Vücut kapkaranlıktır. Yani zifiri karanlık. Temizlendikçe siyah bulut haline gelir. Ama beden şeytana arş olursa kırmızılaşır. Dünyevi haz ve lezzetleri terk ederse beyazlaşır, saflaşır ve yağmur bulutu gibi olur. Nefsin de ilk rengi gök mavisidir. Şeytana uydukça karalaşır ve ateşten bir madde imiş gibi bir hal alır. Şeytan saf olmayan bir ateştir. Bulutu küfür bulutudur. Unutma küfür kelimesi örtmek anlamına gelir. Hakikatin üstünü örtüp kendi hevasına göre gördüklerini isimlendiren insanlar kâfir yani örtücüdür. Kendisine mantıku’t‐tayr bir başka deyişle kuşdili öğretilen Necmeddîn‐i Kübrâ hazretleri vücudu böyle anlatıyor ve ekliyor: “Derviş üzerinde zikirle birlikte büyük bir ağırlık ve göğüs darlığı hissederse, kalbi ferahlamaz, gönlü rahatlamaz. Sanki bütün organları taş ile çatır çatır kırılıyor gibi bir an yaşarsa, bu hal içinde karanlık bir ateş müşahede eder ki bu “şeytan ateşi”dir. Bazen derviş, bunun aksine bir hafiflik bir iç rahatlığı bir kalp güzelliği ve doygunluğu hissettiğinde yukarılara yükselen saf bir ateş görür. Kuru odunun ateşi gibi olursa bu da kalbin feza ve semasındaki “zikir ateşi”dir.”
Şunu unutmamak lâzım ki zikir ateşi her şeyi yakar. Yani her türlü şeytani istek ve arzunun yok olması zikir ateşinin kuvvetli olmasına bağlıdır. Derviş zikir çekerken bir an bile gafil olmamalı ve kimi andığını ve andığı zâtın her an kendisini gördüğünü unutmamalıdır. Zira unutmak yani gaflet şeytanın ateşini harlar ve zikrin ateşini söndürür. Kısacası zikir nefsin sıfatlarını, arzularını budar. Bunun sonucunda kişide bir uyanıklık hali peyda olur ve kendisinin fâni olduğunu ve Allah’ın Bâki olduğunu “aynel yakın” idrak eder. Bunu zaten herkes biliyor deme sakın, bilmek ve idrak etmek ayrı şeylerdir. Zaten Allah’a giden yol kişinin bilinçlenmesinden ve gerçeğin farkına varmasından ibarettir. Benin hakikatine ermekten bahsediyorum. Sakın Allah’a varan yolları dışarıda, yukarıda aramayasın. Zira ona giden yollar kişilerin kalplerindedir. İşte asıl meseleye geldik. Kalbe…
Kalbin de eğitilmesi gerektiğini biliyor musun Didem? Aynı bir küçük çocuk gibi kalbin terbiye edilmesi, arındırılması gerekir. Yani ilk haline döndürülmesi. Zaten nihayet bidayette saklıdır. Kalbe bazen melekler seslenir, bazen şeytan bazense kişinin kendi nefsi. İşte kişiye düşen bu seslerin kimden geldiğini bilmesidir. Eğer ses melekten geldi ise ilham, şeytandan geldiyse vesvese ve nefisten geldiyse hevâcis ismini alır. Bunları anlatmamın sebebi senin anlamsız kıskançlıkların. Şeytanının ve nefsinin sesini dinlemenden bahsediyorum. Biliyorsun ben mektuplarımı sadece senin için yazıyorum. Sadece senin için. Nedense bazı kişiler bu mektupları üzerine alıyor, anlam veremediğim sonuçlara gidiyor ve sonra ben suçlu oluyorum. Bak işte tekrar söylüyorum; senden özge yok… İçinde şeytan ateşi yakma, bilakis içini zikrin ateşi ile âbât et.
Mustafa Köz’ün dizelerini hatırlar mısın? Hani şöyle diyordu: “Ağzında dil diye beslediğin o yavru serçe / benden sana, senden bana uçup dururdu beni öpünce.” Tekrar söylüyorum, mektuplar sadece benden sana. Sen ağyara aldanma! Ağyar yani senden gayrı her şey. Ağyar yani senden gayrı var sandığın her şey. Ağyar yani mahlûkat. Ağyar yani masiva… Ve unutma şeytan kalbine vesvese verdiği zaman bir telaşa kapılırsın. Kalbinde huzur olmaz. Karanlık dört bir yanını sarar. Hakkı unutup masivaya yönelirsin. Eğer sana benim hakkımda bir şey dediklerinde kalbinde böyle şeyler hissedersen bilesin ki o insan şeytanların ve şeytanın anlaşıp kalbine attıkları oklardır. Hâlbuki ben sadece sana teslim oldum!
Sulhi Ceylan
1 Yorum