Deli Dahi Yazar Juan Emar ve “Dün” Eseri

Juan Emar, avangard edebiyatın öncülerinden. “Dün”, belki de en önemli eseri. Bir karakterin bir gün içinde başından geçenlere, daha doğrusu şahitlik ettiği olaylara ve onu götürdüğü düşüncelere sahne olan eser hem felsefi hem de mizahi unsurlar içermesi bakımından oldukça zengin.

Eserin mahiyeti, yazarın kendisinden bağımsız değil. Emar’ın hayatını ve hayata bakışını gördüğümüzde eserin kompozisyonu da daha netleşiyor. Emar yazar olmak istemez, sadece yazmak ister. Öyle ki hiç durmadan yazmasına rağmen, ölümünden sonra basılmasını ister eserlerinin. Üç kitabını yayınlatır ve daha sonra yazdığı binlerce sayfayı yayınlatmaz. Dile kolay, sıkışık tıkışık yazdığı tam 4135 sayfa beş cilt halinde öldükten otuz iki yıl sonra yayınlanır.

Yaşarken yayınladığı eserler de pek ilgi görmez. Dün, yayınlandığı dönem kıymeti bilinmeyen eserlerdendir. Bunda Emar’ın edebiyat eleştirmenlerini sevmemesinin ve bu düşüncesini dile getirmesinin etkisi var mıdır? Bilinmez. Emar, edebiyat eleştirmenleri için “Çeşit çeşit eleştirmenlerden yorum duymak istemiyorum, okuduklarını hayatlarını kazanmak için bir mesleğe çeviren canlıların görüşlerini öğrenmek istemiyorum.” diyerek bakışını açıkça ifade eder. Öyle ki görüşleri eserlerinde de kendini gösterir. Dün eserinde “Diyeceksiniz ki edebiyat koca göbekli adamlarla doludur, hatta tıka basa doludur ve her birinin arkasında, seçtiği göbeğin etrafında methiyeler veya psikolojik tahliller, anekdotlar veya trajediler düzmüş bir yazar vardır. Evet, doğru.” şeklinde bir pasaj geçer. Emar genel olarak edebiyat camiasına inanmaz, edebiyatçı olmak istememesinde bu saik yatar, o kendisine yazar denilmesini önemsemez, istemez de, sadece yazmak ister.

Dün, önemini tam da buradan alıyor esasında. Emar, kalemini zihninin eline vermiştir. Kalem, iradesizdir. Okuyucu hayrettedir. Karşısında bir dahi vardır. Bir günde geçer roman. Karakterimiz eşiyle bazı olaylara şahit olur. Düşüncelere dalar. Yan karakterler tuhaftır, tuhaf olduğu oranda da gerçektir. Gerçekliğini tuhaflığından almaktadır. Hikâyeler parçalıdır, karmaşıktır. Absürt olduğu kadar sahicidir. Gün içine dağılmıştır, birbiriyle ilgisi yoktur ama hayat da böyle değil midir zaten? Yeşil rengine âşık olan ve burjuvadan nefret eden ressam okuyucuya sahici gelir mesela. Sanki istediği an bir şehirde o ressamı bulabilecektir. Bir dişi aslanı yutan devekuşu, okuyucuya okurken gerçeküstü de gelmez absürt de. Müstehcen düşünceler suçundan giyotinle başı kesilen mahkûm, adalet üstüne dönen tartışmaların her zaman, her yerde aynı şekilde döndüğü gerçeğiyle yüzleştirir okuru.

Huidobro, Emar için “Ayaklarıyla yazıyordu” demiş. Juan Emar söz konusu olduğunda herhalde ancak böyle tarif edilebilir.

Emar yaşadığı çağda anlaşılmaz. O devrin insanları için yazmamıştır. Alejandro Zambra haklıdır belki de: “Evet, onu okuyabilir, ondan zevk alabilir ve onu anladığımızı düşünebiliriz fakat içten içe, kitaplarının henüz gelmemiş bir vakitteki okurlar tarafından daha iyi okunacağını, keyiflerine daha çok varılacağını ve daha iyi anlaşılacaklarını biliyoruz.”

Yasin Taçar

 

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir