Sana seslenmekten de yoruldum artık Aydoğan. Ne halin varsa gör, diyesim geliyor bazen. Bazen, bazenler hiç çekilmiyor. Takvim yapraklarının gövdesinde günlerin saklandığına inanırdım, o bazenlerin bazısında… Dedim ya artık bazenlerin de, benim de, senin de hiç tadı yok.
Hani bir film vardı. Adam hapse düşmüş, kaçmak istiyor ama tüm yollar kapalı. Tek yol ölmek. Zira ölenler hapishaneden çıkabilir mezarlarına gitmek için. Durum böyle iken mahkûm bir şekilde hapishanenin papazı ile anlaşır. İlk ölen mahkûmun tabutuna onu da koyacak, gömüldükten sonra ise gelip mahkûmu mezarından çıkaracaktır. Bir gün, mahkûmlardan birinin öldüğü ve sabah cenaze töreninin yapılacağını söyler Papaz. Ölen mahkûmun tabutuna gece gizlice girer adam. Sabah tören yapılır. Tabut mezara koyulur, toprak atılır. Aradan dakikalar geçer, gelen giden yoktur. Adam, hava almakta zorlanmaya başlar. Etrafa göz atmak için cebindeki kibriti çıkarıp yakar. Kibriti yakması ile dehşet verici gerçeği öğrenir. Yanında yatan onu kurtaracak olan papazdır. Gece papaz da ölünce, ölen mahkûmu tabuttan çıkarmışlar ve önce papazı defnetmek için tabuta onu koymuşlar meğer. Şimdi anlıyor musun beni… İçimde kendi cevabımı saklıyorum ve ölmekten çok korkuyorum… İçim öyle dar ki…
Ölüm dedim ve durdum orda… Düşünsene, bir ömür ölüm büyütürüz de farkına varmayız. Doğum, ölüme doğuştur. Zira doğmayan ölmez, ölemez. Hayat ölüme giden bir yol, ölümü besleyen, büyüten bir süreç bu haliyle. Her nefes alıp verişler hayattan bir an çalmak gibi görünse de durum tam tersidir. Zira her nefes alıp verişinde ölüme bir nefes daha yaklaşırsın. Ölüm nefes almanı ister sürekli, ister ki sana ulaşabilsin. Sayılı nefeslerin bitsin.
Tamam, ölüm hayata anlam katar. Ölümün düşüncesi bile insana, insanlığını hatırlatmaya ve kendi üzerinde düşünmeye başlamasına yeter. Ölümsüzlük bu bağlamda insan için anlamsızlıktır da. Ölüm yoksa hayatın, nefes alır olmanın değeri yoktur. En çok korktuğumuz ve ona ulaşmamak için elimizden geleni yaptığımız ölüm, aynı zamanda hayatımıza anlam vermede baş aktörlerden biri. Zıtların birliği bu olsa gerek. Hayat ve ölüm iki kardeş belki de. Kardeşlerin arasındaki sorunları çözen ve zıtları tevhid eyleyen hayatın anlamına doğru yol almış, hakikat perdelerini bir bir kaldırmaya başlamıştır. Ölümün hakikati, hayatta gizli; hayatın hakikati ise ölümde! “İnsanlar uykudadırlar öldükleri zaman uyanırlar” kutlu sözünü hatırlamanın zamanı belki de. Tamam, hatırladık. Peki, hayata geçirmek? İşte ana sorun bu. Hayatımız hep kakafoni, ne zaman senfoni dinleyeceğiz?
Bu arada aklıma geldi. Bundan sonra adını kırk yılda bir anarım//Sende kaybettiğimi başkasında ararım. Şaka şaka, inanma. İnsan bu dünyada gurbettedir bilir misin? Gurbettedir çünkü nereden geldiğini unutmuştur. Geleneğimizde, geldiği yeri hatırlayanlara ‘veli’ diyorlar. Yani zamanı aşanlar… İşte insan olmanın bir süreç olduğu ortaya çıktı. Bunu neden mi anlatıyorum. Sadece bir iç dökme: Ben hâlâ geldiğim yeri hatırlamıyorum. Ya sen?
Aklıma Orhan abi geldi. Gencebay olan değil, Yokuş çayocağından. Hani biz oturunca çay getirirdi. Bir zaman sonra çayları tazelerdi. Sonra tekrar Orhan abi gelir ve yine çayları tazelerdi. Bu sonralar biz tamam diyene kadar devam ederdi. Şimdi düşünüyorum da bir zaman gelecek Orhan abi çaylarımızı tazeleyemeyecek. Bu basit gerçeği bilmenin altında eziliyorum. Basit gerçekler bazen çok ağır oluyor. Sen de hissediyor musun?
Sana bu gece Hintçe bir şeyler söylemek isterdim aslında. Sıkışmış hayatımıza renk katmak, kendimi savurmak için biraz da… ‘Ne desem boş’ anlarından biri işte! Niye hiç Lichtenstein hakkında yeterli bilgimiz yok? Lihtenştayn olacaktı. Liechtenstein aslında. Marilyn Monroe’nun öldürüldüğüne ben de inanıyorum sonra. Sürekli bir şeyleri düzeltmekle geçiyor Ms Ofice Word’un hayatı. Ne zor! Ne zor bir şeyleri düzeltmek, bir bilsen! Aah, bilirsin!
Niye çıkış yok? Olmalı. Böyle çaresiz, böyle yapayalnız, böyle kalabalıkmış gibi gülümseyen tenhalığımın bir panzehiri olmalı. Beni anla. Anlar mısın?
“Ne değiştirebildiğin, ne yardım edebildiğin, ne de terk edebildiğin bir kadını sevmenin ne demek olduğunu bilemezsiniz.” demişti ya Romain Gary, işte o kadının yerine hayatımı koy! Benim derdim bu! Kaçış yok! Oysa gitmek istiyorum her şeyi geride bırakıp… Kendimi unutup… Unutmayı unutup…
Tükeniyorum yavaş yavaş. Avurtlarım çöküyor. Gözbebeklerimi yumruklayasım geliyor. Bu dünyaya bakamıyorum. Benim dünyam değil burası. Senin de değil! Niye bekliyoruz? Bizi tutan şeylerin anlamı ne? Yoklardan yok beğenmek için gel düşelim çöllere…
Sulhi Ceylan
8 Yorum