Sobanın üzerindeki çayın kıvama geldiğini fark etti. Elini yakmamaya çalışarak olduğu yerden aldı, az önce serdiği yer sofrasının kenarına koydu. Ekmeği ısıttıktan sonra yağlayıp, küflü peynirden sıkma yapmayı, kış sabahlarının vazgeçilmezi olarak gördüğü için, fırına birkaç mayalı ekmek yerleştirip kapağını kapattı. İçerisi iyiden iyiye ısınmış, camlar buharlanmıştı. Eline bezi alıp iyice sildi, bir süre dışarıya baktı. Sabaha kadar yağan kar diz boyuna ulaşmış, güneş, dağılmakta olan bulutların arasından yüzünü göstermeye çalışıyordu.
– Ne yağdı mübarek be!
– Bir şey mi dedin?
Ses veren, mutfaktan kahvaltılıkları getiren annesi idi. Döndü, elinden tepsiyi aldı.
– Kar diyorum, iyi yağdı. Kaç yıldır böylesini görmedik.
– Kar da yağsa, yağmur da, hayırla yağsın evladım. Allah afetinden korusun. Fırına ekmek koydun mu?
– Koydum ana! Sıcacık olmuştur, hemen alıyorum.
Kahvaltı tepsisini yere koyup fırından ekmekleri çıkardı.
– Pamuk gibi olmuş, sana da sıkma yapayım mı ana?
– Nerde? Bu dişlerle olmuyor oğul, çaya ıslatmadan zor geçiyor boğazdan.
Ekmeği önüne koydu, iyice yağladı, küflü peyniri özenle dizdi, yanan ellerini üfleyerek sıktı.
– Sofrayı sar, elin yanacak.
– Böyle daha bir başka oluyor ana!
İlk lokmasını ısırıp yanan ağzında gezdirirken, çayları doldurdu.
– Sen unutmazsın ana, böyle bir kar, en son ne zaman yağdı?
– On beşi buldu, sen askerden geleli bir yıl olmuştu, ondan beri böylesi görülmedi.
Gülmeye başladı, annesinin, yıllar üzerinden geçse de hiçbir şeyi unutmamasına hep hayran olmuştu.
– Yine niye gülersin? Yavaş ye, boğulacaksın!
– Çok acıktım ne yapayım?
– Kurt da kuş da acıkmıştır, pencereye dolarlar birazdan.
– Sofrayı çırparım, tasalanma!
– Çeşme donmuş mu, baktın mı?
– Donmasın diye gece hafif açmıştım. Baktım, akıyor.
– Dükkâna gidecek misin? Kimseler gelmez bugün!
– Giderim ana! Rızık kapısı, kimse gelmese de açık kalsın.
– Doğru dersin, ekmeğin başında olmak lâzım.
Yıllar önce eşini ve çocuklarını kazada kaybedince, annesi ile beraber yaşamaya başlamış, hem ona yoldaş olmuş hem de yalnızlığını bir nebze unutur olmuştu. Bisiklet tamiri yaptığı küçük bir dükkânı vardı. Kış nedeni ile işler yavaşlayıp, kar yağınca tamamen dursa da, alışkanlık gereği gider, açık tutardı. Babadan kalma küçük bahçe evi ikisine de yetiyor, yazları bahçede ufak tefek sebze yetiştiriyorlardı.
– Çok şükür, doyduk!
– İyi doyur karnını! Nevale hazır edeyim sana.
– Yok ana, gerekmez! Dükkânda pek durmam, sağa sola uğrarım bugün.
– Dayına da uğra, iyi mi bir bak!
– Uğrarım, merak etme!
– Bundan sonra iyi olsa da, nafile!
Çayını alıp pencereye koydu. Dışarıya bakıp hayretini yineledi.
– Ne yağdı ya! Dallar üzerindeki karı zor taşıyor ana! Bir kaçı kırılmış bile. Yollar iyice kapanmıştır, çarşıda da kimse olmaz.
– Derdi olan durmaz oğul! Herkes başka başka gam taşır, kimi evde kimi elde!
– Böyle lafları nereden bulursun ana! Ben, hiç beceremem senin dediklerini.
– E, sen söylemek istemesen de yaşadığın söyletir. Sen de az yaşamadın ama hep içine atarsın.
Çayından bir yudum aldı, gözleri dışarıya kayarken, tüm dertleri birikir gibi nefesini alabildiğince çekti. Bir söz demedi, diyemedi. Keder, dışarıdaki kar gibi yağdı üzerine. Çay bardağı elinde, gözlerine yürüyen yaşa aldırmadı, eskilere daldı gitti. Annesinin şefkat dolu sözleri kulağına ulaşsa da, hiç birini duymuyordu. Yaşadıkları, yine tüm ağırlığı ile oturuverdi yüreğine. Elleri ile mezara koyduğu eşini ve çocuklarını hatırladı. Bahçede yaptığı düğünü, çocukların koşturmalarını, kendini kaybettiği günleri, annesinin çırpınışlarını, çok geçmeden babasını kaybedişlerini teker teker hatırladı.
– Bir hafta sonra on yıl olacak ana! On koca yıl.
– Allah sana ömür versin oğul! Gelip geçiyor hepsi.
– Geçse de zor geçiyor ana, bir de bana sor nasıl geçtiğini. İçimde neler yaşarım, bir de bana sor.
– Bilmez miyim, anan haberdar değil mi sanırsın?
– Keşke göndermeseydim, keşke durun deseydim, keşke!
– Keşkenin sonu yok, ne kadar söylersen söyle. Kederini artırır, başka da bir şey yapmaz. Kendini yiyip bitirmeyi bırakmalısın oğul! Anan da yaşlandı artık, bugün var, yarın yok! Sen yalnız mı öleceksin? Evlensen, yeni bir yuva kursan, önünü bir görsen!
– O, zor iş ana! İçimden hiç gelmez, ne yapayım?
– Hiç mi oğul?
Gözlerini silerken, bakışları ile tekrar dışarıya sığındı. Belli belirsiz konuşmasını, ne annesi duydu, ne dışarıda biriken kar.
– Hem de öyle bir hiç ki!
Dışarının soğuğu içerinin kederi ile birleşmişti. Diz boyu yağan kar, yüce dağları örtüyor görünse de, yüce dağlar gibi büyüyen dertleri örtemiyor, aksine daha da derinleştiriyordu. Yaşadıkları acılar zaman zaman gün yüzüne çıkar, biriktirdikleri gözlerinden akar, yürürdü. Birbirleri için dayanak olmalarının yanı sıra, tevekkül ve teslimiyet halleri olurdu. Hayatın yüklediklerinin hissi ile, ne içerinin ne de dışarının farkında olmadan, uzun süre öylece kaldılar. Hıçkırıklar kesildi. Sustular, uzun süre hiç konuşmayacak gibi durdular.
Annesi derin bir nefes aldı, gözkapaklarından atamadığı yaşları eliyle sildi. Sessizce sofrayı topladı, sobanın üzerindeki güğümün yerini değiştirdi. Acılar tazelense de, hayat devam ediyordu.
– Kalk evladım, kalk! Mevla cennetinde buluştursun inşallah!
Anılardan uyanıp, elinin tersi ile gözlerini sildi.
– Âmin! İnşallah!
Tepsiyi alıp mutfağa götürdü, kahvaltılıkları yerlerine koyup döndüğünde, annesinin sofrayı pencere kenarına çırptığını gördü.
– Bugün erkenciler.
– Açlık beklemeye gelmez, bekleyerek açlık geçmez.
– Kapı önünü açar sonra çıkarım.
– Sıkı giyin, üşüme!
Annesinin dediği gibi sıkıca giyindi, dışarı çıktı. Kar dışarıda kendini daha bir başka gösteriyordu. Alabildiğine beyazlık gözlerini aldı. Kar küreğini alıp, çeşmeye, tuvalet tarafına, en son bahçe kapısına doğru kürüdü.
– Ben gidiyorum ana!
Annesinin sesine cevap vermemesini, işlere dalmasına yorarak, ellerini cebine soktu, bahçeden çıktı. Süt kamyonu sabah erken saatlerde geçtiği için, lastik izlerini takip etti. Güneş ışıkları ağaçların arasından süzülünce, etraf kristallerle donatılmış gibi güzelleşiyordu. Dallarda hafif hafif dökülen karlar, havanın yumuşayacağını fısıldıyor, kargalar oradan oraya uçarken sessizliğe ses veriyordu.
Bahçe aralarından çarşıya doğru yürüyen ayaklar, yaşananların daha güçlü olmak adına, birer imtihan olduğunu biliyordu.
Cemil Köksal
1 Yorum