Yazarımız Adem Suvağcı, Ömer Erdem’in şiirlerinden Edebifikir okurları için mısra seçkisi hazırladı.
***
bir de benim bildiğim
insan dünyaya istanbulu sevmek için gelir
bu yıkım günlerinde bile bu böyledir
aşk istanbulda mihraca erer
aşıkların dileği
istanbulun köpüğüne gömülmektir
yer kalmamışsa toprakta hava daralmışsa
baharda patlayan erguvanların gördüğü
bir anlık deniz köpürmesi yeter
başka hangi şehirde
böylesine aşk mimar olur
parmak ucuyla sevmek
istanbulun her harfine
bir kelime bulsaydım
her seferinde beğenmez yine başa döner
parmak uçlarıyla sever gibi bir güzelliği
öyle dokunurdum köşelerine, taşlarına
gökyüzünün eksikliğine
istanbula yakarış
evet belki
yaşamak için insandan
umut kesmek şart
yoksa deliririz
ama sen insan değilsin
insanlık öncesisin
kubbelerinle koru beni
baharına al
gül dikeni bir ülke
insan insanın derisini nasıl yüzdü inançla
yan yana durdukça terleyip soğuyan testileri
nasıl tokuşturdu
yumurtaları çarpar gibi birbirine
ülke ülke
iki kardeşi nasıl da yatağından çıkardı
yatak nedir ki içeride çürüyen bir bedene
kanın teni niye yazılmadı diyar-ı rumda
ademin özür dileyişi
üç gülden özür diliyorum gül sümbül ve dikenden
üç sudan özür diliyorum şarap zemzem ve kevserden
üç şehirden özür diliyorum kudüs mekke ve istanbuldan
üç suçtan özür diliyorum ölüm göç ve aşktan
şafak horozu diş kurdu ve koşumlu attan
ve özür diliyorum güvercin hüthüt ve kargadan
kırlangıç
sen o uzaktan geldin artık git
bir müjde getirmez sana artık hiçbir yara
tam on yedi şehzade boynunda ip
karıyorsun nicedir kendini bir çamura
ne ocakta ateş var ne suda sabır
göç düşer sana bir de aldanış
topla döküldüğün yerden dengini
bir viranedir çağıran seni kalkıp git
eksik sesleniş
bir şiir verdim sana kanımdan damarına çek
bir adım daha atarsan uçurumdasın adımını geri çek
fısıldayan çalılık
rüyalarını kardeşlerine söyleme
yıldızları sayma güneşi ve ayı sakın anma
çiğneme buğdayı ekmekten söz etme
çıkar ağzından omuzlarını
iki elle yoğruldu bu çamur
bilen bildiğini unuttu
seni bir kerre gördüğümde suriyede
ey navfaradaki duman kadın. incir mi bastı nizar kabbani göğsüne. sütannen mi kaynadı bileğine. kerkük diyerek fokurdadı nargile kırık dişiyle. göçmen. arabın kanı da aynı kirazdan. ve ibn-i arabi selahattinle yan yana feyruzun sesinde. biz aşkı geçiyoruz. seni bir kerre gördüğümde.
fişavi
ey şiddetin ve çölün sütünden büyüyenler
halkları nereye saklamalı onları nereye gömmeli
ey nilden daha uzun akan yoksulluğun görkemi
nar bülbülü – ateş kovası
ve hiçbir hiçbir üç mevsim nihayet
benzemeden dördüncüsüyle
ömrünün dili oluvermiş senin
o nar bülbülü bu ateş kovası
şimşek hızıyla yağmur
ey bir damlacığın annesi
incirlerinle yeniden yeşert beni
serilmek istiyorum upuzun toprağa
cehennem
belki böyledir suyun kırbacında
uzakta bir ikindi
her ayrılışta biraz daha yakın düşer
insan
insana
aşk diyorlar ya ateşi yakan suya
ateşi eritiyor
sözleri kelimesiz ağlayan çocukların
dövülen bakır mıyım
ağlayan çocuk mu uzakta
bildiğim tek şey kaldı
insan hep aynı
insan
ancak yalnızlığıyla ayrışıyor burada
gülten akın
kalkar geliriz sesimizden
ayrılıklar değil mi bizim evimiz
dönüşün güzelliği
sular bile incitebilir kalbi
bir şehirde kol geziyorsa aşksızlık
duymadık… duymadık…
hayat ses vermiyorsa günün şafağından
yüzden yüze yayılmıyorsa kalbin feri
demek ses göçmüş kulak erimiş ezelde
demek bu da olacakmış ses bitecekmiş her yerde…
kıskanmak
iyi sözleri biliriz yağmur ışıtır bizi de
çorbamıza övgüler düzeriz ve temiz kalır ağzımız
o gelmeden hoş kokular sürünürüz
birbirimizin omzunu tutar ve gözlerine bakarız
ve yanına koşarız onun bugün ne söyleyecek diye bekleriz hayretle
kadınlarımızın gözlerinden okunur halimiz
resmin içinden ressamına pençe atan adamlarız
licasuva
anneyi öksürüğünden tanıyan çocuk söylesin
insan ölünce ne olur gölgesi
kaybolup giderse sisler içinde
insanı kim kucaklayacak kim saracak düşeni para yerine
denize dalıp kim haber verecek
sahillere vuran göçmen cesetlerini gözlerinin içine kim gömecek
kentzoom
kent kent insanın dönüşebileceği kadar kent
sen acırsın otobanlarda su satan çocuklara
gökyüzü kadar geniş mendilin var
dayanamayıp gözyaşı döktüğün zaman acılara
(…)
kent her an her yerde her köşede
kent su içtiğin bardak kent yön avukatı navigasyon
ölüm yoksulların hızla aşağı düştüğü bir asansör orada
gülün kanına girmek
sokakları vitrinleri kitap aralarını çatı katlarını
hastahaneleri ve işçilerin gözlerini geziyoruz
gülün yetimliğinden devşirmek için son damlaları
gel…!
gel eteğim gel sıcak taş gel avuç içlerim
bir mehmedin kanı daha koyu değil bir kirveden
camları kırılmış soğuk odalar bizi bekler
sözün zehiri değil gönlün sütü köpürsün sesimizde gel
Allahtan
uyu uyu günler bahar olup ısınsın
bu kolların sarıp sarmalayışını sana getirdim
ekmeğin kemana sual edişini
dere diplerindeki oynak balıkları
peygamber devesini yalçın akkartalı
bu kırmızı ışıkta bekleyen fareyi
vapurların güvertesini
kimim kimsem yok şiirden başka bilirsin
üsküdar
demişti ki Tanpınar
üsküdar uçarsa gider İstanbul
yürüyemez sokaklarında çocuklar
üsküdar asyadır çine kadar
çakıl çiçeği
unutma!
suskunluksun sen
en fazla kelimeyle konuşan
her gün her saatte
bu sonsuz iman kırlarından
inkarın ve şüphenin nice oğulları çıktı
çatlamış kabuklar
yalnız derecikler
gagalarında çırpılar taşıyan kuşlara karşı
dönüş
duygulu dağları var bu ülkenin
dostoyevski okuyan askerleri
fakat ara ki bulasın
sözün birike birike yeşerttiği ormanı
yaslandığın meşe
kıpırdasın adını
kayıp cüzdan
böyle şey olmaz deme
insan
iki büklüm
ve karışmış ip gibi
kapısız kalıyor bazen eve dönünce
1’den bire
bu çarpan hangi saatin hızıdır
her şey sen oluyorsun birden bire
insan kime gitmeli tükenince
ocağında yükselirken bacalar birden bire
yeter
bedenden sızan tuz yataklara geçti
yolunu gözlemekten kırıldı kemikler
aldırma yazıklandığıma
değil gelişin gecikmen bile yeter
pişmanlıklarım
geçmez benim pişmanlıklarım
geldiğim yer dönülür gölgelik değil
son bir ip kalsa elinde boynuma geçir
yanılıp onu gül düğümü sanayım
37. gece
ve sabahları
kozasından
çıplak kelebek halinde çıktığım var
ağına düşme korkusuyla günün
61. gece
ey istanbul! her köşenden
boyunlu bir fincana benziyorsun
kırk yıl gitmiyor bu yüzden
sendeki
acı da tadıyla beraber…
gece. -0
unum yok. ki eleğim asaydım
ortasında kaldım. allahım
tam ortasında. kulların!
bana bir şeyler ver
haddimi önce kendime bildireyim
anneye övgü
deniz yaşlandıkça ışır anne gibi
durduğu yerden temizler içini
batıkları kollar
bir anne kırışığı en çok
duygularıyla deniz çukuruna benzer
o yüzden
her yılgın
sonunda annesine döner!
bir dostu yitiriş
Melodisiz bir iç müzik
Akıyor hayatın büzülmüş ağzına
bir çocukluğu yitiriş
Topuk izlerinden ince gizliliklerden
Biriken aldanışlar mı tüketen bizi
Hayat kalmadı…
Nereye gitsek aynı yerdeyiz
Dünya geldi kemiğe dayandı…
göç dili
Aşağı mı düşer insan göç ettikçe
Kendisinden kopan kendisine mi düşer yine
aşk dili
Söylenmeyen unutuşlar kabarır bazen duvarlarda
İnce bir yüz kanar ucunda yorganların
Konuşur rüya yorumlar fal bakar
Sonra allak bullak bir soru atar ortaya
İşte o zaman döner toz döker hava
İşte o zaman her şey dokunur insana
Ömer Erdem