Şiir Nedir?

Şiir, zamanın ötesine uzanan bir fısıltıdır. Kelimeler, ebediyetin sırrına ermek için birbirine tutunur, birbirine yaslanır ve birbirine kanatlanır. Bir kelime, bir dünyanın eşiği olabilir; bir dize, kaybolmuş bir çağın yankısı… Şair, kelimelerin arasında yürürken, bir hakikatin peşindedir. Sesi sessizlikle yoğurur, mısraları bir dua gibi dokur. Ve her dize, insanın ruhuna dokunan bir ezgiye dönüşür.

Şiir, sıradan olanın rüyasını görmektir. Kelimenin kabuğunu kırarak, özüne varmak, gözle görülmeyeni sezmek, zamanın katmanları arasında yankılanan hakikatin izini sürmektir. Yağmur yağar, fakat bu yalnızca suyun yere düşmesi değildir. Gökyüzü ruhunu toprağa indirir, yeryüzü ilahi bir serinlikle uyanır. O hâlde, şiir, göğün toprağa dokunuşu, aşkın varlığa seslenişidir.

Şiir, yalnızca anlatmaz; çağırır. Kimi zaman sessizlikle, kimi zaman yankıyla. Kimi zaman bir mısra, çağlar öncesinden seslenir, kimi zaman geleceğe fısıldar. Şair, kelimelerle yürür, kelimelerle bekler, kelimelerle susar. O suskunlukta zaman durur, mekân sonsuzlaşır, hakikat ansızın göz kırpar. Bir cümlede derin bir uçurum, bir kelimede binlerce âlem gizlidir.

Ve şair, kelimelerle resim çizer, beste yapar, rüya kurar. Şiirsellik, dile yüklenen estetik kaygıdır. Bir düşünceyi yalnızca aktarmak değil, ona ruh üflemek, ona bir melodi katmak, onun içinde yeni bir anlam evreni inşâ etmektir. Sıradan bir anlatım “Yağmur yağıyor” der ve bize bir doğa olayını bildirir. Ama şair, bu basit cümleyi “Gökyüzü hüznünü toprağa döküyor” diye ifade eder. Artık yalnızca bir yağmurdan değil, göğün insan gibi hissetmesinden, kâinatın bir ruh taşımasından bahsedilir.

Şiirin bir müziği vardır. İçsel bir ritmi, saklı bir ahengi… Kelimeler bir zincir gibi birbirine bağlanır; her biri diğerini tamamlar, her biri diğerine omuz verir. Sesler birbirine yaslanır, harfler el ele tutuşur. Kafiye, redif, aliterasyon, seslerin büyüsüyle şiirin kanatlarını açtığı bir âlemdir. Yahya Kemal’in dizeleri gibi: “Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul / Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer.” Bu, sesin anlamı kucaklamasıdır.

Şiir yoğun ve özdür. Roman uzun cümlelerle anlatır, makale detaylandırır. Ama şiir, en az kelimeyle en fazla şeyi söylemektir. Orhan Veli’nin “Gemliğe doğru / Denizi göreceksin / Sakın şaşırma.” dizeleri, bir yolculuğu, bir şaşkınlığı, bir coşkuyu aynı anda verir. Oysa düz yazı, bunu anlatmak için uzun paragraflara muhtaçtır.

Şiir, duygu ile beslenir. Aşk, hasret, sevinç, hüzün, ölüm, doğa… Cahit Sıtkı’nın “Memleket isterim / Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun.” dizeleri yalnızca bir dilek değildir; içinde bir özlem, bir umut, bir dua vardır. Şiir, ruhun dile gelmiş hâlidir.

Ve şiir, dili yeniden kurar. Özgün kelimeler, alışılmadık tamlamalar, yeni metaforlar… Şair, dilin mimarıdır. Turgut Uyar’ın “Göğe bakalım” dediği an, aslında bir bakışın değil, bir hakikate dokunuşun davetidir.

Şiir, bilgi değil, his verir, ruhu harekete geçirir. Okuyucusunu kendi içine çeker, orada yeni bir âlem kurar. Çünkü şiir, çok anlamlıdır. Her okuyan onu kendi ruhu, bilgisi, acısı ve sevinciyle yorumlar. Aynı şiir, farklı zamanlarda, farklı ruh hallerinde farklı yankılar uyandırır.

Şiir, zamana direnir, asırlara meydan okur. Yunus’un “Bana seni gerek seni” diyen mısraları, Fuzûlî’nin aşkı ilahi bir fısıltıya dönüştüren dizeleri, Sezai Karakoç’un diriliş çağrısı, hâlâ tazedir. Çünkü şiir, sadece kelimelerin değil, ruhun ve hakikatin taşıyıcısıdır.

Şiir, insanın kendi içine yolculuğudur. Her mısra, bir kapıdır. Her kelime, bir hatıradır. Şair, evrenin sesini dinler, insanın kalp atışlarını duyar. Ve dizeler, bir ömrün sessiz haykırışına dönüşür.

O hâlde soralım: Şiir nedir? Belki de en sade cevabı şudur: Şiir, diriliştir. Ruhun, kelimenin, insanın dirilişi… Ve her diriliş, yeni bir başlangıcın müjdesidir.

Edebifikir

 

 

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir