Modern Sanatın Çarklarında Sıkışan Bir Mülteci Beden: Derisini Satan Adam Filmi

Kaouther Ben Hania’nın yönetmenliğini üstlendiği, 2020 yapımı “Derisini Satan Adam” (The Man Who Sold His Skin) , sanatı, kimliği, özgürlüğü ve modern dünyanın acımasız gerçeklerini ele alan bir film olarak karşımıza çıkıyor. Tunuslu yönetmenin titizlikle işlediği bu eser, Cannes Film Festivali’nde başrol oyuncusu Yahya Mahayni’ye “En İyi Erkek Oyuncu” ödülünü kazandırarak uluslararası alanda ses getirdi. Filmde, Yahya Mahayni’nin hayat verdiği Sam Ali karakteri, bir Suriyeli mülteci olarak, sanatın ve kapitalizmin kesişim noktasında, bedenini bir sanat eserine dönüştürerek hayatta kalma mücadelesi veren bir bireyi anlatıyor. Filmin oyuncu kadrosunda ayrıca 21. yüzyılın en güzel kadını Monica Bellucci ve diğerleri yer alıyor.

Derisini Satan Adam, modern dünyanın sert ve acımasız yüzüyle tanışan bireyin, hayatta kalmak ve özgürlüğüne kavuşmak adına neleri feda edebileceğini ve bu süreçte ne denli dönüşebileceğini aktarıyor. Film, savaşın paramparça ettiği hayatların, mülteci kamplarında sıkışıp kalmış hayallerin, özgürlüğe duyulan bitmek bilmez arayışın hikâyesini, alışılmadık bir perspektiften sunuyor. Sam Ali’nin sırtına Schengen vizesi dövmesi yaptırarak kendisini bir sanat eserine dönüştürmesi, yalnızca kişisel bir dönüşüm hikâyesi olmanın ötesine geçerek, sanat, kapitalizm ve bireysel özgürlükler üzerine kompleks bir alegori olarak karşımıza çıkıyor. Film, insan bedeninin, kimliğinin ve özgürlüğünün birer meta hâline getirildiği, bu metalaşmanın ise modern sanat ve modern sanatın piyasa ekonomisi aracılığıyla nasıl meşrulaştırıldığını yansıtıyor.

Sam Ali’nin hikâyesi, filmdeki diğer karakterlerle olan etkileşimleri ve bu etkileşimlerin arka planında yer alan karmaşık toplumsal ve siyasi dinamikler üzerinden de eleştirel bir zemin sunuyor. Film, bir yandan sanatı ve sanatçıyı, diğer yandan ise sanatın nesnesi hâline gelen bireyi merkeze alarak, modern dünyada sanatın anlamını, değerini ve bu değerlerin bireyin kimliği üzerindeki yansımalarını irdeliyor. Dolayısıyla sanatın ve insan bedeninin iç içe geçtiği bu anlatıda, izleyicinin zihninde bir dizi sorunun doğması kaçınılmazdır: Sanat nedir? Bir sanat eserine dönüştürülen bedenin değeri nedir? Özgürlük ve kimlik, piyasa ekonomisinin nesnesi hâline geldiğinde birey ne ölçüde kendisi olarak kalabilir?

Bedenin Bir Sanat Eseri Olarak Kullanılması

Sanatın ne olduğu, nasıl tanımlanabileceği ve hangi sınırlar içerisinde değerlendirilebileceği asırlardır tartışılagelen bir konu. Derisini Satan Adam, bu tartışmaların ışığında farklı bir perspektiften yaklaşarak insan bedeninin bir sanat eserine dönüşmesi bağlamında yeniden gündeme getirir. Sam Ali’nin sırtına yapılan Schengen vizesi dövme, onun bedenini bir sanat eseri hâline getirirken, bu dönüşüm süreci aynı zamanda bireyin metalaşma sürecini de gözler önüne serer. Sanatın bir ifade biçimi olarak kullanılması, bir yandan bireyin özgürlüğünü ve kimliğini yüceltirken, diğer yandan bu özgürlüğün ve kimliğin piyasa ekonomisi tarafından nasıl gasp edildiğini gösterir. Sanat, Sam Ali için hem bir özgürlük aracı hem de bir tahakküm nesnesi olarak karşımıza çıkar. Bu ikili işlev, sanatın modern dünyada nasıl metalaştığını ve bu metalaşmanın bireyin kimliği üzerindeki etkilerini tartışmaya açar.

Sam’in bedeni, bir sanat eseri olarak satıldığında, onun sadece fiziksel varlığı değil aynı zamanda kimliği, özgürlüğü ve bireyselliği, yani kısacası insanlığı da bu satışın bir parçası olur. Bedeninin bir sanat eseri olarak ticarileştirilmesi, onun kimliğinin tamamen silinmesine ve yerine kapitalist sistemin dayattığı bir kimliğin yerleştirilmesine neden olur. Dayatılan bu acizlik, modern sanatın bireyi metalaştırmasını ve bireyin kimliği üzerindeki dönüştürücü gücünü ortaya koyar. Sam’in sırtına yapılan dövme, onun hayali olan Avrupa kapısından geçebilmesine yarayan bir pasaport hâline gelirken, aynı zamanda onun özünü, benliğini, insan kavramının getirdiği yetileri de yok eden bir unsur olarak işlev görür. Burada sanatın çift yönlü işlevine denk geliriz; sanatın estetik değerlerinin, etik değerlerle nasıl çatıştığını ve bu çatışmanın birey üzerindeki etkileri…

Kimliğin Pazarlanması

Filmde, siyasi mülteciliğin getirdiği zorluklar, bireyin kimliği üzerindeki etkileri ve bu etkilerin, bireyin özgürlüğü çarpıcı biçimde Sam Ali’nin yaşadıkları üzerinden anlatılır. Sam, savaşın yıktığı bir coğrafyada, hayatta kalmak ve özgürlüğünü kazanmak için bedenini bir sanat eserine dönüştürmek zorunda kalır. Bu dönüşüm, onun kimliğini tamamen değiştirir ve bu yeni kimlik, kapitalist sistem tarafından pazarlanabilir bir nesneye dönüşür. Sam’in hikâyesi, mülteciliğin modern dünyada nasıl bir kimlik krizi yarattığını ve bu krizin bireyin özgürlüğünü nerelere kadar sürükleyebileceğini anlatır. Bununla beraber mülteciliğin, insan hakları ve etik değerler açısından nasıl sorgulanması gerektiğine dair tartışma açar. Çünkü Sam’in sırtına yapılan dövme, daha evvel zikrettiğimiz gibi onun fiziksel varlığından ziyade kimliğini de metaa dönüştürür. Kapitalist sistemin birey üzerindeki baskısı ise bu perspektifi destekler niteliktedir. Nitekim Sam Ali’nin sırtına yapılan dövme ile kapitalizm somutlaşmıştır. Kapitalizm, insan bedeni üzerinde tahakküm kurmuş ve bu tahakküm, direkt olarak insanın kimliğini hedef almıştır. Bu dövme, özgürlük arayışında olan bir mültecinin kimliğini tamamen siler ve yerine kapitalist sistemin empoze ettiği bir kimlik yerleştirir. Fakat kapitalist sistem bununla yetinmez, empoze ettiği kimliği sistem içerisinde kullandırtmaya zorlar. Bu kimlik, sanat dünyasının acımasız ve insafsız kuralları altında nasıl ezildiğini ve bu süreçte nasıl yok edildiğini ifşa eder; Sam, sanat adı altında “modern köle” olarak satılır.

Bu film, izleyiciye sadece bir hikâye anlatmakla yetinmez. Derisini Satan Adam filmi, insan bedeninin, kimliğinin ve özgürlüğünün nasıl birer metaa dönüştürüldüğünü, modern dünyanın acımasız gerçeklerini ve bu gerçekler karşısında bireyin nasıl bir kimlik ve özgürlük mücadelesi vermek zorunda kaldığını da anlatır. Bu mücadelenin ne derece zorlu, yıpratıcı, yıkıcı ve onur kırıcı olabileceğini, Sam’in yaşadıkları üzerinden gösterilir.

 

Adem Suvağcı

 

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir