”

Sulhi Ceylan, Adem Suvağci ve Oğuzhan Yılmaz güne başladıklarında her zamanki gibi olacaklardan habersizdiler. Yine de içlerinde izah edemedikleri bir tedirginlik vardı. Her biri esrarlı bir hadisenin yaklaşmakta olduğunu sezmiş ancak meydana gelecek olaylar hakkında esaslı bir idrake bir türlü erişememişlerdi. Bu tedirginliği dağıtmak, içlerine çöken sis perdesini aralamak ümidiyle her biri ayrı ayrı vakitlerini öldürmeye yani ömürlerine kastetmeye koyuldular.

Adem son zamanlarda vakit öldürmekte hiç zorlanmıyordu. Zira eviyle işi arasında bir hayli uzun mesafe vardı. Gün içinde yolda geçirdiği süre her şey yolunda giderse üç saat elli bir dakika, talihsizliği üzerindeyse beş saat on üç dakikaydı. Yolda harcadığı vakit ona zamanın canına okumak için fazlasıyla imkan veriyordu. Bu sayede geleneksel Peru sinemasından Nikaragua lezzetlerine, Burkina Faso edebiyatından Mozambik etnik müziğine kadar rafine zevkler ve nice ilginç malumatlar edinmişti. Adem kendini Svahili dilinde çalan müziğe bırakmıştı: “Wale wanaopenda wanaelewa hali ya wale wanaopenda. Njoo uone hali yangu na unipe faraja.” Dili bilmese bile manasını anlıyordu.

Tam bu esnada Oğuzhan kendini “İnsan tanıdık birini arar kötü kararlar verirken” mısraını mırıldanırken bulmuştu. Aklına hemen Adem geldi. Tek başına vakit öldürmemek için telefonuna davrandı ve Adem’i yokladı. Konum bilgisini Adem’e ulaştırdıktan sonra “Eğer Üsküdar’da olursan yanına geleceğim” mesajını iletti. Sulhi ise yalnızca vakit öldürmek için kullandığı ruhsatsız silahını çekmecesinden çıkartmış ve Üsküdar’a doğrultmuştu. Ekip üyelerinin her biri fark etmeden bir şekilde Üsküdar’a çekilmişti. Her ne olduysa ekip bir araya geldikten sonra oldu. Henüz hiçbiri bilmiyordu ancak o gün öldürülen vaktin de bir intikamı olacaktı…

Adem ve Oğuzhan Üsküdar’da buluştuktan hemen sonra Sulhi’nin davetiyle kendilerini Hasan Aycın’ın muhabbet ettiği bir mecliste buldular. O andan itibaren vakit, gün içinde ilk defa, öldürülen bir şey olmaktan çıkıp değerlendirilen bir yöne doğru evrilmişti.

Muhabbet bittiğinde üçü de kısa süreli bir bakışmanın ardından nereye gideceklerini hissetmişlerdi. Aralarında tek kelime dahi konuşmadan Kadıköy midibüslerine yöneldiler. Göz açıp kapayıncaya kadar geçen o kısa sürede çoktan Kadıköy’ün kalabalığına karışılmıştı. Sulhi bast-ı zaman ve tayy-i mekanının Kadıköy’e gelirken çok iyi çektiğini ancak Fatih civarlarında bölgesel yoğunluktan kaynaklı olsa gerek ağır aksak çektiğini söyledi.

“Beş dakikalık yolu dahi yirmi dakikada gidiyorum, olacak şey mi bu?!”

Bast-ı zaman ve tayy-i mekanı hiç çekmeyen Adem, Sulhi’den üçer beşer yedişer kırkar dakikaları duydukça Abdulkadir Geylani hazretlerinden Kadiri Mahmut Baba’ya kadar aklına gelen tüm büyük zatlardan medet dileniyor, Sulhi’nin bu derdine dellendikçe delleniyor ancak bunu ona fark ettirmemeye çalışıyordu.

Oğuzhan ortada büyük bir sıkıntı olduğunu sezmişti. Adem’in sinir katsayısını göz ucuyla hafifçe tarttı ve taşın kendisine ne zaman, hangi açıyla ve nasıl bir hızda sekeceğini hesaplamaya çalıştı. Tam gardını almaya niyetlenmişti ki Adem bir anda Oğuzhan’a yönelerek “Her şey senin evlenmenle başladı! Ben Gülsuyu’ndan sürüldüm. Feyyaz Kandemir evvela pekmez ve sirke işine girdi, yetmedi kavak kesmeye başladı, şimdi ise Konya’ya taşınıyor. İbrahim Orhun Kaplan Edebifikir’e yazı yazmayı ve hatta yazmayı düşünmeyi bile bıraktı. Bahadır Dadak yarım saat boyunca hiç duraksamadan üzerine konuşacağı bir alan bulamadı. Ömer Ertürk İstanbul’a gelmeyi düşünmek şöyle dursun artık ne ittihat fikri ne terakki endişesi taşımıyor. Muhammed Furkan Kahya zaten tatsız ve fevkalade sağlıklı olan kurabiyelerinde bile o eski tatsızlığın tadını bulamıyor. Celal Kuru temkinli olunmaması gereken günlere karşı bile artık temkinli, çetrefilli, alengirli, tedbirli bir şekilde yaklaşıyor!” Oğuzhan konunun dağılması için pürdikkat çevreyi yokluyor, etraftan gelebilecek olası tehlikeleri üzerine çekmeye çalışıyordu. Sulhi etrafında evlenen ve yüz on yedinci kişiden sonra saymayı bıraktığı binlerce kişiyi düşündü. Buruk bir tebessümle “İlk taşı Mustafa Çolak attı. O evlenmeseydi bunların hiçbiri başımıza gelmeyecekti” dedi. Oğuzhan konuyu hızla değiştirmek istiyor ancak konunun değişebileceği tüm frekansların aleyhine delil olarak kullanılmasından çekiniyordu.

Derken Sulhi gördüğü ilk çay ocağına doğru hızla yöneldi. Mekanın girişindeki camekanı fark etmedi ve çarpmanın etkisiyle birden sendeledi. Bedeni hâlâ maddeden geçebilecek kadar latifleşmemişti. Hâlâ bu dünyanın ağırlığını taşıyor, “bütün bunlar bir yana yerçekiminden bile tedirgin” hissediyordu. Etrafa saçılan cam parçaları gün içinde yaşadıkları bütün anların kırık ve keskin tezahürleri gibiydi. Sanki vakit de camekanla birlikte paramparça olmuştu. Bazı parçalar gün içinde yaşanan konuşmaların, telaşların, koşuşturmaların yansımasını taşıyor bazıları ise içinde bulunmaları mümkün dahi olmayan ihtimalleri çağrıştırıyordu.

Adem ani bir frenle irkilerek uyandı. Gözlerini açtığında otobüs hâlâ varacağı durağa gelmemişti. Bir süre nereye gittiğini, nereden geldiğini anımsamaya çalıştı. Gözlerini ovuşturarak dışarıya baktı. Yeniyol durağına gelmişti. Rüyasında gördüğü onca şeyin “tıpıtıpına gerçek besbelli” olduğuna emindi. Kulaklıkta “Bir Teselli Ver” şarkısı çalıyordu. Telefonuna gelen bildirime baktı. Oğuzhan’dan bir yeni mesaj gelmişti: “Eğer Üsküdar’da olursan yanına geleceğim.”

Vakit intikamını ayrılıklarla alacaktı…

Oğuzhan Yılmaz

 

 

 

 

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir