Makrokozmos Öyküleri: Çıkışsız Mağara

Çağdaş edebiyatımızın en önemi ve özgün kalemlerinden olan Güray Süngü’nün son kitabı Makrokozmos Öyküleri, Ketebe Yayınları etiketiyle çıktı. Kitap bir solukta okunabilecek ama soluğun geçişinin uzun süreceği öykülerden oluşuyor.

Süngü kalemini bu kez modern dönemleri, geçmişten bugüne gelerek okuyucuya göstermek için kıpırdatmış. Kısa öykülerden oluşan kitap aslında insanlığın tarihine kısa bir göz atımı. Bu kısa göz atımı ise içinde boşluk bırakmayacak denli özenle tasarlanmış, karakterlerin şahsına münhasır bir belirginliğinin olmaması, insanlığın panoraması olması hasebiyle.

Savaşlar, ötekileştirme, teknoloji, hız çağı, sınıf ayrımları, kölelik, modern düşünme şekli, aşı, virüs, sanal dünya gibi hepimizin aşina olduğu kavramlar, gerçekliğin ironi ile harmanlanması sonucu yarı muzip yarı keskin bir öyküye dönüşmüş. Güray Süngü kurmaca ile gerçeği birbirine öyle şeffaf kavuşturmuş ki okuyucu, okuduğu satırların aşinalığı karşısında ürperirken kurmacanın sunduğu alternatifliğin sürpriz gelmeyecek derecede olabilirliği karşısında zihinsel bir sarsıntı yaşamanın önüne geçemiyor.

Eşrefi mahlûkat olan insanın hırsı, dünyayı araç olmaktan çıkarıp amaç haline getirdi. Böylece insan bilgiyi de bir araç kıldı ve elinin altına alabildiği her şeye tahakküm etme çabasına girişti. Tahakküm etme çabası ise dünyayı yaşanılabilir bir dünya olmaktan çıkardı. Çünkü insan eşrefi mahlûkattı, dünya onun misafirhanesiydi, misafir evde geçici olduğunu bildiğinde hırsa kapılmaz, vazifesini yerine getirmekle meşgul olur ve onun eşrefi mahlûkat olması amaç olarak gördüğü şeyleri bir araç yapar ve o bu araçlar vasıtasıyla eşref olma çabasına yeltenir. Bu çabası ise yaşadığı evreni ve toplumu daha yaşanılabilir kılar. Fakat işte gerçek böyle olmamış, eşrefi mahlûkat olan insan eşrefliğini unutup mahlûkatın efendisi olmaya yeltenmiş, araçlar amaç olmuş, amaçlar sahne dışına itilmiş, böylelikle de anlamsızlığın ve yapaylığın egemen olduğu modern zamanlara gelinmiştir.

İşte Güray Süngü’nün öyküleri burada devreye giriyor. Öyküler bize, bizim kendimizi ve çevremizi ne hale getirdiğimizi, böyle devam ederse ne hale gelineceğini bize, bizim halimizle gösteriyor. Balzac’ın şaheseri Goriot Baba’da şöyle bir pasaj geçiyordu: “Ancak şunu iyi bilin ki, bu dram ne bir kurmaca ne de bir romandır, hepsidir. Her şey o kadar gerçektir ki, herkes bu dramda kendinden, hatta kendi yüreğinden bir şeyler bulabilir!” İşte, Makrokozmos Öyküleri!

Kurmaca bizi gerçeğe yakınlaştırmaz, kurmaca bize gerçeğin esas halini gösterir. Bunu da öyle ustalıkla gerçekleştirir ki, gerçekle tanışmaya hazır olmayan insan ona kurmaca adını takar. O nedenle kurmaca, hakikatin bir yanılsama formunda insanın suratına çarpılmış halidir. Yüzde yanmaya neden olmayan esere edebi denmez. Burada da dram ile mizah, acı ile tatlı iç içe geçmek zorundadır. Çünkü hayat siyah ya da beyaz değildir. Kurmaca siyah ya da beyaz sunduğunda yaptığı okuru aldatmak olacaktır. Okuru aldatan bir edebi esere, edebi olmadığından zaten yüz vermeye gerek yoktur. Makrokozmos Öyküleri, yazarın kendine özgü üslubuyla gerçeğin en yalın ama edebi görüntüye büründürülmüş en usta haliyle sahne alıyor. Öykülerin kurmaca olduğunu, gerçekle yüzleştiğimizde anlayabiliyoruz. Gerçekle yüzleşmek için ise edebiyatın ve dilin muazzam gösterisine katılmamız, pür dikkat izlememiz, izlediğimizi anlamamız şart!

Güray Süngü bize bir iddia ikram etmiyor. O bize haleti ruhiyemizi gösteriyor. Gerçeği asla inkâr edemeyeceğimiz bir delille hem de. O delil ise onun zihin dünyasında ve dilinde ustaca konumlanmış. Konumlanma, bizi de kendisine çekti bir kere. Ve bu mağaradan çıkabilmemiz için artık bir parolamız yok çünkü gerçek bize kendini bir kez gösterdi.

 

Yasin Taçar

 

 

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir