Şafak Kaç Raşit?

İbrahim Halil Aslan, Çanakkale – Ezine’de askerlik görevini yerine getirmekte olan yazarımız Mehmet Raşit Küçükkürtül’e mektup yazdı…

***

Mehmet Raşit;  askere gitmeden önce İstanbul’daki son söyleşinde “Adam n’apsın? Düşünmek için ya hapse düşecek ya tımarhaneye…” demiştin. Yoksa nizamiyeyi de eklemiş miydin cümlenin sonuna?

Nizamiye sınırları içerisinde hayat nasıl bilmiyorum; ama dışarıda bir değişiklik yok. Sabahları hınca hınç dolu otobüslere binip işlerimize gidiyoruz. Gelirken aldığımız poğaçalarla kahvaltı ediyoruz. Sonra insanlar bizden ne bekliyorsa ya da insanların bizden ne beklediğini sanıyorsak onları yapıyoruz. Arada da kendimiz gibi olmayanların canını sıkıyor, kendimize benzetmeye çalışıyoruz. Akşam eve gittiğimizde ise birbirinden özgün senaryoları olan dizileri izliyoruz. Hayat burada çok güzel!

Üniversiteye hazırlanırken yurtta kalıyorduk. Bir arkadaş özgürlüğün tanımını şöyle yapmıştı: “Çıkmasam bile, istediğim zaman dışarı çıkabileceğimi biliyorsam; özgürüm demektir. Başka türlüsünü kaldıramıyorum.” Şimdi sana verdikleri askeri kimlik kartı ve üniforma sanırım özgürlüğün tanımını bu açıdan yapmakta çok işe yarıyordur ve bunun üzerine düşünmeye bolca vaktin oluyordur. Bir ara bunları dinlemek isterim senden. Hatta o zaman soracağım soruyu da şimdiden sormuş olayım: “Neden özgürlüğe ihtiyacımız var?” Tembelliğin büyük erdem olduğunu düşünen biri olarak, bir başkasının benim yerime düşünmesi ve bana sadece yapmam gerekenleri söylemesi çok da kötü bir fikir gibi durmuyor. Bana öyle geliyor ki; ülkeler arası stratejilerine bahane edenlerin dilimize doladığı özgürlük kavramının hayatımıza yerleşmesini neden istediğimizi birçoğumuz bilmiyoruz bile. Herkes bir özgürlüktür tutturmuş, ‘ben de özgür olacağım’ demekten başka ne amacımız var?

Raşit… Benim en büyük özgürlük mücadelem, kendime karşı oldu. Faydalı bir iş yapmaya niyetlendiğim zaman ayaklarımı zincirleyen parazit düşüncelerin esaretinden kurtulmak… İşte özgürlük bu olmalı. Bu iradeden mahrum olan biri dünyanın en özgürlükçü ülkesinde yaşasa n’olur? Bir ülkenin koca bir hapishaneden farksız olduğu zamanlardan geçerken; hep aynı özgürlük hayalini kurdum. Zannımca bana bu ülkeyi baştan sona gezme imkânı veren bir tren bileti hatta dünyada istediğim yere gitme ‘hürriyeti’ veren bir vize kâğıdının özgürlükle hiçbir alakası yoktu ve dahası bütün bu imkânlara sahip olmakla hapishanede olmak arasında hiçbir fark göremiyordum. Ancak toplum benden ‘özgür’ bir insan olmamı, istediğim zaman istediğim yere gidebilmemi istiyor. Sadece bu şekilde normal bir insan olabiliyorum. Böylece insanlar benim mahkûmiyet hakkımı elimden alarak beni kendi fikirlerinin esiri yapıyorlar. İşte toplumların özgürlük anlayışı…

Raşit… Hapishaneler, tımarhaneler, nizamiyeler, yurtlar… Sınırları, ya toplumun ya da bizzat bizim menfaatimizi korumak üzere çizilmiş mekânlar… Özgürlüğü salt sınırdan ibaret gören bir zihniyet için buraların esaret yeri olduğu zannına kapılmak olasıdır. Ancak en aşılmaz çitleri ya da demir parmaklıkları kendi elleri, ayakları veya gözleri olanlar için tek bir anlamı olabilir: bir zindanın içine hapsedilmiş bir başka zindan. İlkini aşamayanın ikincisinden kurtulmak gibi bir amacı ne kadar anlamlı olabilir?

Şimdi etrafına bak Raşit… Kendilerine “Artık özgürsün!” denilecek o ana şafak sayan tertiplerine bak. Hayatının geri kalanını teskereye endekslemiş olan insanlara… O çitlerin öbür tarafına geçtikleri gün, ellerinde valizleriyle başlarını kaldırıp gökyüzüne bakacaklar. İçerdekiyle aynı olan gökyüzüne… “Artık özgürüm” diyecekler. Şimdi bir de kendine bak lütfen… Şafak kaç Raşit?

Raşit… Hayatımda üçüncü kez mektup yazıyorum ve bir mektupta neden bahsedilmesi gerektiği hakkında halen hiçbir fikrim yok. Aynı şekilde nasıl bitirilmesi gerektiği hakkında da… Görüyorsun ya, iki arkadaş mektuplaşırken bile önceden çizilmiş sınırların esaretinden kurtulmak oldukça zor…

Ezine’deymişsin. Gelirken bana ve Aydoğan K.’ya peynir getirmeyi unutma lütfen.

İbrahim Halil Aslan

DİĞER YAZILAR

4 Yorum

  • mehmet raşit , 20/04/2015

    halil ibrahim, kardeşim,
    mektubunu aldım. şapkanın altında yaşamaya devam ediyorum. yazacağım sana bir mektup inşallah.

    aklıma müthiş bir android uygulaması/e-ticaret projesi geldi; aydoğan abi benimle irtibat kurarsa sevinirim.

    abdullah karaca’nın beni ziyaret etmesini bekliyorum. abdullah, hayallerini de al gel lütfen.

    bu arada, en son hangi türk şairi veremden ölmüştür? mehmet erikli için not: sahnede fransız öpücüğünü ilk icra eden türk aktörü şair ercümend behzad lav’dır.

    • merveCİ , 21/04/2015

      kısa dönem askerliğin 48 aya çıkması lazım

  • çiçek abbas , 16/02/2015

    Vay arkadaş, bunu da organize ettin raşit? Sulhi’nin, Aydoğan’a Mektuplar konseptini de mi çaldın sonunda! Vay arkadaş ne sinsiymişsin meğer.

  • nuaym , 16/02/2015

    Tebrikler.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir