Dünya Harabeye Dönerken Âşık Olmak: Casablanka

Martin Curtiz’in yönettiği ve başrollerinde dönemin ünlü oyuncularından Humphrey Bogart (Rick) ile Ingrid Bergman’ın (Ilsa Lund) olduğu Casablanka filmi, 1941’de Fas’ın Kazablanka şehrindeki bir gece kulübünün etrafında şekillenir. Savaşın ortasına aniden düşen aşkın ağır hâlini anlatan film, sinema tarihinde klasikleşmiş bir eserdir. Öyle ki, birçok sinema eleştirmeni ve edebiyatçıya göre bu film, kendisinden sonra gelen bütün aşk filmlerini etkilemiş, birçok film de Casablanka’dan esinlenmiştir. Hatta Umberto Eco’ya göre Casablanka, sinemadaki bütün aşk klişelerini sanatsal bir şekilde barındırıyor ve bu durum filmi cüretkâr bir seviyeye çıkarıyor.

Film, Nazilerin bütün Avrupa’yı kasıp kavurduğu sıralarda, Amerika vizesi alabilmek için göçmenlerin toplandığı Fas’ın Casablanca şehrinde geçer. Tüm Avrupa kıyımdan geçmiştir neredeyse. ABD’ye ulaşmak isteyenlerin savaşta taraf tutmayan Portekiz’in başkenti Lizbon’a geçmesi gerekir. Lizbon’a giden yol ise Fas’ın başkenti Casablanka’dan geçer. Filmin açılış sahnesinde anlatıcı konuya şu şekilde girer ve bu anlatı bir nevi filmin özetidir: “İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla, tutsak Avrupa’daki birçok göz umutla, çaresizlikle özgür Amerika’ya yöneldi. Lizbon önemli bir kalkış noktası oldu. Ama herkes doğrudan Lizbon’a gidemediği için uzun ve dolambaçlı bir mülteci rotası çıktı. Paris’ten Marsilya’ya, oradan Akdeniz’i aşıp (Cezayir) Oran’a, oradan da Afrika kıyısı boyunca tren veya otomobille ya da yürüyerek Fransa’nın yönetimindeki Fas’ın Kazablanka şehrine doğru bir yolculuk.”

Kendisi için “Kimse için kendimi tehlikeye atmam. Ben, beni ilgilendiren tek konuyum.” diyen, hiçbir ideali olmayan Rick’in, “Rick’s Cafe American” adlı gece kulübü, özgürlüğe kaçış rotasında her türden insanın bir araya geldiği bir mekândır: Nazi subayları, kumarbazlar, seyyahlar, kaçak vize – kaçak pasaport arayanlar ve satanlar, direnişçiler, casuslar ve eski aşklar… Rick’in, Almanların Paris’i işgali sırasında tanıyıp âşık olduğu fakat sonradan kendisini terk eden Ilsa, bir direniş örgütünün lideri olan kocası Victor Laszlo ile birlikte Casablanca’ya gelir. Onlar da Nazilerden kaçıp Lizbon’a geçmenin yollarını aramaktadır. Rick’in elinde bir vakit Almanlar tarafından öldürülen bir tanıdığının verdiği iki vize vardır. Ilsa’yı bir türlü affedemeyen fakat onu hâlâ seven Rick, önceleri yardım etmek istemez. Ilsa, Rick’i Paris’te neden terk ettiğini açıkladıktan sonra Rick fikrini değiştirir. Âşık olduğu kadını savaştan uzaklaştırmak için Gestapo şefi Strasser’i öldürür. Havaalanındaki o unutulmaz veda sahnesinden sonra Ilsa ve kocasını taşıyan uçak bulutlar arasında kaybolur.

Casablanka, II. Dünya Savaşı henüz devam ederken çekilen iki filmden biridir. Diğeri Charlie Chaplin’in çekmiş olduğu “The Great Dictator”dür fakat bu film başka bir yazının konusu. Film, II. Dünya Savaşı sırasında geçen bir hikâyeyi anlatır. Rick’in bilinmeyen geçmişi ve samimiyetsiz tavırları, onu sinema tarihinde efsanevi bir karaktere dönüştürmüştür. Casablanca, savaşın baskıları altında sıkıntı içinde olan karakterlerin hikâyesini anlatır. Bu sebeple film hem aşk hem de savaş temasını işlemektedir.

Acıklı aşk hikâyesi olması bir yana Casablanka, hem komedi hem de iyi müzikler de içeriyor. Film, Murray Burnett ile Joan Alison‘un Everybody Comes to Rick’s adlı oyunundan perdeye uyarlanmış. Yönetmen Michael Curtiz filmi, savaştan uzaktaymış gibi bir havada çekmeyi başarmış; seyrettiğimiz şeyin aslında duman altı bir barda bir grup insan arasında geçen diyaloglar olduğunu hissettirmiş. Günümüz Hollywood filmlerinin hem insanı bu kadar eğlendiren hem de göç olaylarını duyurmaya çalışan bir özellik taşıması neredeyse imkânsız artık. İşte Casablanka’ya içtenlik ve sıcaklık kazandıran göçmenler konusundaki bu yaklaşımı olup 21. yüzyıla seslenmesini sağlayan da budur. Casablanka’yı bugünden okuduğumuzda aslında karşımıza şöyle bir durum çıkıyor: Artık ülkeler ne göçmenlerin güzergâhı olmak ne de göçmenlere yönelik bir yardım eli uzatmak istiyor. Günümüz politik dünyasının gündeminde dönüp dolaşan göçmenlere yardım fonları asla Casablanka’daki “sevdiğini yaşat ki sevilesin ve yaşayasın” düsturuna erişemeyecek. Bu demek değildir ki Casablanka filmi göçmen ve savaş karşıtı bir yapım. Bu film, çok yönlü okumaya açık eser. Politik yönleriyle ele alındığında Casablanka’nın bir ABD propaganda aracı olduğu aşikâr fakat o konuya girmeyeceğim.

Filmde sürmekte olan “Ne olacak?” hissiyatına eklenen dramatik ögeler, dönemin kendine özgü tarihsel problemlerini arkasına alarak anlamı yoğun bir portre çıkarıyor. Bu anlam, Casablanca’dan kaçmaya çalışırken her şeyi göze alan karakterlerle destekleniyor. Buna ek olarak Rick’in son sahnedeki bu kahramanlığı onu beyazperdede devleştirirken, film boyunca tanık olduğumuz “acı çeken yalnız kovboy” imajını pekiştiriyor.

Filmin gösterim tarihine değinmeden geçmeyelim çünkü ortada stratejik bir önem söz konusu. Başlangıçta 1943 yılında çıkması planlanan filmin gösterimi; 11 Kasım 1942’de müttefik devletlerin Muhammediye, Safi ve Casablanka’nın kontrolünü ele geçirmesi vesilesiyle erkene çekildi. Böylece Casablanca, 26 Kasım 1942’de, New York’ta gala yaptı. Filmin geniş çapta gösterime girmesi ise daha sonra, 23 Ocak 1943’te gerçekleşti. Bu tarihte de Roosevelt ve Churchill arasında gerçekleşen kritik Casablanka Konferansı gerçekleştirildi.  Casablanca, İkinci Dünya Savaşı’nın gölgesinde gösterime girerek, moralleri yükselten bir film oldu ve medyanın gücünü arkasına alarak, sinemanın toplumsal değişimde oynayabileceği potansiyeli ortaya koydu.

 

Adem Suvağcı

 

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir