Ölüme Doğru Koşar Adım

Durgun bir sabaha uyandım. Zihnimde cümleler geziniyordu: “Her yeni ‘idrak’ insanın omzuna yeni bir yük yüklüyor. Farkındalık, insanın zihnini açtığı ölçüde insanın damarlarında kan yerine sorumluluğun dolaşmasına sebep oluyor. Bu iyi bir şey mi kötü bir şey mi bilmiyorum. Belki ikisi de. Belki de hiçbirisi. Bekleyip göreceğiz.” Birkaç saat sonra şehirden ayrılacaktık ve uğramamız gereken iki yer daha vardı ama düşüncelerimin etkisindeydim. Birazdan geçer diyerek pansiyon anahtarının görevliye teslim ettim. İlk olarak Şahin Tepesi’ne gittik. Buradan Sinop’u izlerken biraz olsun kendimden uzaklaştım. Hava güneşli ve açıktı. Sinop merkezden araçla 5 dakikalık mesafede olan bu yer ilin simgelerinden birisi. Her ilde şehre nâzır, tüm yaşanmışlıklarına şahitlik eden bir tepe vardır. O tepe ne kadar güzelse şehir de o kadar güzeldir. Bu tepe de tıpkı şehir merkezi gibi bakımsız ve özensiz gözüktü. Buranın taşrası güzel, merkezi çirkin bir şehir olduğu artık bizim için belgelenmişti.

Tarihi Sinop Cezaevi’ne geçtik. Cezaevi’nde birçok ünlü isim yatmış. Bunların başında Sabahattin Ali’nin geldiği söylenebilir. Hatta Kuyucaklı Yusuf’u burada yazdığı biliniyor. Refik Halit Karay ve Burhan Felek de hapis cezaları burada infaz edilen ünlülerden. Biz orada iken restorasyon çalışmaları devam ettiği için bazı kısımları ziyaret etmemiz mümkün olmadı. Hapishaneye gelen ziyaretçiler buraya çok hoyrat davranmışlar. Duvarlara isimler kazınmış, oyulmuş. Odaların bazılarının içine pet şişe atanlar bile olmuş. Hapishane müze iken bile ürpertici. Koğuşlar ne geniş ne de ferah. Üstüne üstlük o zamanlarda temizlik koşullarının çok da iyi olmadığı anlaşılabiliyordu. Sabahattin Ali’nin yattığı koğuş muhafaza edilmiş, kapı girişinin üstüne büyük harflerle ismi yazılmıştı. Cezaevi girişinde bilet satılan gişeden Sinop’u tanıtan tek parçalık bir harita aldık. Belediye tarafından yaptırılmış bu harita tüm Sinop hakkında yeterince bilgi verilecek şekilde düzenlenmişti. A3 boyutunda tek parça kâğıda sığdırabildiklerinden dolayı belediyeyi tebrik etmek gerekir. Zira ülkenin büyük bir bölümünü gezmemize rağmen böyle minimalist bir kaygı güden belediyeye ilk defa denk gelmiştik.

Sinop’tan ayrılıp Şahinkaya Kanyonu’na doğru yola çıktık. Ve yine herkesin kendi içine döndüğü o eşsiz sessizlik başladı. Bu kez ölüme doğru yol alan yolculardan sadece bir tanesi olduğumu düşünmeye başladım. İnsanlar ölmeden önce ciddi bir şeyler başarmaya inanılmaz ihtiyaç duyar. Huzursuzluğunun sebeplerinden biri belki de budur insanoğlunun. İleri gitmezse geri kalacağının bilincinde olan biri olarak bu huzursuzlukla uzun süredir hemhal olduğumu itiraf etmeliyim. Huzur, artık hiçbir şey beklemiyor olmanın, yalnızca yürümenin ve ilerlemenin hissettirdiği tazelik olarak tanımlanabilir. Arayıştayım. Huzur-huzursuzluk ikilisi arasında dengeyi bulabilmek ve yere daha sağlam basabilmek istiyorum. Alberto Manguel’in “Dünya okunması gereken bir kitaptır.” diye bir sözü var. Bu sözün hakkını vermek istiyorum ve dünyayı tanımaya vatanımdan başladım. Bu tanıma süreci nihayete erer mi bilmem ama bu süreç içerisinde Allah’ın beni bana tanıtmasını ve huzursuzluğumun beni iyi ve faydalı şeyler yapmaya itmesini umuyorum. Yolculuk, yürüyüş, ilerleme, varış vb. adına ne denirse densin bunların hepsini vasıta olarak kabul ettim. Vatan topraklarımı bilirsem belki kendime, ölüme ve ona olan yolculuğuma dair bir şeyleri anlayabilirim. Tüm temennim bu.

Şahinkaya Kanyonu, Altınkaya Barajı’nın en dar kısmını oluşturuyor. Kızılırmak’ın da bir bölümünü oluşturan bu vadi milyonlarca yıllık bir aşınma sonrası oluşmuş. Buraya ulaşmak için ilk önce Türkmen Köyü’ne gitmeniz oradan da çift şeritli dar asfalt yoldan Kızılırmak’a doğru yola almanız gerekiyor. Panoramik görüntüsüyle ün salan bu kanyonun manzaraya en nazır yerine ulaşmak epey zahmetli. İsteyen baraj üzerinde tekne turuna da çıkabiliyor ama biz zirveye çıkmak istediğimiz için tekne turu yapmadık. Arabamızı feribot benzeri ancak 2-3 aracın sığabileceği su üzerinde yüzebilen bir su aracına bindirdik. Bu aracı kullanan kişi on üç yaşında bir çocuktu. Bizi karşıya geçirirken bolca tavsiye verdi. Yolun tarifini yaptı. Karşıya geçmemiz çeyrek saati bulmadı. Tek şeritli toprak yoldan ilerlemeye başladık. Virajlı yollardan ilerleyerek yaklaşık yirmi beş dakika sonra arabayla gidilebilen son noktaya ulaştık. Hemen seyyar tezgâhımızı açıp bir şeyler atıştırdıktan sonra yürümeye başladık. Bulunduğumuz noktadan kanyonun zirvesi yaklaşık otuz beş dakikalık yürüme mesafesinde. Rota-mekân sorumlusu olduğum için önden yürümeye başladım. Ekibin geri kalanı biraz arkamdan yürüyordu. Yolun ilk beş dakikalık kısmı kolay yürünebilir. Fakat bir yerden sonra patika izinin bile zaman zaman kaybolduğu taşlıkların ve çalıların arasına girip yol almak gerekiyor. Yamaç oldukça dik. Bastığımız yerdeki çakıl taşları çok sivri. İlerlerken dikkatli olmak gerekiyor. Tepeyi tırmandıkça barajın geniş kısmının görüntüsü güzelleşmeye başlıyor. Yolda bazı taşların üzerine kırmızı oklar koyulmuş ama yönle ilgili çok bir fikir verdiği söylenemez.

Yaklaşık otuz üç dakikalık bir tırmanıştan sonra zirveye ulaştım. Ekibin geri kalanı beni uzaktan takip ediyordu. Beş dakika sonra onlar da geldi. Çıplak gözle görülen görüntü fotoğraflardan çok daha güzeldi. Sırtımı rahatsız etmeyen bir taşa yaslandıktan sonra kanyonun dar ‘S’ şeklindeki boğazı gören yerinden Kızılırmak’ı izlemeye başladım. Etkilenmemek elde değil. Kapalı gri-çam yeşili renginin bir gergef gibi işlendiği o panoramik manzaranın etkisiyle görmeye başladığım rüyadan arkadaşlarımın sesleriyle uyandım. Bazı ağaçların yaprakları kahverengine döndüğü için ölümle yaşamın aslında bir ahenk içinde olduğu bir kez daha aklıma geldi. Ağzımın tadı kaçtı. Dostlarımın gülümsemesine gülümsemeyle karşılık verdim ve manzara hakkında konuşmaya başladık. Hatıra fotoğraflarımızı çektikten sonra, geçen geziden kalan üzerinde seyyah yazılı tişörtlerimizi emekli ettik. İlave etmeliyim ki eğer bir peyzaj ressamı hasbelkader buraya gelirse bu vadiye dikkat etmesini tavsiye ederim. Her dakikası yaşamaya değer bu manzarayı özleyeceğim.

Kanyondan aşağı hep beraber indik. Aracımıza bindikten sonra feribota benzer su aracı vasıtasıyla karşıya geçtik. Bir sonraki durağımız Ordu olacaktı. 3,5 saatlik bir yoldan sonra kalacağımız otele varacaktık. Bu sefer payımıza gece yolculuğu düşmüştü. Semih ve ben yol hakkında fikir teatisinde bulunduk. Bir ara Tokat kebabı yemeye mi gitsek diye içimizden geçirdik fakat açık bir yer bulamayacağımıza kanaat getirip vazgeçtik. Yol almanın terapiye benzer bir etkisi mevcut. Ama yollar bizim için bundan daha fazlası. Mecburen gezmek zorunda bırakıldığımız alanlara meydan okumaya devam etmek için yollara olan hürmetimizi her daim korumak niyetindeyiz.

Muhammed Furkan Kâhya

Bir Katalizör Olarak “Yolçekimi”
Senkretik Bir Belde Yahut Amasra
Yolculuk Frekansı Yahut Gezi Ritmi
Bir Günbatımı Kenti: Sinop

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir