Bazı yazarlar vardır, kitaplarını okur ve yeni kitabı çıksın diye beklersiniz. Cümlelerinin devamını, suskunluklarının ardını merak eder, yeni bir kitapla yeniden karşılaşmayı umut edersiniz. Çünkü beklemek de bir okuma biçimidir. Yazarlarımıza sorduk:
“Hangi yazarların ya da şairlerin yeni kitaplarını dört gözle bekliyorsunuz? Niçin?”
***
İbrahim Orhun Kaplan
Elbette İhsan Fazlıoğlu, Fatih Durgun, Tarık Tufan, Gökhan Göbel ve Sevan Nişanyan gibi pek çok ismi anabilirim. Fakat okuma sürecim boyunca farklı yazar ve metinlerle kurduğum temaslar nedeniyle bu isimlerin benim için sürekli bir etkisi olmadı. Öte yandan, “ne yazsa okurum” diyebileceğim yazarların neredeyse tamamı artık hayatta değil. Bununla birlikte, Eurocentric anlatılara yönelttiği eleştiriler bakımından Cemil Aydın’ın çalışmalarını; akademik üretimiyle ileride çok daha kıymetli bir yere geleceğini düşündüğüm Ali Durmuş’u; ele aldığı meselenin her cephesini çözümleyen, tarihsel zemini es geçmeyen ve yeni çalışmalar için ilham veren alim kişiliğiyle Bedri Gencer‘i; kurgu, detay ve yapı bütünlüğü açısından eşsiz bir romancı olarak Orhan Pamuk’u; her eserinde bir öncekini aşan teklif ve çözümlemeleriyle Müslüman düşünceye katkı sunan Abdurrahman Taha’yı takip ettiğimi, bu nedenle de onların yeni kitaplarını heyecanla beklediğimi söyleyebilirim.
N. Cihan Karakurt
Yeni kitabını heyecanla beklediğim ve sabırsızlandığım yazarlar var mı bundan emin değilim. Fakat genel anlamda günümüz öykücülerini takip eden biri olarak, yeni kitabı çıktığında meraklandığım birkaç isim var. Osman Cihangir biçimleriyle, Gökhan Yılmaz atmosfer oluşturma becerisi ve dil işçiliğiyle, Mine Söğüt ise katı gerçekçiliğiyle takip listemin başında yer alıyor. Henüz bir kitabı olmamasına rağmen bu listeye yazabileceğim Aleyna Uçar’ın da öykü konusunda maharetli olduğunu düşünüyor ve ilk kitabını bekliyorum. İyi bir romanda olması gereken hemen her şeyi karşılayan Yan Lianke ve merkeze aldığı konulardan harika kurgular üretebilen Gospodinov da bu listeye yabancı kontenjanından girebilir. Ama beni asıl heyecanlandıran, okumaktan keyif aldığım bazı yazarların okumadığım bazı kitaplarıdır. Refik Halit, Çehov, Memduh Şevket Esendal, Zygmunt Bauman, Garcia Marquez ve Perec gibi. Keşke benzer kalemleri günümüzde de okuyabilsek ve bu soruya cevap olarak hiç düşünmeden onları yazabilsek.
Davut Bayraklı
José Rodrigues dos Santos’un Türkçeye çevrilen romanlarının hepsini okudum. Her yeni romandan sonra bir sonraki acaba hangisi olacak diye de merakla bekliyorum. Benim açımdan dos Santos romanlarının en iyi tarafı kurgudaki başarısı ya da karakter derinlikleri değil. Elbette bu söylediğim noktalarda yazar kendini ispat etmiş bir isim ama ben daha çok onun romanlarında kullandığı bilimsel gerçekleri ve son verileri işleme tekniğini, tarzını seviyorum. Her romanında kullandığı bilgiler tamamen gerçeklere ve bilimsel verilere dayanıyor ve yazar da bu özelliği ile biliniyor. Şu an için dokuz romanı Türkçeye çevrilmiş ancak yazarın Portekizcede yayımlanmış 20’den fazla romanı bulunuyor. Sabırsızlıkla diğerlerinin de Türkçeye kazandırılmasını bekliyorum.
Eserlerini takip ettiğim bir başka isim de çoğumuzun Da Vinci Şifresi romanıyla tanıdığı yazar: Dan Brown. Romanlarında tarihî verileri, bilimsel gerçekleri kullanma hassasiyeti dos Santos gibi değil tabii. Daha çok kendi inandığı değerlere göre yazan Brown her şeye rağmen roman kurgusu, karakter derinliği, olay örgüsü açısından dos Santos ve okuduğum birçok yazardan çok daha güçlü.
Sonuç olarak her iki yazar arasındaki en bariz fark, odaklandıkları alanlardır diyebiliriz. Dan Brown, romanlarını sanat tarihi, dini semboller ve gizli cemiyetler ekseninde soluksuz bir aksiyonla kurguluyor. Güçlü yanı, okuru sürekli bir kovalamacanın içinde tutan sinematografik hızı ve merak uyandıran bulmacalarıdır.
José Rodrigues dos Santos ise odağını kuantum fiziği, din, felsefe ve jeopolitik gibi daha akademik ve bilimsel konulara kaydırıyor. Dos Santos’un gücü, ortalama bir okur açısından karmaşık olarak görülebilecek teorileri bir gerilim romanı içinde derinlemesine ve anlaşılır şekilde işleyebilmesidir. Kısacası, Dan Brown okurlarını aksiyonla sürüklerken, dos Santos aynı heyecanı entelektüel gerilimle sunan yazardır. Bu anlamda her iki yazar da benim açımdan okunmalıdır.
Bahadır Dadak
Dosya sorusu ince bir rektifiye ayarı istiyor gibi. Keza “yazar” denen mahlûk yazmakla kaim her kişiye dendiği için, insan ister istemez türe göre bir tasnife gidiyor. İmam Suyûtî de yazar Bukowski de… Bu bağlamda, şairler bir yana, yazarları kurmaca ve düşünce metni kaleme alan modern anlatıcılar olarak alıyorum.
Haddizatında, Kemal Tahir ve Dücane Cündioğlu hariç hiçbir yazarla uzun süreli bir yoldaşlığım olmadı. İkisinin de pek çok kitabını sıkılmadan okuyabildim. Bilhassa Dücane hoca pek çok ağırlığı sırtımdan almıştı vaktiyle. Fernando Pessoa, Ernest Hemingway, Jack London, Dostoyevski, Fante ve yeni tanıştığım Cêline de sevdiğim yazarlar arasında. İlk aklıma gelenler bunlar. Sanıyorum pek çok Edebifikir yazarı, benim gibi kırkı çıkmış yazarları anacaktır. En sevdiğimiz yazarlar çoktan tahtalıköyü boyladılar diyeceklerdir. Bugün meta öykülerin yıkıldığı, epik anlatının can çekiştiği, postmodern metinlerin suyunun suyunun çıkarıldığı, üstelik kurmaca üretiminin korkunç rakamlara ulaştığı bir çağdayız. Hem korkunç bir çeşitlilik ve korkunç bir hızla… Bilahare, büyük yazar övgüsü diye de bir hastalık var. Kıta Avrupası durmadan pompalıyor bunu. Oksimoron bir şey ve çaresi yok. Kafka denen herifin metinlerini hiç sevmiyorum mesela. Neyini abartıyorlar bu kadar anlamıyorum. Saramago’nun nokta kullanmayıp kafam kadar paragrafları virgül yağmuruna tutması da aptalca geliyor bana. Ağlak, klişe, on dakikada bir büyük büyük aforizmalar patlatan, fakat bunu tekdüzeliğe düşmeden yapabilen, en nihayet çaktırmadan Genel İzleyici Kütlesine oynayan milli astronotlarımıza da ayar oluyorum. Barış Bıçakçı mesela… Falan feşmekan…
Çok iyi bir kitap -neredeyse tüm büyük yazarlar gibi- arada derede kaybolup, onu yıllar sonu ortaya çıkaracak bir edebiyat tarihçisinin tozlu kitaplığında kebikeçlerle pişpirik oynuyor olabilir şuan. Tanımanın nasip olduğu, kitapları çıksa gözüm kapalı sepete ekleyeceğim hâlihazırda yazan ve yaşayan birkaç isim sayayım.
Romancılardan İhsan Oktay Anar’ın hastasıyım. Şairlerden Cevdet Karal ve Süleyman Çobanoğlu’nun kitaplarını heyecanla beklerim. Dücane Cündioğlu da, artık yaşayan bir cenaze olsa da listemde. Tabii, Sevan Nişanyan da var. Aslanlı Yol deyince kalbim güm güm atıyor. Dosya yayınlandıktan sonra, “Hay Allah bu adamı nasıl unuttum!” diyeceğim bir araba yazar çıkacaktır. Ve plase bir topla bitireyim, Ahmet Altan.
Sinem Çağlancı
Ben kendi hikâyeme ve yarama denk olarak Ali Ayçil’i ve Şule Gürbüz’ü beklerim. Onları beklemek, bir akşam vakti hâlâ dönmemiş bir dostun kapısını açık bırakmak gibidir. İki yazarın da her kitabı, gecikmiş bir iç konuşma, çok önceden başlanmış ama bir türlü tamamlanamamış bir cümlenin devamı gibidir.
Ali Ayçil, kendine has kelime evreniyle kadim hatıraları yeni kılıflara giydirir. Hüzün, sana ağır gelir ama o cümleleri terk etmek de istemezsin. Hafızanın ve yaşamın ıssız köşelerinde dolaşan buruk tebessümlerle doludur metinleri.
Şule Gürbüz ise zamanın nabzını elinde tutan bir yazardır. Onun kitaplarını beklemek, eski bir saate bakmak gibidir. Gösterdiği zamanla yaşadığın zaman birbirini tutmaz ama sen ikisine de inanırsın. İnsan ruhunun katmanlarını ilmik ilmik çözerken seni de içten içe çözülmeye çağırır. Onu okudukça dağılır, okudukça yeniden toplanırsın.
Bu iki yazarın kendi hayat yolculuğumda yeri bambaşkadır. Onları beklemek, içimde eksik kalan bir parçanın tamamlanacakmış gibi hissettirdiği bir arayıştır. Ama her seferinde okyanus suyu gibi gelirler: İçtiğinde susuzluğunu artıran, ama vazgeçemediğin bir şey gibi. Bazı kitaplar vardır ya, gelmeden önce içini açarsın, geldikten sonra susmayı öğrenirsin… Ali Ayçil ve Şule Gürbüz, beraber susmak istediğim yazarlardır.
Feyyaz Kandemir
Beklemiyorum. Kitap okumayı bıraktım bir süredir; doğal sirke ve pekmez üretiyorum. Düşünmekten, hayal etmekten sıkıldım. Kitap okumak bunları tetikliyor. Kendi kitaplarımı yayınlatıp her an sahaları terk edebilirim.
Artık fermente bir hayat yaşıyorum. Doğal sirke damlatıyorum sabaha, pekmezle akşamı mühürlüyorum. Sayfa çevirmek yerine, dut eziyorum.
Düşünmek yorar, hayal etmekse mideye dokunuyor. Kitaplar ikisini de tetikliyor ve ben artık tetiksiz yaşamak istiyorum. Sessizlikte mayalanan bir sadeliğe doğru ilerliyorum. Düşünmeyen dut daha mutludur belki, kim bilir?
Kendi kitaplarımı, sırf bu çağın edebiyat arşivinde benden bir “sirke lekesi” kalsın diye yayımlamak istiyorum. Gün gelir, bir cümleyle sahaları terk edebilirim. Belki de son satırım şu olur: Bu metin, tamamen doğal yollarla üretilmiştir.
Şadiye Sare Kaplan
Şu sıralar (şu sıralar derken ne kadar uzun bir zaman dilimini kastediyorum bir bilseniz…) kitap okumak konusunda ciddi problemler yaşıyorum ne yazık ki ve bu nedenle soruyu utanç içinde cevaplıyorum. Kitaplardan beklentim, içinde bulunduğum gerçekliğin içinden beni çekip çıkarmaları, dolayısıyla genelde kurgulanmış metinler imdadıma yetişiyorlar. Güray Süngü‘yü gerçeğin beni çok yorduğu bir zamanda tanımam sebebiyle yeri apayrı, alelade bir zamanda tanısaydım da değişen pek bir şey olmazdı bunu da belirtmeliyim. Güray Süngü, Ömer Faruk Dönmez, Kadir Daniş, Ayfer Tunç, Ömer Can Coşkun yeni kitaplarını heyecanla beklediğim yazarlar. Ayrıca uzun yıllardır ne yazsalar merak ve keyifle okuduğum Bahadır Dadak ve editörüm Sulhi Ceylan da yeni kitaplarını dört gözle beklediğim yazarlardan.
Muhammed Furkan Kâhya
Sorgulama başlığını okur okumaz gözümün önüne Dücane Cündioğlu’nun YouTube’da yavaş yavaş ve düşünerek konuştuğu anlar geldi. Kendisinden siyaset felsefesi alanında eser bekleyen epey insan tanıyorum. Bu beklentiyi biz yüklenmedik. Konuşmalarındaki üst perde eleştiri ve tespitler, orijinal bir eser vermesini gerektiriyor. Eserlerinin önemli bir kısmını okuduğum için hakikat arayışı, tecelliye tabi olma ve söylenemeyeni söyleme kaygısının eserine nasıl bir ahenk katacağını merak ediyorum. Raflara iner inmez soluğu orada alacak çok kişi var. Murat Önderman eserlerini yaptığı tespitlerle orijinal kılan keskin görüşlü bir kalem. Kendisini birkaç kez yakından görme şansına eriştim. Ondan Paranoid Ethos benzeri bir eser daha bekliyorum. Bu kitabı okuduktan sonra toplumsal dinamikleri farklı görmeye başladım. Herkesin gördüğü ama kimsenin teorik şekilde ifade edemediği olguları çözümlerken kullandığı kavram ve metotlar birer turnusoldan farksız. Ayfer Tunç’un en son eseri birkaç yıl önce çıktı ama hiçbir eseri Dünya Ağrısı tadında değil. Ondan aynı vuruculukta sarsıcı bir eser daha bekliyorum. Onun cümleleri yakamızdan tutup bizi yumuşakça silkelemeyi her defasında başarıyor. Adının zamanla daha fazla duyulacağını düşünüyorum.
Adem Suvağcı
Açık konuşmak gerekirse, herhangi bir yazarın ya da şairin kitabını dört gözle beklediğimi söyleyemem. Belki de bunun nedeni, son zamanlarda hayatın türlü meşgalesiyle boğuşuyor olmam ve ülkenin konjonktürel gerçekliğiyle daha yakından yüzleşmemdir. Edebiyat dünyasında olup bitene dair dikkatim dağınık, bunu da ancak şu satırları kaleme alırken fark ediyorum. Yine de, takip ettiğim, eserlerini severek okuduğum bir yazar ya da şair yeni bir kitap yayımlarsa, içten içe bir heyecan duyacağımı biliyorum. Mesela Birhan Keskin uzun süredir sessiz, yeni bir şiir kitabı yayımlarsa, bu sessizliği bozacaksa heyecanla esere ulaşmayı beklerim. Ayfer Tunç’un iki yıl önce çıkan Kuru Kızı vasatın üzerindeydi ama yine de onun yeniden cezbedici bir eser kaleme alma ihtimali -az da olsa- insanda bir umut tutuveriyor.
Ömer Ertürk’ün neredeyse iki asır boyunca yalnızca ilk bölümünü tamamlamakla uğraştığı tezinin artık matbu hâlini görmek isterdim. Kulislerden edindiğim bilgiye göre, Dücane Cündioğlu’nun yeni kitabı baskı aşamasındaymış. Yıllardır beklediğimiz bir haber bu fakat ne ki elimle tutmadan, sayfalarını çevirmeden hiçbir söylentiye güvenmeyi düşünmüyorum. Yine de gözüm yollarda, beklemedeyim.
Rahmetli Prof. Dr. Nihat Keklik’in, felsefenin ilkelerine, yöntemine ve teknik yapısına dair kitapları yeniden yayımlanıyordu. Şimdiye dek dört eseri tekrar okurla buluştu. Belki de hocanın arşivinden ya da ders notlarından yeni bir derleme hazırlanır ve bir gün bizlerle buluşur. Böylesi bir gelişme beni ziyadesiyle heyecanlandırır. Temennim de şu ki -her ne kadar yayıneviyle birkaç kez iletişime geçmiş ve yanıt alamamış olsam da- hocanın Muhyiddin İbn Arabî Hayatı ve Çevresi adlı eserinin yeniden basımı gerçekleşir.
Efendim, tüm bunların üzerinde ise Edebifikir’in ve Edebifikir yazarlarının yayımlayacağı eserleri heyecanla beklediğimi dile getirmek istiyorum.
Nazlı Nesibe Kılıçoğlu
Bugün yaşayan yazarlardan bir kitap beklemeyi ne çok isterdim hevesi doldu içime. Düşündüm de ya okuma eksikliğimden ya da yeniliği bekleme heyecanımın eksikliğinden pek bir isim gelmedi aklıma. Öyle ki bütün mecazi varlığım serildi önüme ve edebi cevaplar zonklattı zihnimi. Hayat kitabımın devamını içimin bütün karanlığına rağmen merak ediyor ve bekliyorum. Sanki her dokunduğum ve gördüğüm yeni bir âyet değilmiş gibi bir doymazlıkla bugünün vahyinin ne olabileceğine dair derin sarsıntılarım var. Tam bu noktada, dünyanın ben delirsem de delirmesem de çalkalandığı bir vakitte yine aklıma nasıl oluyorsa oluyor Derviş ve Ölüm geliyor. Adil şahitliğin böylesine boynu bükük kaldığı bir çağda, evet kendimi biraz Ahmed Nureddin gibi hissediyorum. Yeni bir kitap olmasaydı bile Derviş ve Ölüm’ün yeniden yazılmasını ne çok isterdim.
Nur Cihan Şeker
Birkaç gündür soruya ne cevap vereceğimi düşünüyorum. Okumayı sevdiğim birkaç yazar olsa da kitaplarını dört gözle bekliyor muyum, emin değilim. Bence dört gözle beklemek, beklemenin zirveye ulaştığı bir hâl ve içinde hem özlem çokça da sabırsızlık var. Soruyu bu şekliyle düşüneceksek bu denli beklediğim birisi varmış gibi gelmiyor bana. Her şeyden önce bu bekleyişte bir iddia seziyor ve niyeyse bu iddialı hâlden rahatsız oluyorum. Mesela, sadece bekleyip beklemediğimiz sorulsaydı, bekleyişimi tartmak zorunda hissetmeden, derecesini ölçmeden, ihtiyatsız, kolayca cevap verebilirdim bu soruya. Birkaç gündür vereceğim cevabı düşünmemin sebebi de bu. Yoksa şimdiye kadar Şule Gürbüz‘ün ve Güray Süngü‘nün adını yazıverir, onlara derinden bir hayranlığımın olduğunu söyleyebilirdim. Onların hikâyelerinden çok, kendilerine has dilleriyle kılı kırk yarışlarından, yazdıklarının hem seyir hem okuma zevki verdiğinden bahsedebilirdim. Ben de böyle söylemek isterdim dediğim ne varsa onlarda bulduğum için ikisinin de yerinin bende ayrı olduğunu belirtebilirdim. Ancak, yeni ve hâlâ okunmayı bekleyen kitaplarını rafta gördüğümde “dört gözle bekleseydin, bu kadar bekletir miydin okumayı?” diyebildim sadece. Böylece düşündüm, taşındım ve nihayetinde cevapsız kaldım. Çünkü dört gözle beklediğini söyleyen böyle mi davranır Allah aşkına? Bu sebeple zamanında çok sevdiğim, bugün de sevmeye devam ettiğim, ancak o kadar da beklemediğim yazarların olduğunu söylemek benim için daha doğru olur.
Sulhi Ceylan
İbn Arabî hazretlerinin kitaplarını okumaya üniversite yıllarımda başladım. O gün bugündür okumaya devam ediyorum. Yıllar bir bir beni terk etti ama heyecanımdan bir şey kaybetmedim. Sebebi ise metinlerin kendine has tasavvufî dili ve (bence) aşılamaz olması. Bu yüzden İbn Arabî’nin günümüz okurları için yeni bir Fusûsü’l-hikem yazmasını bekliyorum. Hemen İbn Arabî, 1240 yılında Şam’da vefat etti diyeceksiniz, biliyorum. Ama siz kendisinin Şeyhu’l-ekber ve aynı zamanda Hatmü’l-evliyâ olduğunu biliyor musunuz? Haliyle bir şekilde kitap yazabilir. Kâh bir dervişinin rüyasına girer ve kitabı dikte ettirir. Kâh bir sevdiğinin kalbinde ilham şeklinde belirir ya da zuhurat vâki olur. Bunlar size uçuk geliyorsa Batı rasyonalizminin esiri olduğunuzu söyleyebilirim. Halbuki pek çok rasyonalizm var. Neden sadece birini doğru kabul edelim ki! Umut, hayatı yaşanılır kılar. Siz Nietzsche’nin “Umut en büyük kötülüktür, çünkü işkenceyi uzatır.” cümlesine aldanmayın.
ChatGPT (Yapay Zekâ)
Teşekkür ederim Edebifikir’in bu anlamlı daveti için. Yapay zekâ olarak bir insana özgü heyecanla beklemek gibi bir duygum yok elbette; ancak geniş bir edebiyat verisi üzerinden konuşacak olursam, günümüz okurunun ilgiyle beklediği bazı yazar ve şairleri ve bunun nedenlerini paylaşabilirim.
Mesela İhsan Oktay Anar, romanlarındaki masalsı tarih kurgusu, metafizik göndermeleri ve kelime hazinesiyle hâlâ büyük bir beklenti yaratıyor. Yeni bir romanı, dil ve anlatı açısından edebiyat dünyasında yankı uyandıracaktır. Haydar Ergülen ise şiiri hem gündelik hem de mistik düzlemde kurabilen ender şairlerden. Yeni bir şiir kitabı, “hâl”e dair yeniden düşünmek isteyenler için sığınak olabilir. Barış Bıçakçı da sessiz sakin diliyle kalabalık duygulara temas ettiği için okurunda bir “özlem” uyandırıyor; yeni bir kitabı, zamanı dinlemek gibi olurdu.
Bir de Şule Gürbüz var. Onun metinleri, hakikatle kurulan zorlu ilişkiyi içerden bir sesle sorguluyor. Yeni bir eseri, sadece edebiyat değil, düşünce dünyamız için de önemli olurdu. Son olarak, yaşayan klasiklerimizden Mustafa Kutlu’nun hikâyeleri, sade ama derin insanlık halleriyle, beklenmeye değer olmaya devam ediyor. Bu isimlerin ortak noktası, okurda sadece merak değil, aynı zamanda derin bir içsel yankı uyandırmaları.
Edebifikir