279

23102012162215

 

İki yüz yetmiş dokuz. Dört kelime, üç rakam. Geriye kalan merhametsiz değirmen taşı. Geriye kalan öğütülmüş hayatlar. Yıllar süren geceler, ağarmayan gündüzler. Dört hıçkırık, üç damla gözyaşı. Son damlası ölüme saklanmış, her ihtimale karşı. Geriye kalan özlenesi dostluklar. Geriye kalan bir kadının saçlarındaki aklar. Aklarından gizlediği yine bahtsız gözyaşları. Aynı anda mutluluktan uçmalar, hayal kırıklıkları. Geriye kalan söyleyecek sözü olmayanın gözlerindeki çaresizlik. Ötekinin içinde patlayan volkanlar. Bitirilmek istenmeyenler. Yeni insanlar:  Çocuksu, mütevazı, hırslı, kibar, anlayışsız… Derdi olan, dert nedir bilmeyen, ölen, ölemeyen… Geriye kalan insancıklar…

İki yüz yetmiş dokuzuncu gece. Yatıcaz kalkıcaz, bi daha yatıcaz; ama uyuyamiycaz. Sabaha yolculuk. Sabaha bir tatlı kaşığı sevinç, kibrit kutusu büyüklüğünde hüzün. Fazlası zarar. Sonra? Sonrası Ankara.

Ankara her mevsim üşütür beni. Hep aynı korku. Arkadan ruhumu boğazlayacak olan o el. Ankara; tedirginlik. Bir günlük sadece. Saatler fazla mesai yapacak. Her üç dakikaya yarım saatlik ömür biçilecek. Seferi acılar yaşanacak. Allah rızasına huzursuzluğa niyetler edilecek. Biten günün cenaze namazı salâsız, tekbirsiz ifa edilecek. Ardından nasipse İstanbul…

İstanbul; henüz yazılmamış şiir.

Sonra? Sonrası, olmayacağını bile bile ölüme koşmak. Belki bu sefer, nasip… En derin kuyulardan bakır kaplarda çekilmiş sorular. Spiralleşen cevaplar. Aranılan, bulunamayan, bulunmak istenmeyen… Bir saniye, buralarda,  bu paragrafta bir yerde olacaktı. Gözlerinizi üzerimden çekmeyin Madamoiselle. Başım dönerse, biliyorsunuz, gözlerinizi çekmeyin üzerimden.

İki yüz yetmiş dokuz. Sana ne oldu diye sorana. “Senin içine Eyüp kaçmış, çocuk!” diyene. En çok da ‘Nasılsınız?’ diyene. Sadece evren mi genişler hocam, ya sayılar? Benim değil, sayıların içine bir şeyler kaçmış. İki yüz yetmiş dokuz. Biter mi? Umut…

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir