Bilen bilir, yaz ayları çocukluk arkadaşlarımdan oluşan grubumuz için gezi demektir. Zamanla kapsamı artan ve içeriği zenginleşen bu yolculuklar mutadımız olalı birkaç sene oluyor. Her gezide farklı taslaklar üzerine tartışmanın bizim için bir teamül haline geldiğini de ilave etmeliyim. Ama bu sene dünya tarihinde nadir rastlanan türde bir olgu ile karşı karşıyayız. Bu yüzden “Bu sene gezebilecek miyiz?” sorusunun cevabının olumlu olabileceğine hiç ihtimal vermemiştim. İsmi 2020 yılıyla müsemma olan küresel korona salgını olmasaydı bile bir program dâhilinde gezemeyebilirdik. Grubumuz üç kişiden oluşuyordu ve üçümüz de yoğun dönemlerden geçiyorduk. Benim dışımdaki iki kişi askerdeydi ve birinin askerliğinin sona erişi temmuz ayı bitişine, diğerinin hemen hemen ağustos ayı ortasına denk geliyordu. Bendenizse hayatımın en stresli ve hırpalandığım döneminden geçiyordum. İlaveten onlar sağ salim gelse bile salgının varlığı tedirgin ediciydi. Bu yüzden taslak gezi planları üzerine düşünmekten başka bir şey yapabileceğimize dair inancımız pek yoktu. Ömer, askerliğini Emirhan’dan yaklaşık bir ay önce bitirdi. 23 Temmuz’da sosyal mesafeye riayet ederek ilk defa görüşebildik. İlk konuştuğumuz konulardan biri taslak gezi planlarımızdı. 3-4 günlük de olsa bir program yapıp bilinçli gezi geleneğimizi devam ettirmek istiyorduk. Uzun uzadıya tartışmaya başladık. Bu konuşmaları yapmak bile uzun süredir ilk kez yaşadığımı hissettirmeye yetti. Ufaktan heyecan duymaya başlamış, sokaklara ve yollara dönmenin hayalini kurmaya başlamıştım bile.
Elimizde Karadeniz, İç Anadolu-İç Batı Ege bölgeleri ve Van Gölü etrafı olmak üzere üç gezi taslağı vardı. En başta dört ya da beş günde biter umuduyla İç Anadolu’da karar kıldık ve sosyal mesafeyi korumak ve teması azaltmak adına otel konaklamalarını minimuma indirmek için güvenli kamp alanlarında çadırlarımızda konaklamaya karar verdik. Telekonferans yoluyla Emirhan’ın de fikirlerini alarak İç Anadolu taslağını nihai rotaya çevirdik. Ardından Ömer memleket hasretine yenik düşüp Kars’a gitti. Her adımda hem ondan hem Emirhan’dan fikirlerini alarak plan üzerine çalışmaya devam ettim. İleri tarihli araba kiralama işlemimizi yaptıktan sonra geziye başlangıç gününe 10 gün varken İç Anadolu’nun bu olumsuz şartlar dâhilinde kısır bir program olup olmayacağını tartışmaya başladık. Ne kadar uzatırsak uzatalım 6 günü geçmiyordu. Kamp alanları bakımından pek seçeneğimiz yoktu. Bir şeyler yapmalıydık. Ama ne?
Emirhan 19 Ağustos’ta askerden geldi. Kendisiyle ertesi gün buluştuk. Program üzerinde konuşmaya başladık. Konuştukça İç Anadolu-İç Batı Ege gezisinin, yemek mekânlarından uzak durduğumuz takdirde verimsiz geçeceğine kanaat getirdik. Kendisini misafir ettiğimde odamda haritaları açmıştık. Kendisi İç Anadolu gezisi üzerine düşünürken gözüm Karadeniz hattına kaydı ve o taslağı düşünmeye başladım. Karasu’dan başlayıp sahil şeridi boyunca gitmek çok klasikti. Karasu’yu es geçip Akçakoca başlangıçlı Ardanuç Kebapçısı Ersin Dede bitişli bir rota mantıklı geldi. Emirhan’a bunu sorduğumda gözlerinde sevinç hüzmeleri belirdi. Hemen Ömer’i arayıp rotada değişiklik yapmayı düşünüyoruz dedik. Ömer dünden razı olduğunu belirtince artık Karadeniz yolcusu olduğumuz kesinleşti. En başta eleyip hiç gündem bile yapmadığımız bir taslakta karar kılmamız, Allah’ın bizi olması gerekene yönlendirebileceğinin işareti oldu. Artık ekip olarak Karadeniz rotası üzerinde mutabıktık. 23 Ağustos akşamı son hazırlıklarımızı tamamladığımız esnada Emirhan’ın kardeşi Semih de davetimizi kabul ederek geziye dâhil oldu. Son dakika transferiyle güçlendirdiğimiz ekibimizle 24 Ağustos 2020 Pazartesi sabahı Karadeniz gezisine başladık.
Yolculuğun sağaltıcı bir etkisi var. Tasavvur olarak yolculuk ve realite olarak yolculuk. İkisi de başka güzel. Ama tasavvur olarak yolculuğun üzerimdeki etkisi realite olarak yolculuğun etkisinden daha fazla. Kontağı açıp arabayı çalıştırdığımız andan itibaren kendimi bambaşka bir âlemde buluyorum. Yol aldıkça üzerimdeki bütün olumsuzlukların yol tarafından emildiğini hissediyorum. Yolculuğun beni emzirdiğini ilk kez bu gezide fark ettim. Arkama yaslanıp uzun uzadıya yolu izledim. Kaşlara sürülen sürme gibi siyah yolların ne denli büyük bir nimet olduğunu düşündüm bir kez daha. Mesafeler ayırır ama yollar birleştirir. Kendimden çok uzakta yollar vasıtasıyla kendime ulaşmaya çalışırken iç muhasebemi yapmaya başladım. Kendimden hâlâ memnun değilim. İnsanlardan bağımsız olarak varmam gereken yerden giderek uzaklaşıyorum. Karamsarım ama kötümser değilim. Hele uzlete çekilip mücadeleden kaçmak gibi bir niyetim hiç yok. Sadece seyrelttiğim insan ilişkileri ağında güçlendirmem gereken bağlantıların ayrımına varmaya çalışıyorum ve bir miktar ilerleme elde ettim. İznik’i geçtiğimizde kendi içimin krokisine uzun süredir ilk kez bakışın sevincini, kendime yaklaşma hızımdaki ivmenin azalışının hüznünü aynı anda içimde barındırıyordum. Arada bir de arka koltuğun büyüsüne kapılmış olan Ömer ve Emirhan’ın hararetli sohbetlerine katılıyordum. Bunu nerede olduğumu hatırlamak için yaptığımı söyleyebilirim. Çünkü hakikatte nerede olduğumu öğrenmem için gerçekte nerede olduğumu unutmamam gerekiyordu.
Akçakoca’ya varmamıza az bir yol kalmışken dikkatimi tekrar dışarıya vermeye başladım. Melenağzı Köyü’nü geçtiğimizde bitki örtüsünün değişimi dikkatimizi çekti. İklim ve yeşil doku giderek Karadeniz dokusuna benzemeye başladığı halde oradaki yerleşim alanları ve tatil köylerinin Ege ve Marmara bölgelerinin ufak bir simülasyonu olmaya çalıştığını gördük. Alabildiğine kum ve güneşin ön plana çıkarıldığı yeşilliğe ulaşımın sadece gözlerle mümkün olduğu ufak bir tatil beldesi görmek hepimizi şaşırttı. Biraz da üzdü. Karadeniz bölgesine has dağınık yerleşim yerine iç içe geçmiş ufak ev, bakkal ve dükkânları gördükçe bunun bilinçli ama talihsiz bir yaklaşım olduğundan artık emindim. Melenağzı Köprüsü’nden köye girdiğinizde yol daralıyor ve solda Melen Nehri’nin Karadeniz’le birleştiği yerdeki ufak balıkçı teknelerini görüyorsunuz. Tekneler balıkçılığın ciddi olarak yapıldığının anlaşılmasına yetecek kadar bakımlı ve canlıydı. Bir düzineden fazla orta büyüklükte balıkçısı teknesi ve onlardan çok daha fazla sayıda olta balıkçılarının sevgilisi diyebileceğimiz ufak kayıklar gördük. Kendine has ve iklimine uygun bir kisveye bürünebilmesini umduğum bu ufak köyden ayrılırken her gezide başka olan yolculuk frekansı ya da gezi ritmimi yakalamıştım. İşte bu eşsizdi.
Muhammed Furkan Kâhya
1 Yorum