Kadınların her daim haklı olduğu görüşü, kadınların yanı sıra erkekler tarafından da savunulan bir ata sporu haline geldi. Gelmediyse de gelmek üzere. Acaba işin hakikati nedir? Kadim dünyada erkekler kadınların üzerinde haksız bir tahakküm mü kuruyorlardı? Dün sineye çeken kadın, bugün niçin savaş baltalarını çıkarıyor? Şurada bilmem kaçıncı meşrutiyete kadar güllü şalvar giyen ninelerimiz, vakarla yürüyen sert mizaçlı dedelerimize niçin yeni gelin gibi aşkla bakarlardı acaba? Bizi dokuz ay karnında taşıyan cefakâr bir annenin haksız olduğu yerler olamaz mı? Sorun ontolojik mi yoksa hukuki mi? Esasında “insanın haklılığı” üzerinden tartışmak istediğimiz sorgulama konusunu “kadın imgesi” üzerinden belirginleştirdik ve “Kadınlar her zaman haklı mıdır?” diye sorduk.
Sorgulamamıza 7 erkek ve 7 kadın olmak üzere toplam 14 yazar katılmıştır. Edebifikir, kişilerin, fikirlerini özgürce ifade edebildikleri bir platform olup hiçbir yazarımızın görüşüne sansür uygulanmamıştır.
Evet, sorgulama konumuz: “Kadınlar her zaman haklı mıdır?” Siz de cevabınızı yorum bölümümüze yazabilirsiniz.
***
Tuğçe Gök
İblisin Günlüğü
Ben İblis;
Çok uzun zaman önce yeryüzüne sürgün edildim. En az Âdem ve Havva’yı cennetten sürgün ettiren o ayartıcı elma kadar günahkâr, çirkin ve tiksindiriciydim. Lanetli ayaklarımla toprağa bastığım ilk günden beri sayısız savaş, yıkım, kıyım gördüm. Kan gövdeyi götürüyordu. Kan gövdeyi götürüyordu ve ben köşeme kurulup bilenmiş dişlerimle manzarayı seyrediyor, aynalara yansıyan çirkin suratımla gülüyordum. Gülüyordum; çünkü işte burası “benim” krallığımdı. Gülüyordum; çünkü “artık dünya benim krallığımdı.”
Bana karşı savaşan tüm ilahi kitaplarda “Öldürmeyin!” buyruğu yankılanırken ben öldürmenin “haklı sebeplerini” örümcek beyinlerle uyuşmuş ruhların kulağına küf kokan ıslıklı nefesimle fısıldıyordum ve onlar benim fısıltımı bir haykırışa, bir “hırlayışa”, bir katliam çağrısına dönüştürüp birbirlerini katlediyordu. Kan gövdeyi götürürken köşeme kurulup bilenmiş dişlerimle manzarayı seyrediyor, aynalara yansıyan çirkin suratımla gülüyordum.
Bana karşı savaşan tüm insancıl hukuk sistemleri “yaşam hakkı” diye bağırıyor, ben “haksız olanların öldürülebileceği” fikrini kokuşmuş vicdanların kana susamış ruhlarına çürümüş nefesimle üfleyip köşeme çekiliyordum. Çürümüş nefesim kokuşmuş vicdanlarda bir kasırgaya dönüşüyor, “haksızı öldürmenin hak olduğu” fikrini bir vaaz gibi derisine geçiren katiller, bir çocuğun oyun zevkiyle insanları katlediyordu. Samuray kılıçlarıyla sokak ortasında “doğranan”, gövdesinden koparılan başıyla surlardan yuvarlanan genç kızların haberlerini alıyordum artık. İşin garip tarafı; artık çocuklar da katlediliyordu. En çok da kız çocukları. Kimi öldürülüp çuvallara tıkılıyor, kimi daha adını bile söyleyemezken tecavüze uğruyordu. Adını söyleyemeyen küçük kız çocuğu da mı haksızdı? Bazen aynadaki pis suratıma bakıp düşünüyordum; kendimi sorguluyordum: “Haksızlar öldürülebilir derken çocukları da mı kastetmiştim? Öldürülenler her zaman haksız mıydı?” Aynalar kulağıma cevabı fısıldamaktan âcizdi.
Acziyetimle dünyada bir süprüntü gibi dolaşırken; çürümüş bir nefes, kokuşmuş vicdanıma bir şey fısıldadı: “Acaba öldürülenler her zaman haklı mıydı?”
Evet; bu sadece bir “fısıltı”ydı; ama içimde bir yangına, bir yıkıma, bir kıyıma dönüştü. Karşısında durmaya imkân yoktu.
Bütün pisliğimle fısıltının kaynağına dönüp ceketimi ilikledim, şapkamı çıkarıp önüme koydum ve bu “mübarek” fısıltının karşısında saygı duruşuna geçtim. Boynuz kulağı geçmiş, karga gözümü oymuştu. Bükemediğim eli öpmek geldi içimden. Ama ürktüm; fısıltının ardında bir samuray kılıcı sallanıyordu. Dünyaya indiğim ilk günden beri kara günler için yanımda taşıdığım savaş baltamı çıkardım. Baltanın metal gövdesinde kirli parmaklarımı gezdirdim. İşte şimdi güvendeydim;
SAMURAY KILICINA KARŞI SAVAŞ BALTASI!!!
mehmet raşit küçükkürtül
“kadınlar her zaman haklı mıdır?” sorusu gündelik hayatta ortaya çıkar. sanki bu, bir iletişim probleminin huzursuzluğuyla ağızlardan dökülüveren bir cümle gibidir. problem de yeryüzünün değil, türkiye’nin cinsiyet yapısına mahsus bir problemdir. niye böyle bir problem vardır? bunun tahlili, nereden baksan 2000 kelimelik bir yazı tutar. kısa keselim, aydın havası olsun: biliyorsunuz bugün bütün yeryüzü batı medeniyetine yaslanan, kâfir, kapitalist bir dünya sistemi’nin tahakkümü altında yaşıyor. dünya sistemi, tahakkümünü yahudileri ve kadınları istismar ederek, azdırarak kurdu. bazı yahudiler, istismar edildiklerini düşünüyor fakat kadınların istismar edildiğini vurgulayan bir kadın hareketi vs. var mı bilmiyorum, denk gelmedim.
ikinci cihan harbi’nden önce türkiye’nin nüfusunun takriben %80’i köylüydü. rastlamışsınızdır, avrupa’daki birçok ülkeden evvel türkiye, kadınlara siyasî seçimlerde rey verme hakkı tanıdı. o günlerde kadın hakları temsilcileri, kadınların sadece rey verme değil, seçime girip mebus vs. seçilebilmeleri için de uğraşıyorlardı. reisicumhur m. kemâl paşa, kendisini müracaat eden kadınlara: “erkekler askerlik yapıyor, siz ne yapıyorsunuz?” ve “mebusluğu istiyorsunuz, askerliği niye istemiyorsunuz?” gibi cevaplar veriyordu. sonunda askerlik gibi bir vatan vazifesi görmeksizin mebus olma hakkını elde etti kadınlar.
ikinci harp’ten sonra da köyden şehre yığılmaya başladı halkımız. şehirde de yukarıda bahsettiğimiz dünya sistemi’nin azdırmaları vardı. zaten anadolu’nun sosyal yapısında celalî isyanlarından beri derece derece zayıflama, şahsiyet düşüklüğü görmeye başlarsınız. ahmet caferoğlu’nun 1940’larda yaptığı derlemelerde kaydettiği bir manide “ham teyek asmaları/kızları yosma eden/ingiliz basmaları” deniyordu. rahmetli anneannem (doğ. tar. 1932), taaccüp ederek annesi emsali eltisinin “erkeğin yakışıklısı değil, cebi paralısı olur” sözünü naklederdi ki bu elti de köyde yaşayıp ölmüş bir kadındır. şimdilerde ülkemiz kadınları, mübadele ve tehcir felaketine giden dünkü ekalliyetler gibi hoyrat bir şekilde o naylondan “her zaman haklı” oluşlarına abanmış, hırsla yaşıyor. çarşıya çıktığınız zaman satın alınacak nesnelerin çoğu kadınlara hitap ediyor. dün askerlik gibi bir “vatan borcu” altına girmeden milletvekili olma hakkını elde etmişlerdi. bugün “pozitif ayrımcılık” diye diye her şeye el koydular. dünya sistemi, kendi leş düzenini sürdürmek için bu kullanışlı ve hırslı varlıkları koştururken erkeklerin dilinden şuursuzca dökülen bir cümle: “bir sigaramız var yahu”. bir kadına sigarayı bırakması gerektiği söylendiğinde kurmayacağı bir cümledir: “bir sigaramız var yahu”. erkek attan inmiş, pusatı “bireysel silahlanmaya hayır” diye elinden alınmış, avrat ise dünya sistemine kaçmış.
Sinem Çağlancı
Aslında nisa taifesi her zaman haklı olmayı değil anlaşılmayı ister. Ama maalesef ki anlaşılamamanın ürünü olarak savunma mekanizmamız bizi haklı olmaya zorlar. Haklı çıkmak için elimizdeki tüm imkânları sefer etsek de kökümüzde anlaşılmamanın huzursuzluğu vardır. Yaratılış olarak girift bir zihin algoritması ile çalışan kadınlar zihin haritası daha mantıksal olarak bakan erkeklere göre daha duygusal kalıyor. Önsezileri ve içgüdüleri daha kuvvetli olduğu için karşı tarafın düşünmeden düşünme eylemini gerçekleştiriyor. İki farklı zihin oluşumundan birbirini anlamaya çalışmasını beklediğimizde ego savaşları ortaya çıkıyor. Oysa kadın da erkek de tamamlanmak için gönderilmiş. Kendinde olmayanı erkekle tamamlar. Erkek de, kendinde olmayanı kadınla… Bu muhteşem döngü kadın ve erkeğin bir bütüne ulaşmasını sağlar. Kadın her konuda haklı mıdır, bilmiyorum. Ama her konuya göre değişen göreceli bir durum bu. Erkek veya kadın ayrımına girmeden insanlığa uyan ve insanca yapılan her eylemin yanındayız. Nice kadınlar var fikirleri zikirleri Hakk’ın razı olacağı, direniş işçisi, ümmetin kalemi; nice kadınlar var esfel-i safilinin daimi üyesi. Aynı durum erkekler içinde geçerli. Bu yüzden cinsiyetçilik kavramı üzerinden haklı olmanın ayrımına girmeden fikri ve zikri hakikate uyan her ışık kalbimizde bir filizi uyandırır diyebiliriz.
(Edebifikir’i böyle cinsiyetçi fikirlere sürüklediği için de kimsenin fark etmediği bir biçimde içimizden kınıyoruz.)
N. Cihan Karakurt
Kelime hakkımı mümkün olduğunca en azıyla kullanacağım. Önce soruya cevap vereyim: Kadınlar her zaman haklı değildir. Her zaman haksız da değillerdir. Zaten haklılık bir maharet değil ama yine de bir haklı arıyorsak kadınların bu konuda oldukça hamarat olduğunu söylemek gerek. Ben doğuştan haklı olmaya elverişli olduklarına inanıyorum. Erkeğin idareci olarak yaratıldığı yerde haklı olma avantajı da onlara verilmiş. Ontolojik bir mesele yani. Kırılgan, duygusal, kolay etkilenen, basit yanılabilen, erkeğe nispeten zayıf, güçsüz ve şefkate muhtaç olmaları, onlara böyle bir paye veriyor. Bunlar tümüyle olumsuz özellikler değil elbette. Her iki cinsin de zayıflıkları ve zaafları var. Erkeğin işlerine müdahale etmedikleri, “Biz kadınlar şöyleyiz, siz erkekler böylesiniz” türü boş cümleler kurmadıkları ve kendi yaratılış özelliklerine göre davrandıkları sürece bir problem görmüyorum haklı olmalarında. Kabullendiğimiz ve kabullenmemiz gereken dünya kadar şey varken varsın kadınlar hep haklı olsun. Onları haklı çıkarmamak için kırk dereden su getiren erkeklerin de daha önemli işleri olduğunu düşünüyorum.
Z. Rumeysa Topal
Haklarım Seni!
“Hakkı haklının hakkını yemiş. Haklı, Hakkı’dan hakkını istemiş. Hakkı, haklıya hakkını vermeyince haklı da Hakkı’nın hakkından gelmiş.”
Maslow’un hiyerarşisi ihtiyaçlarımızı; Jellinek’in negatif, pozitif ve aktif statüden oluşan ölçütleri, haklarımızı belirlemede yeterli mi? Göz hakkı, kul hakkı, söz hakkı hangi statüye dâhil edilmiştir? Yüzyıllardır süregelen haklar tartışmasında “lambada titreyen alevi üşüten” Mihriban mı haklıdır yoksa “yazı kışa çeviren” Leyla mı haksız? Bu bakımdan kadın ve erkek arasındaki hukuki bağın temelini Hz. Âdem ile Hz. Havva’ya dayandırabilir miyiz? Yahut bir “kördüğüm” ile hitama erdirebilir miyiz?
Bu ve benzeri soruların cevapları için yine insana yönelmeliyiz, insanlığa dönmeliyiz. Belki de yaradılışa. İnsan yaratılış gereği sahip olduğu özellikleri, kusurları, yetenekleri, mizacı vs. fark ettiğinde -birebir karşılığı olmasa da kanuni deyimiyle pozitif ayrımcılık gerektiren hususları- idrak ettiğinde, birbiri üzerinde tahakküm kurmaktan, hak yarışından ziyade cevherini, varoluşun kıymetini anlama ve eşrefi mahlûkat olmanın künhüne vâkıf olma gayretine bürünür.
Nitekim Mecnun’u çöllere düşüren Leylâ 21.yüzyılda yaşasaydı, cefakâr annesi haklı olmanın ötesinde, yine diyecekti ki: “Çıkarken çöpü döküver. Ben mi dökeyim? Bi’ kere de ben demeden odanızı toplayın. Aynı halanıza çekmişsiniz!”
Bahadır Dadak
Kadınlar her zaman haklı olmasaydı, cin fikirli bir panayır çingenesinin aklına kütür kütür Amasya elmalarını bal-şerbete bandırıp millete şeker diye kakalamak fikri gelmezdi. Pablo Neruda Şili’de devrim hazırlığına girişmezdi. Michelangelo’nun yonttuğu kanatlı putlar Jodie Foster’ın gençlik fotoğraflarına benzemezdi. RedBull kanatlandırmazdı. Rahşan Ecevit ikinci bir hatayı asla affetmez, adamın gözünün yaşına bakmazdı. Kıbrıs bir Türk yurdu olmaz, Ayşe tatile çıkamazdı. Sanat tarihinden hele hiç bahsedemezdik. Adger Allen Poe, Annabel Lee’nin yattığı kumları adı gibi ezberlemezdi. Aysel Hanım, Atilla Beyin başına leş kargaları gibi gelemezdi ki gideyazsın da geceler sarışınlığını dağıtmasın. Sırf ritmi yavaşladı diye hüzünlü zannedip iç geçirdiğimiz çemberli türkülerimizin topu şehvet kumaşından dikilmedi mi? Sanat tarihi azgın tekelerin ve kuyruk sallayan ceylanların tarihidir. Şahsen ben taksimattan gayet memnunum, anlamsız dizelerden, lüzumsuz kafiyelerden razıyım. Gölgesini bırakın, heyulası görünmesin, evvela namluya şu dizeler sürülür: ‘”Yoluna koymuşum can ile seri / Koynunda beslemiş ayvayla narı / Çözüp düğmeleri göresim gelir” Saniyen, işin aslı şudur: Kadınlar, erkeklere nispeten cinsel arzularına gem vurabilen mahlûklardır. Dünya bir öküzün boynuzunda sallanmıyorsa da bir dolap beygirinin kuyruğunda döner durur. Hilkât icabı… E yüce Mevla da asma yaprağını sade hacennem sarma sarsın diye yaratmadı herhalde. Erkek de fıtratı mucibince bulursa bir duvar dibi yaslanacak. Alına al, moruna mor diyecek. Âlemin kerizi Kerem değil ya, saçının top kâkülüne şu pis canım kurban olsun Aslı’cığım diyecek. Kötüsü gelirse kepçe operatörü olacak, yine o dağı delecek. Ne yapsın, yoka taş mı değermiş canım… Sarmanın pirincini kurutacak, taşını bir güzel ayıklayacak. Bulamazsa bir duvar dibi, o zaman ne yapacak? Ölüme yatar gibi imgeye yatacak. Hayat taş gibi ağır, şakaları komik değil. Tebeşir tozu değil ki kusunca dinsin ateşi… Adem’in çocukları ne yapsındı? Tatlı canına kıyıp reddi miras mı yapaydı? Baba sırrı değil mi evladın, ne gördüyse onu yapacak. Haklısın diyecek, sensin, al sevgilim, çiçek! Ya; sensin Yarabbi diyecek, aldığını emanet bilip başını önüne eğecek, ya ferahnak şarkılarla ruhunda bahar bulacak. Vuracak sazın teline, kirazdan küpe, kayısıdan reçel yapacak. Allı pullu kelimeleri kara kazanda kaynatıp dut pekmezinden şiir falan yapacak ne yapsın fakir! Son tahlilde Şule Gürbüz ve Semiha Ayverdi türevi cins-i latifler istisna, kadınlar her zaman haklıdır ve Karacoğlan evliyanın reislerindendir.
Fatmanur Petek
Kadın her zaman haklı değildir çünkü insan her zaman haklı olamaz. Evet kadın da insandır demek istiyorum. Buradan “Kadının bir ruhu var mıdır?” sorusunun sorulduğu patriyarkal düzene uzanırsak oradaki karanlığın Allah tarafından en ekmel peygamberin dünyaya indirilmesi suretiyle kadına bir hayat bahşedilerek dağıtıldığı saadet çağına bakmamız gerekir. Kız çocuklarının diri diri gömüldüğü bir zamanda kızına Zeynep yani babasının süsü ismini veren en güzele varmış oluruz böylece. Diğer bir kızına da babasının annesi diyerek kız çocuklarını toprağın altından çıkarıp yüceltir ve kadının magmadaki değerini ait olduğu yere koyuverir. İşte kadının böylesi bir karanlıktan ideal aydınlığa çıkmasıyla tarihteki en saadetli noktalardan biri yaşanmış olur. Sonraki süreçse gerçek İslam’a uzaklaşan insanlığın hal-i pür melalidir. Ardından erkek egemenliğinden bunalan kadının başkaldırma girişimi olan ve eline fırsat verilse Amazonlar gibi yaşayıp erkeklere geçmişte patriyarkada kadına uygulanan tarifenin aynısını uygulayacak feminizm sakatlığına gelinir. Batı patriyarkadan çıkamadığı için Batı’ya özenen günümüz toplumu da kendini hâlâ patriyarkada zannederek feminizm gibi bir antidot kullanmaktadır. Tabii hâlâ kendi patriyarkasından çıkamayan erkekler yok değildir ama her erkeğin böyle olmadığını feministler de inkar edemez. Kanaatimce manosfercilerin ve feministlerin uzaya gönderilerek birbirlerini yiyip bitirmeleri bu sorunun çözümü için tek çaredir. İmkânsız yani. Madem toplum İslam’a çok ışık yılı mesafesinde o halde saadet asrından bu kadar uzak olmaları da hak edilmiş görünüyor.
Kadının mahiyeti ve haklılığı konusunda da şöyle bir bağlantı olduğunu düşünüyorum. Kadın ve erkek bir tek nefisten yaratılmıştır ve bu nedenledir ki iki tarafın da birbirleri üzerinde bir üstünlük kurmaya çalışmasıyla ortaya çıkan tablo çok komik görünüyor olmalı. Kadının bir adım geride durması gerektiği hususu kadının bir eksikliğinden değil olsa olsa hususiyetleriyle ilintilidir. Bu yarattığını çok iyi bilen Allah’ın kadını kadına anlatmasıyken belli ki şeytan yollara oturmuştur ve kadının İslam’daki yeri konusunda kafaları kurcalamaktadır. Kadınlar özellikleri itibariyle dış etkilere karşı bağışıklığı erkeklere oranla daha düşük insanlardır ve bu nedenle ona, çiçeğe davranır gibi davranmayan dünyaya öfkelidir. En güzel’in bir sözünde “Kadın eyeğidendir, doğrultursan kırarsın. Ona iyi muamelede bulun onunla yaşa.” buyurulmaktadır. Sonuç olarak kadınlar her zaman haklı olamaz çünkü çiçektir.
Mücahit Emin Türk
İtalyan şair Casere Pavese “Kadınlar, düşman bir ırktır, tıpkı almanlar gibi” der. Düşmanın her zaman haklı olması düşünülebilir mi? Düşman, savaşta mağlup edilen ve köleleştirilen unsurdur. Pavese, bugün yaşasaydı herhalde düşman ırkın dünyanın her tarafını istila ettiğini, tahakkümü altına aldığını ve kendisine karakol olarak alışveriş merkezlerini seçtiğini söylerdi. Tarım toplumu, kadını ikinci sınıf hâle getirdi diyor tarihçiler. Bunun yalan olduğunu bugün gördük. Üretim ilişkileriyle alâkası yokmuş. Kadınları, Buda heykeli gibi dünyaya lök oturtan ve hiç ölmeyecekmiş yaşama iştahıyla azdıran kapitalist tüketim toplumuna kadınlardan hiçbir cevap gelmedi. Tam tersine, kendilerine uzatılan havuca doğru koşup duruyorlar. Ne havuç bitiyor, ne de yoruluyorlar.
Şeyma Subaşı
Kadınlar her zaman haklı mıdır? Kadınlar her zaman haklı olsa da bunun feministçe bir söylemle savunulması gerekmiyor. Hatta kadınlar bence bunu “hak etmiyor.” Bununla beraber İslamî çevrelerde ya da bizim gibi insanlar arasında bile bu tip söylemlerin kabul görebildiğini görmek beni şaşırtıyor doğrusu. “İzm’ler idrakimize giydirilen deli gömlekleri…” Kendimi izm’lere hak vermeye çalışırken bulduğumda ya da herhangi bir izm’in iyi yönünü alıp yola devam ettiğimde kadını yüceltmeye çalışırken onun değerini asla ortaya koyamayan ve hakkını teslim edemeyen feminist söylemlerle karşılaşıyorum.
Öte yandan günümüzde son zamanlarda toplumda artan cinayetler, olumsuz hadiseler kadına ve anneye bakışı yeniden düşünmemizi gerektiriyor. Bu din bizim neyimize nasıl yetmiyor sorusu insanın kalbine ve aklına bir kama gibi saplanıyor. Sorun ne yeşil sarıklı ulu hocalarda ne de başkasında: Hepimizde.
Sezai Karakoç yıllar önce “Bir kadını al, onu yont yont anne olsun.” derken ne önemli ve güzel bir şeye dikkat çekiyordu. Evet cennet annelerin ayakları altındadır ve fıtratında annelik olan insan yalnızca kadındır.
Toplumu ayakta tutacak olanın kadın olduğunu söyleyen âlimler, doğru bir yerden bakıyor meseleye bana kalırsa. Ve bu husus böylesi geleneksel ve İslam kültüründen gelen hatta neşet eden bir toplum olmamıza rağmen ihmal ya da kulak ardı ediliyor olabilir. Yani bu sözü hiçbirimizin mevcut şartlarda algılayabildiğini düşünmüyorum. Sonunda hepimize çıkacak bir faturanınsa bu sözde saklı olduğunu düşünüyorum. Kim ne kadar burun kıvırırsa kıvırsın.
Konuya İslamî pencereden bakmak, belki sizlerin de sorunuzda bahsettiğiniz gibi anne duası yönünden ya da başka yönlerden bakmak bize daha haklı cevaplar sunabilir. Eğer mesele haklılıksa? İslam dedik. Öte yandan kadınların haklı olup olmaması dedik. Şöyle bir sahih hadis de var malumunuz: “Kadınların haklarını yerine getirme hususunda Allah’tan korkunuz. Zira siz onları Allah’ın bir emaneti olarak aldınız.” Yani bu haktan da öte bir emanet meselesi desek sizler erkek egemen bir yayın kurulu olarak neler söylemek istersiniz acaba?
Bu arada ben sorunun en çok “Bizi dokuz ay karnında taşıyan cefakâr annenin haksız olduğu yerler olamaz mı?” kısmında takılı kaldım. Bu da tamamen duygusal bir mesele olsa gerek. Aslına bakarsanız haksız anneyi haklı kılan ve bize ötede haklı olmayı öğütleyen bir güzel din var. Temelde aslında buna dikkat çekmek istedim. Bu sizce de çok manidar değil mi?
Oğuzhan Yılmaz
Mantık bilmeyen kadının haklılığına güven olmaz, fehvasınca kadınlar pek tabii her zaman haklı değildir. Zira olayları çoğu zaman duygu penceresini ardına kadar açıp seyreyleyen bir kimsenin meselenin hakikatine odaklanması çoğu zaman mümkün olmaz. Hâl böyle olunca tabiatları gereği meselelere yaklaşımlarının duygusal özgül ağırlığı bir hayli fazla olan kadınların, haklılık katsayıları da buna bağlı olarak düşüş gösterecektir. Ancak mutlu olmak isteyen bir erkek için, bunların hiçbir önemi yoktur. Nitekim dün sineye çeken bir kadın olmadığı gibi bugün de bulabilmek muhaldir. Erkeğin bir kadının savaş baltasını çıkarmasına sebep olması ise bile isteye büyük bir vebalin altına girmesi, kendine bu ıstırabı reva görmesi demektir. Bu vebali boynuna almaktan geri durmadığı takdirde ise balta yeterince tehlikeli bir araç olacaktır. Aristoteles’e göre her insan gibi erkeklerin de temel amacı mutluluğa ulaşmaktır. Aristo mantık ilkelerinin yer aldığı kitabı Organon’da bu hususa kanımca şöyle değinir:
Erkekler mutlu olmak ister.
Erkeğin kadına haksız olduğunu söylemesi uyumu bozar, çatışma ve mutsuzluk getirir.
Öyleyse erkeklerin mutlu kalabilmeleri için kadınlar her zaman haklıdır.
Bu çerçevede düşündüğümüzde, kadını her zaman haklı görmek ya da öyle kabul etmek gerekir. Kadının haksız olduğu herhangi bir durum çatışma doğurup uyumu bozacağı için erkeğin yanlış algısından, galat-ı hissinden ibarettir. Bu durumda ise kadınların haklılığı, erkekler için mutluluğun temel koşulu olarak zorunlu bir gerçeklik hâline gelir. Bu gerçeklikten kopuş nispetince erkeğin mutluluğu baltalanır.
Fatmagül Keser
Kadının insan olmadığı bir durumu tahayyül edebilirsek “kadınlar her zaman haklıdır” da diyebiliriz. Kadının insan olmaması ne kadar imkânsızsa her zaman haklı olması da bir o kadar imkânsızdır ve her konuda haklı olduğunu iddia etmek de cesaret işidir.
Erkeklerin kadınlar üzerinde haksız tahakküm kurması örneğini İslamiyet öncesi cahiliye devrinde çok net görebiliyoruz. Kız çocuklarının zerre değerinin olmadığı yetmezmiş gibi diri diri toprağa gömülmesi, kız çocuğu olan babaların lanet okuması ve daha niceleri gibi. İlkbaharda açan o körpe çiçeği koca çizmeleri ve nasırlı elleriyle eziverirlerdi zannımca.
İslamiyet öncesi karanlık çağda, ataerkilliğin ve cehaletin had safhada olduğu bu dönemde İslamiyet’in nuru ay gibi parlayarak çıktı geldi. O zamanın en değersiz ve paçavra olan “şey”i kadınken, bir yan bakışla dahi incinecek narin bir çiçekmiş gibi değerine kavuştu. Ve kendisi tarafından kızına, “kalbimin çiçeği”, “ciğerparem” diye seslenilen kız çocuğunu biricikleştirip onu, değeri paha biçilemez bir hale getiren peygamber de İslamiyet’le geldi. O, Allah’ın Resulüydü. Onun önderliğiyle erkeğin kadın üzerindeki tahakkümü kırılmaya başladı.
Fakat zamanla durum farklı ve değişik hale bürünerek kadın, insan değilmiş gibi yücelmeye; erkekler, kadınlar karşısında eğilip bükülmeye başladı. Erkekler de kadınlar da her konuda kadını haklı görüyordu. Zamanla erkek, kadının sözünden çıkmaz hale gelerek “kadın ne derse haklıdır.” demeye başladı. Ve artık kadın, koşulsuz şartsız haklıydı. İhtiyacı olan “değer”i sonsuz haklı olmak hediyesiyle elde etti çünkü. Şimdi düşünecek olursak kadın da insan. E insan her zaman haklı değildi. Nerede eşitlik?
