
Konfor yani rahatlık, hayatı kolayca yaşamak, zorluklardan uzakta… Konforun en sevdiği kelime “daha”… Daha’nın da sonu olmadığına göre konfor hastalığına yakalanan biri Azrail’le buluşuncaya kadar iyileşemez diyebiliriz. Konfurun ilk getirisi rahatlık iken ilk götürüsü ise insanın çürümeye başlaması, kokuşması… Mesele uzun. Yazarlarımıza konfor meselesini sorduk: “Konforun sizi ele geçirdiğini ve hatta en büyük putlarınızdan biri olduğunu düşünüyor musunuz?”
Siz de cevaplarınızı yorum bölümümüze yazabilirsiniz.
***
Ömer Can Coşkun
“2000’lerin başında olsaydık belli bir konfora sahip olmak ve bu konforu muhafaza etmek denilen bir putun olduğunu söyleyebilirdim. Şimdiyse olay farklı bir boyuta ulaştı bence. Put mutasyona uğradı (henüz aşısı yok). Sosyal medyanın etkisiyle veya insanın sahip olduğunu ulu orta gösterme şehvetinin yükselişe geçtiği şu dönemde “Elindeki konfordan daha iyisine ulaşma putu” devreye girdi. Hepimizi sarıp sarmaladı. Sıcacık olduk. Artık kimse sıkıntıya girmek istemiyor. Bunun yanında belli bir konfora sahip olanlar ısrarla güncelleme bekliyor. Hep daha iyisi, daha iyisi, daha yenisi, daha yenisi… Haddi aşan zıddına dönermiş. Bu kadar konfor istemek bizi bir süre sonra acayip bir konforsuzluğa sürükleyecek.” diye beylik laflarla söze gir, hem soruyu cevaplamış görün hem de sorunun seninle ve putlarınla ilgili kısmını görmezden gel. Böylelikle bir put sahibi olduğun gerçeğinin yüzüne çarpılmasından, bunun doğru olma ihtimalinden ve bu ihtimalin ruhuna vereceği sarsıntıdan dörtnala uzaklaş ki rahatın bozulmasın.
DEDİ NEFSİM.
Feyyaz Kandemir
Sosyal medya önemli bir konfor alanı oldu ve evet, bizi ele geçirdi. Sağladığı konfor şu: İnsanlar ehil olmadıkları konular dâhil her şeyi ifade özgürlüğü adı altında eleştirebiliyor. Eleştiri önemlidir ama bizde bir eleştiri kültürü/adabı geliştirilemedi. Bunun üzerine düşünen bir entelijansiyamız da yok. Herkesin her şeyi pervasızca eleştirebildiği bir ortamda anca kargaşa olur, nizam intizam kalmaz. Bu yüzden ifade özgürlüğüne karşıyım, ifade özgürlüğünün bir hududu olmalı. Fakat bu şuan için imkânsız. Çünkü bu hududu tayin etmeye yarayacak bir paradigmadan mahrumuz. Tek dişi kalmış canavarın tayin edici olduğu bir düzenin çıkmazı içindeyiz. Yalnızlığın geyik gözlü köşesinde edebiyat yapıyoruz.
Mehmet Raşit Küçükkürtül
cevaplanması zor bir soru, iddialı olmaktan hak teâlâ’ya sığınırım. allah, beşeriyetimizin ve eşyanın esaretinden bizleri kurtarsın. âciz kullarız ve nefsimizin de talebi bitmek bilmiyor.
mizacen rahatına düşkün biriyim, bu beni bazen tembelliğe de sevk ediyor ama sonra müşkülpesentlik ağır basıyor, biraz rindliğe heves ediyorsun, öyle kalıyor. rahata düşkünlüğün bir neticesi de konfordur elbette. insan kendini mutlak anlamda tahlil ve tespit edemez, belki dışarıdan bir gözle bakması gerekir, bu sebepten ötürü hayatımda konfor sayılabilecek olanları tam olarak tespit edemiyorum. belki benim kalite telakki ettiğim şeyler, başkalarınca konfor olarak anlaşılabilir. meselâ kullandığım defterleri atmıyorum, saklıyorum, ilkokul defterlerim bile durur; bunları bugüne getirmeyi nasıl başardım o da hayret edilecek bir şey. sonradan “madem işim defterle, yarına kalacak sağlam defterler alayım” dedim. herhalde benim deftere verdiğim parayı birçok kimse vermek istemez. askerlik gibi konforun sınandığı yerlerde zorlandığımı hatırlamıyorum. rengi solmuş diye bir gömleği giymekten imtina ettiğimi hatırlamıyorum. gençken belki daha cesurduk, meselâ iki gömleği üst üste giyip üniversiteye gittiğimi hatırlıyorum. ihtiyarladıkça tahammül ve metanet azalıyor galiba insanda, herhalde ihtiyarların taleplerini mazur görmek lâzım.
yine de, bugünün insanı her türlü mülkiyetten arınıp üzerine twitter hesabı gibi her türlü “personal account”tan kurtulmadan ve sanal âlemi “customize” kullanmaktan vazgeçmeden konfor karşısındaki durumunu anlayamaz. bu sorgulamayı daha ileri taşımak gerekir: “benim şu an kullandığım yüksek çözünürlüklü büyük bilgisayar ekranını üretmek için bilmem kaç ton su kullanılması caiz midir? bu su harcanmalı mıdır? daha da ilerisi: acaba bu bilgisayar ekranının üretilmesi için hangi insanlar, hangi şartlarda çalışıyor? o insanların, içerisine girdiği şartlar, bizim bu büyük ekranla tecrübe ettiğimiz şeye değer mi? şu çok konforlu koltuk… bu koltuk üretilsin diye fabrikanın o kokusuna, havasına, şartlarına tahammül etmek zorunda bırakılan insanı düşünelim… ona, bunu icbar eden ekonomik düzene râzı olmak, o koltuğa oturmak bizi de ahlakên, siyaseten, hukuken suçlu durumuna düşürmez mi?”
tabiî, konfor deyince akla abdullah karaca ve abdurrahman mıhçıoğlu gelir, onlara sormak lâzım.
Mehmet Emir
İçten içe düşünüyorum ama konforumu bozmamak için genelde ikrar etmiyorum. Bu konuda kendime ümit kesilmemesi gereken, çıkmamış can gözüyle bakmak istiyorum. Bence konforun sınırı itiyatla başlar, vazgeçilemeyen mutatları olan herkes o miktarda saplantılı sayılmalıdır. Merhum Hacıveyiszade Mustafa Efendi bu sebepten çok dert yanıyor. Saatini hatta belki ayakkabısını takmadan dışarı çıkamayan, kahve içmeden güne başlayamayan veya süt içmeden uyuyamayan, bir de üstüne bu alışkanlıklarıyla övünen, kendisini ince zevk sahibi gibi gören bazı Konyalı Müslümanlar için endişe ediyor. Ağladığı dahi olurmuş. Bir savaş çıksa veya bir fedakârlık gerekse, apansızın serdengeçtilik yapılması gereken din günü gibi bir güne uyansak, nefsimize yenik düşeceğimiz ve tövbe edemeyeceğimiz bir suçla yazık olmamızdan bizler adına korkuyor.
Konforun en büyük putlarımdan biri olduğunu da düşünüyorum. Ama bunu da ikrar etmekten çekiniyorum. Kendimi o kadar fazla tanımıyorum, iyi mi gelir kötü mü gelir kestiremiyorum. İştikaka da bu yüzden heves ettim, âhengi de konfor kabilinden ve kurtulmak gereken işler arasında gördüğüm için. Kelimeleri oymak, dağıtmak, sökmek kafa konforunu yekten bozuyor. İndî lisanı harap etmiş gibi oluyorsun, önünde düzgünce hazır olanlar varken sürekli yamru yumru olanlara yöneliyorsun, her biri üstüne ayrıca düşünmek gerekiyor, bedihi konuşmak zorlaşıyor. Bunun da hiç azımsanamayacak bir oyun eğlence yönü var ama hataları bile şevkle işlemek, en azından basmakalıp olandan teberri etmek için yürünebilir bir yol gibi geliyor bana. Doğru bildiklerinin doğru olmadığını faş ederek bir yerden başlamış oluyorsun ve aslında epey de temel bir yerden…
Muhammed Furkan Kâhya
Konforun alışkanlık kazandırıcı bir etkisi var. İnsanı, yokluğuyla terbiye edebildiği gibi varlığıyla da sınayabiliyor. Nimet, külfeti beraberinde getirmesiyle maruftur. Konforun hayatımıza getirdiği rahatlık kadar götürdüğü şeyler az değil. Bunların başında belki de hareket etme ve hayatta aktif olma var. Konfor insanın zihnine her şeye kolayca ulaşabileceğine dair bir kanaat yerleştiriyor. Yorulmadan ve acı çekmeden elde edilen her şey bizi hayata karşı antrenmansız hale getiriyor. Konfor bir zehir gibi. İnsanın put edinmesine imkân vermeden öldürebilecek kadar güçlü hem de. Konfora tamamen teslim olmuş değilim. Kendimi kısmen kontrol edebiliyorum. Benim için bir put haline gelmemesini temenni ederek yapıyorum tüm bunları.
Ömer Ertürk
Doktora tezi yazan hiç kimse -istese bile- konforlu bir hayat sürdüremez, çünkü yaptığı iş düşünmeyi gerektirir ve düşünen insan huzursuzdur. Ama olaya bir diğer pencereden baktığımda, doktora yapmanın, aslında konforun beni ele geçirmesi için bir çaba olduğunu fark ediyorum. Bu durumda şöyle bir sonuç çıkıyor: benim de konfor putum olsun diye şimdilik konforumdan vazgeçiyorum…
Muhammet Emin Oyar
Maddi anlamda her şeyin daha iyisini arzu etmek konfora giriyor sanırım. Mesela Allah Teâlâ bir araba nasip eder ama daha iyisini ister insan. Bundaki ölçünün ne olması gerektiğini tam olarak bilemiyorum. Bazen “insan daha iyisini neden istemesin ki!” diye düşünebiliyorum. Konfor bazen bir ihtiyaç olabiliyor çünkü. Bu ihtiyacı da evlenip çocuk sahibi olunca fark ediyor insan… Fakat iş lükse kaçınca galiba orada durmak şart. Konforun aşırısı da insanı lükse sevk edebilir tabiî. Bu yüzden konfor arzu ederken de sınırı gözetmek gerekiyor. Yani ben böyle yapmaya çalışıyorum. Dolayısıyla konfor beni sarıp sarmalamış diyemem. Kontrollü konforu tercih ediyorum şu an…
Sulhi Ceylan
“Çile” Farsça bir kelime olup “kırk” anlamına geliyor. Dervişin kendini kontrol etmesi ve nefsinin isteklerine dur demesini içeren çile; beden, zihin ve de dilin gıdasının azaltılmasından ibarettir. Belli bir süre -mesela kırk gün- devam eden bir süreç… Böylede derviş, alışageldiği hayatı terk ettiği için önce sarsılacak ve zamanla yeni duruma ayak uyduracaktır. Nefsin hazları bir bir kesildiği zaman kalp uyanmaya başlar. Kendi yetilerinin farkına varır ve onları kuvveden fiile dönüştürmeye çalışır. Kısacası çile, içinde yaşanılan sisteme bir isyan olup kişinin kendi içinde gerçekleşir. E bunların konuyla ne ilgisi var diyecek olursanız, tabii ki yok diyeceğim. Çünkü her insan içinde bulunduğu ruhi, akli ve nefsi hali tek gerçeklik sanır ve diğer halleri yok sayar. Kısacası konformizm dinine hoşgeldiniz. Haydi işlerimize gidip daha iyi bir hayat için konfor tanrısına secde edelim!
3 Yorum