Kitapların Yükünü Sırtlayanlarla Konuştuk

“Bab-ı Ali” şuan ki adıyla Cağaloğlu. Bir zamanlar Türkiye’nin bütün önemli gazetelerinin merkezleri ve basım evlerinin bulunduğu bölge o eski önemini ve manasını yitirmiş durumda. Kapitalizm denen canavar Bab-ı Ali’ye de uğradığından bu yana yılların kitapevleri artık birer otel olarak yükseliyor. Kalan basım evleri ve yayınevleri ise zamanla gidecek gibi gözüküyor. Cağaloğlu her kapanan yayıneviyle ruhundan bir şeyler kaybediyor da farkında değil.

Edebifikir yazarlarından Emre Baştuğ, dağıtılmakta olan bu kültür bölgesinin yarım asırdır tabiri caizse “yükünü sırtlayan” Ali Işık’la söyleşi yaptı.

Hiç kitap okudunuz mu?

Benim hiç okumam yazmam yok. Ekonomik koşullardan dolayı köyde olduğumuzdan, ailem beni okutmamış, okutamamış. Bazı şeyleri numaralardan anlarım ama harflerin çarpmasını öğrenemedim. Yorgunluktan, kafam dolu olduğundan, hayat sıkıntılarından dolayı okuyamadım.  Okumam yazmam yok ama kendi kendime bir fatura çıkardım, ben okuma bilmemenin yanlış olduğunu bildim.

Kaç yıldır bu işi yapıyorsunuz?

Elli iki senedir buradayım. Bu Bab-ı Ali’nin Baba-ı Alilik zamanında buradaydım. Önceden basın dediğin zaman buralar gelirdi akla.

Kazancınız nasıl?

İşler kötü, kazancımız pek fazla yok. İş yerleri gitti, büyük kitapçılar taşındı buradan. İnsanlar ekonomik krizden bu yana roman alıp okumuyor,  okumayınca da işler böyle kötü oluyor.

İşinizin zor yanları var mı?

Öyle zamanlar oluyor ki ben seksen kilo geliyorum, yüz – yüz elli kilonun altına girip dördüncü beşinci katlara kitap taşıyorum. Üç – beş daha fazla kazanmak için bazen daha fazla yükün altına giriyorum sakatlıklar, düşmeler – kalkmalar oluyor. Yeri geliyor paramızı alamıyoruz. Her işin bir zorluğu var, hayatta hiçbir şey dışarıdan gözüktüğü gibi değil.

Kitap taşıyor olmanın farklı bir anlamı var mı sizin için, bir manada siz insanların kitap okumasına vesile oluyorsunuz?

Evet, bunun önemini çocuklarımı okula gönderince anladım. Benim dört çocuğum var, üçüne üniversiteyi bitirttim. Hamallık yaparak okuttum. Hayatım hep böyle zor çalışmalarla, zor şartlarda geçti. Ama hayatım hep okulun içerisinde geçti. Aşağı yukarı on altı sene okullara girdim çıktım çocuklarımın sebebiyle. Yukarı mevkideki kişilerle oturdum, sohbet ettim. Okumanın anlamını dışarıdan bilemiyorsun içine girince anlıyorsun. İnsan bir ekmek yiyeceğine yarım ekmek yesin ve çocuğunu okula göndersin, orada çocuk bir şeyler öğrensin. İşin içine gireceksin o zaman anlıyorsun çocuk okutmanın zorluğunu. Çocuğunu okuturken çok zor durumda olan aileler, çocuklar var. Şuanda elimde imkân olsa okul yaparım, eğitime yardımcı olurum. Bunun anlamını çocuklarımı okuturken anladım. Şuan iyi kötü bir evim var,  emekliyim hamallık yaparak primimi ödedim ve şuanda çocuklarımı okutmaktan çok mutluyum.

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir