Televizyon dizileri, son yıllarda neredeyse sinema ile kıyaslanabilecek düzeyde kaliteli hale geldi. Ancak, bu gelişmelerin yanı sıra birçok dizinin büyük sorunlarla başa çıkmakta zorlandığı görülüyor. Öncelikle, senaryo çoğu zaman klişe hikâyelere dayanıyor ve böylece yenilikten yoksun kalıyor. Birçok dizi, benzer temalar ve karakter arketipleri etrafında dönerek dizinin akışı hakkında tahmin edilebilir açık oluşturuyor. Bu durum, yenilikçi hikâyelere aç olan izleyiciyi tatmin etmekte zorlanıyor.
Televizyon dizileri, geniş kitlelere ulaşan en etkili anlatı araçlarından biridir. Fakat bu anlatılar çoğunlukla güçlü temalar işlemek yerine yüzeysel romantizm ve duygusal sömürüye yaslandığında izleyiciye estetik bir tatmin sunmaktan çok uzaklaşır. İran yapımı Şehrazat ve ülkemizin “güzide(!)” yapımı Yedi Güzel Adam, farklı kültürel bağlamlarda üretilmiş olmalarına rağmen, ağır romantizmi edebî motiflerle süsleyerek gerçekliği çarpıtan anlatılar oluşturuyor. Bu iki dizinin temel problemlerinden biri, romantizmin duygusal derinliğinde batmalarına rağmen süslü bir idealizasyona dayanmasıdır. Gerçeklikten kopuk, sığ ve yapay bir anlatı sunan bu diziler, hem sanatsal hem de entelektüel açıdan ciddi eksiklikler taşıyor. Bu eksikliklerin yanısıra dizide ismi zikredilen yazarların eserleri popüler oldu. Gerek başta Cahit Zarifoğlu’nun diziye ismini veren Yedi Güzel Adam şiir kitabı olsun, gerek diğer yazarların eserleri olsun son 10 yılda en çok okunan eserler arasında yer edindi. Bu açıdan bakıldığında dizinin başarısını da kabul etmek gerekir.
İki dizinin temasında aşk ve edebiyat çevresinde gelişen birtakım olaylar söz konusuyken aynı zamanda dönemin politik konularının da sık sık işlendiğini görüyoruz. Belirli kronolojik sıraya bağlı kalmadan flashback kullanarak bir tür nostaljik anlatı oluşturulmuş. Bu nostalji, genellikle yüzeysel bir geçmiş özlemi yaratmaktan öteye geçmiyor. Dolayısıyla gerçekçi bir dünya yerine, hayattan kopuk ve idealleştirilmeye çalışılan bir hikâye anlatımı söz konusu. Oysa bir sanat türü olan TV dizileri, sadece duygusal girdaba sürükleyen bir araç değil; bilakis, karakterlerin yaşadığı olayların gerçek hayatta ne anlama geldiğine de ışık tutabilmelidir. Şehrazat ve Yedi Güzel Adam ise bunu başaramayarak, romantizmi yoğun bir duygusal manipülasyona indirgiyor.
Her ne kadar Şehrazat ve Yedi Güzel Adam farklı coğrafyalardan çıkmış yapımlar olsa da, benzer yanları oldukça fazla. Konu açısından da iki dizi benzer bir anlatı yapısına sahip. Aşk, sanat ve politika temaları her iki yapımın da ana eksenini oluşturuyor. Öncelikle, her iki dizi de geçmişe özlem duyarak, tarihî bir romantizm algısı oluşturuyor. Şehrazat klasik İran kültürü içinde geçen bir aşk hikâyesi anlatırken, Yedi Güzel Adam 20. yüzyılın ikinci yarısında, Türk edebiyat ve sanat çevrelerinde yaşanan olayları konu ediniyor. Ancak, her iki yapım da tarihî gerçekçiliği yüzeysel tutarak olayları romantize edip bir masalsı anlatıya dönüştürüyor.
Her iki dizinin de en büyük eksikliklerinden biri, hikâyenin organik bir akıştan yoksun olmasıdır. Olay örgüsü, karakter gelişimi ve diyaloglar, yapay bir atmosfer içinde inşâ edilmiş. Karakterlerin duygusal değişimleri inandırıcılıktan uzak ve rastgeledir; adeta senaristlerin izleyicilerden gelen geri dönüşümlere bağlı olarak keyfi yönlendirmeleriyle hareket ederler. Şehrazat’ın ana karakterleri aşkı yaşamaktan çok, aşkın yüceltilmesi için bir araç hâline getirilmiş. Yedi Güzel Adam ise bu yüceliği, edebiyatın ve aşkın merkezinde tutmaya çalışarak, karakterlerinin doğallığını feda eder. Diyaloglar, özlü sözlerle süslenmiş ifadelerden oluşur.
Dizilerin dramatik yapıları da zayıf… Şehrazat’ta duygusal iniş çıkışlar mantıklı bir gelişime dayanmaz; bir sahnede kahramanlar büyük acılar yaşarken, birkaç dakika sonra bu acılar unutulmuş gibi davranılır. Yedi Güzel Adam’da ise karakterler, duygu dünyalarını anlatmak yerine şiirsel monologlar yaparak soyut bir atmosfere hapsolur. Gerçek hayatta kimse bu şekilde konuşmaz, kimse hayatı bu kadar estetikleştirilmiş bir kurgu gibi yaşamaz!
Yedi Güzel Adam dizisi, edebiyatı merkeze alıyor gibi görünse de aslında nostaljik bir unsur olarak kullanıyor. Karakterler, sahici bir edebî dünya inşâ etmek yerine, geçmişe özlem duyulan anekdotlarla süslenmiş sahnelere hapsoluyor. Şiir, duygu derinliği oluşturmaktan ziyade atmosferik bir öge olarak varlık gösteriyor. Şehrazat ise Doğu anlatı geleneğini yüzeysel bir estetik unsur hâline getirme çabasında boğuluyor, edebî mirası gerçek anlamda yaşatmaktan çok, yoğun romantik bir dekor olarak kullanıyor. Karakterler edebiyatı süs olarak taşıyan figürler olarak varlık gösteriyor. Şiirsel diyaloglar bir zenginlik katmak yerine sahneleri uzatmaya ve yapay bir atmosfer oluşturmaya hizmet ediyor. Bu tür bir yaklaşım, edebiyatın ruhunu anlamaktan çok uzak, sadece izleyiciye nostaljik bir tat vermeye odaklanan yüzeysel bir eğilimden öteye geçemiyor.
Şehrazat ve Yedi Güzel Adam, sanatsal açıdan zengin olabilecek konuları, yapay ve yoğun bir romantizm anlayışıyla ele alarak zayıflatıyor. Gerçekçi insan ilişkileri yerine süslenmiş idealler, edebiyatın düşünceye kattığı özgünlük yerine estetik kaygılar ön plana çıkıyor. Bu diziler, izleyiciyi gerçek anlamda beslemekten uzak, gerçekliği yüzeysel fakat bir o kadar da yoğun romantizm barındıran edebî aşklara hapsolmuş bir anlayışın ürünü olarak değerlendirilebilir.
Adem Suvağcı
2 Yorum