Kadın haklarını savunmak başlı başına ayrımcılıkken neden eşitlikten söz ediliyor o zaman? Fevkalade bir kabul etmeme durumu çıkıverdi bir anda ortaya. Kadının fıtratında, yaratılışında, evveliyatında artık her ne denirse o şeyde erkekle eşit olma durumu yok, olamaz da. Ve evet, bu yüzden kadınlar çiçektir. Çiçek, narindir. Narin olanla olmayanın oto sanayide araba altına sürünmesi bir değil elbette. Kadın buna mecbur bırakıldığı zamansa feminizm ve diğer zırvalar çıktı ortaya. Feminizmle birlikte “kadın dayanışması” da geldi ve kadında fiziksel olmasa da ruhsal bir güç belirdi. Maruz kaldığı en ufak haksızlık vb. durum karşısında da arkasında olduğunu bildiği kadınlar sayesinde savaşmaya hazır bir nefer haline geldi. Korkusuzca savaşmak zorunda kaldı.
Fakat, eğer kadına lâyık olduğu değer verilirse “Ben bir çiçeğim” diyebilir ve elini ağır taşların altına koymaktan imtina eder. Kadının zıttına gitmek ve onun görevlerini elinden almaya yeltenmek, onu bir köle gibi kullanarak paçavraya devşirmek, yapılacak en kötü ve gidişatı zedeleyen tavırlardan birisi olur. Ve sonucunda da kadın ve erkek, her koşulda kadını haklı görerek dengeyi bozar. Aslında kadın her koşulda haklı değildir. Onu buna muhtaç edecek ataerkil düzen vardır.
Kısaca çiçek, çiçek gibi; erkek de erkek gibi davransın gitsin işte. Üç günlük dünyada ne gerek var böyle şeylerle uğraşmaya, amaan.
Merve Yurtsever
Tabii ki değildir! Esasen her kadının her zaman haklı olmak gibi bir derdi de yoktur. Sürekli haklı olduğunu düşünenler muhakkak vardır ki onlar da ağır haksızlıklara uğramış ve yaşamda devam edebilecek güç arayışında olan kadınlardır. Bu durumdaki kadınlar için haklı olmak önemlidir çünkü kendini yeterli ve değerli görebilmenin henüz başka bir yolunu bilmiyordur. Buna ulaşan kişi de artık her zaman haklı olma derdi gütmeyecektir.
Nihayetinde hepimiz insanız. İnsan her zaman haklı olabilir mi? Dolayısıyla kadın daima haklı olmak değil adil yaşamın içinde var olmak istiyor. Hata yapabilme hakkının kabul edilmesini istiyor. Belki de biz kadınların elinden en çok da bu alınıyor. Hata yapabilme hakkı… Dolayısıyla kadın yanlış da yapsa haklı olmak zorunluluğu ile savunma mekanizmasına geçiyor. Ben bir kadın olarak bu misyonun üzerime yüklenmesini istemiyorum. Kadınım. İnsanım. Hata yapabilirim.
Hepimiz biliyoruz ki kadın ve erkek eşit değildir. Erkeğin fiziksel olarak kadından daha güçlü olması, onu ön plana çıkarmıştır. Güçlü olan haklıdır algısıyla kadınlar savaşmak zorunda kalmıştır. Oysa kadın muhteşem bir dengeleyicidir. Kadın erkeğin, erkek kadının bütünleyicisidir. Hep bir tarafın haklı olma savaşı insanlığı küçültmekten başka bir şey değildir. Yani kadın her zaman haklı olmak istemiyor. İnsanca yaşamak istiyor. Haklı olduğu yerde adalet istiyor. Adil insanlarla kadınlığını yaşamak istiyor.
Sulhi Ceylan
“Kadınlar her zaman haklıdır” cümlesi öncelikle erkeklerin her zaman haksız olduğunu vurgular. Erkekler her zaman ve istisnası olmayan şekilde haksızken, kadınlar her zaman ve şartta haklıdır. Peki neden? Böyle bir iddianın arkasında nasıl bir sebep olabilir?
Bu sorunun en doyurucu cevabı her erkeğin bir kadın tarafından doğurulması ve büyütülmesidir. Kadınlar, kendilerinin erkeklerin varlık sebebi olarak gördükleri için böyle bir iddiayı savunabiliyor. Çünkü eğer bir erkek varsa, bunun arkasında muhakkak bir kadın (anne) vardır. Bütün mesele buradan peydahlanıyor zaten.
Erkekleri (çocukları) dokuz ay karınlarında taşıyıp, yıllarca gecelerini gündüz eyleyen kadınlar, haliyle böyle bir iddiayı savunmak için yeterince bedel ödediklerini düşünüyor. Gerçi annelik hakkının ödenebileceğini hiçbir erkek zaten savunmaz. Hatta anneliği bu sebeple kutsal olarak görür. Fakat annelik hakkı ile her kadının haklı olması iddiası ilişkisizdir. Aralarında ilişki kurmak ise, ilişkisizliği duygusal tepkilerle kapatmaktan ibarettir.
Ayrıca doğurmak bir kazanım değil vergidir. Kadın, kadın olması hasebiyle doğurabilme potansiyeli ile dünyaya gelir. Kazanılmış bir durum söz konusu değil. O halde kadın cinsinin, erkek cinsini doğurması fıtri bir hal. Buradan üstünlük iddia etmek de geçersiz bir kıyas kurmak demektir ki fasittir.
Haklılığın göreceli olduğu gibi bir durumdan ise asla bahsedemeyiz. “Bence haklıyım!” cümlesi haklılığın gerekçeleri ortaya konmadıkça anlamsızdır. Biri, “Ben kadınım ve bu yüzden haklıyım” diyorsa, onu haklılığı(!) ile baş başa bırakıp, kale almaktan vazgeçmek en akıllıca yoldur. Böyle bir kişiye haklılığın yollarını anlatmak beyhudedir. Zira hak, kişisel algıya göre belirleniyorsa değil kadınlar herkes haklıdır.
Sözün özü, kadınların her zaman haklı olduğu iddiası bir safsatadır. Bu iddianın arkasında “Benim doğurduğum, cinsimin doğurduğu!” anlayışının olması sebebiyle kibir yatmaktadır. O halde bu iddiayı savunan her kadın kibrinin kulu olmuştur.
Bazı Evli Yazarlarımız
Edebifikir’in bazı evli yazarları olarak, bu konudaki ortak kanaatlerimiz aşağıdaki gibidir. Eşimiz ve evin işleri ile ilgilendiğimiz için vaktimiz olmaması sebebiyle ortak bir metin kaleme aldık.
- KADEM, Türkiye’nin istikbâlini tehdit eden bir şer ocağıdır.
- KADEM ve onun zihniyetindekiler, rehabilite olmak için her gün ayna karşısında psikolog eşliğinde “Ben kocama itaatkâr bir kadınım” sözünü 41 kez tekrar etmeye zorlanmalıdır.
- Yalan söylediği âşikâr olan, kocasını mahkeme kapılarında rezil edip sürdükleri gayrimeşru hayat için boşadıkları kocalarını mahkeme zoruyla finansör yapan kadınlar ibret için cezalandırılmalıdır.
- Kadınlara mekteplerde âdâb dersi verilmeli, bu derslerde erkeklerin önünden yürümenin, erkeklerin yanında yüksek sesle konuşmanın, kamuya açık alanlara teşhircilik yapıp yatak odasına gider gibi giyinmenin ayıp olduğu öğretilmelidir.
- Kadınların babalarının veya kocalarının soyadı dışında ayrı bir soyadı alması yasaklanmalıdır. Evlenen kadınlar, sadece kocalarının soyadlarını kullanmalıdır. Uzun vadede, soyadı kanunu kaldırılarak kadınların kendi medeniyetimizin künye ve aile unvanlarıyla yaşamaları sağlanmalıdır.
- “Adalet, dürüstlük ve vicdan ile ilgili konularda erkeklerden daha aşağılardır bunun temel sebebi ise kadınların muhakeme (akıl yürütme) özelliklerinin zayıf olmasıdır.” diyen Arthur Schopenhauer’a tamamen katılıyoruz. Kadınlar değil ama Arthur her zaman haklıydı.
- Adalet duygusu cinsiyetle ilgili bir duygudur. Bu duygu sadece erkeklere hastır. Kadınların bu durumu kabullenmesi ve âdil olmadıklarının farkına varmaları için etraflarına biraz bakmaları yeterlidir. Hem haksız olup hem de sürekli haklı olduklarını iddia etmeleri bile bizim tezimizi kanıtlamaktadır.
- Linç yemek pahasına doğruları söylemekten asla geri durmayacağız. Gerekirse bu gece salondaki çekyatta yatar ama yine de doğruları dillendirmekten vazgeçmeyiz. Ayrıca çekyatta uyumanın ayrı bir tadı var. Hem baya rahat.
- Fransız oyun yazarı Sidonie Gabrielle Colette’in de dediği gibi “Kendini akıllı sanan kadınlar, erkeklerle aynı hakları isterler. Gerçekten akıllı olanlar ise bundan vazgeçerler.” Gerisi teferruat…
- Bu metni eşlerimizin izni olmadan, tamamen kendi inisiyatifimizle yazdığımızı tüm okurlarımızın bilmesini isteriz. Eşlerimiz bilmese de olur. Zaten yazdıklarımızı okumuyorlar.
Edebifikir
8 Yorum