Toprak Damdan Çadır Eve

– Oğlum, sokak başına çıkın, kamyoncu şaşırıp başka yere gitmesin!

Küçük oğlu babasını duyar duymaz tahta kapıyı açıp, avlu duvarının dışında kayboldu. Gözleri avluyu taradı, eşyaları karışmaması için benzerleri ile bir araya koymuş, kimini bağlamış, kimini iç içe yerleştirmiş, hazır hale getirmişlerdi.

Kayınbabası çardağa serilen seccadede namazını bitirmiş, tesbihini çekiyordu. Kollarını ve paçalarını acele ile sıyırıp ibriği eline aldı, kamyon gelmeden ikindi namazını kılmalı idi.

– Bidonları bağladın mı Eyüp?

Başını mesh ederken eşinin sesine döndü, gözleri büyük oğlunu aradı.

– İpi yeni buldum anne, bağlarım şimdi!

Eşi, mutfak malzemelerini doldurduğu büyük leğeni kapı önüne koyarken, kızı annesinin arkasında taşıyabildiği eşyalarla belirmişti.

– Kızım, babana havlu götür!

– İşinize bakın, havlu burada. Eyüp, çadırın iplerini içine koydun mu oğlum?

– Koydum baba, çadır tamamdır.

Havluyu duvardaki çividen aldı, kurulanıp yerine astı, çardağa yürüdü, yaşlı adam seccadeden yana kayınca namaza durdu. Namazı kılarken kamyon, geri geri kapının önüne gelmişti bile. Kamyon gelince hareketlilik daha da arttı. Selam verip namazı bitirince, kamyona döndü.

– Acele etme oğlum! Sükûnetli olun, hepsi hallolur.

Kayınbabasının uyarısı üzerine yanına oturdu.

– Uzun yol baba! Çoluk çocuk! İnsan sakin olamıyor. Bir de siz annemle burada. Vallahi içim rahat değil baba! Ama başka çare yok, mecburuz, gidiyoruz.

Kayınbabası sağ elini omzuna birkaç defa vurdu.

– Şu köyde kalsanız nasıl olacak oğul? Birkaç kuruş kazanıyorsunuz hiç değilse. Horantanın karnını doyurmak için gidiyorsunuz. Rezilliği var ama parası da iyi. Küçük oğlanda bu sene tam yevmiye alırsa onun da yardımı dokunur.

Kamyoncu arka kapağı açıp kasaya çıkmıştı.

– Duran abi, her şey hazır mı?

Ayağa kalktı, ayakkabıları giyerken, kamyon kasasının neredeyse dolu olduğunu gördü.

– Baba, ben bir bakayım! Her şey hazır da, bizim yükleri alabilecek misin?

– Sen tasa etme abi! Dört göç sığıyor bu kasaya. Ben güzelce istiflerim, getirin hele! Önce ağır olanları verin, alta koyalım.

Oğulları ile önce çadırı ve direklerini taşımaya başladılar. Daha sonra ağır olanları aralardan seçerek ilettiler. Kazanları, mutfak malzemelerini, yatak ve minderleri, büyük bir savana sarılan yastık ve örtüleri, iki valize zorla sığdırılan giyecekleri, lâzım olur diye düşünüp koydukları bir sürü eşyayı, teker teker yüklediler.

Eşi küçük bebeklerini çardağa getirirken, kızı anneannesinin koluna girip arkadan takip ediyordu.

Mevsimlik işçi olmak, yaz yaklaşırken batıya, kışın ise doğuya, hayat şartları gereği göçü zorunlu kılıyordu. Toprak dam altında geçen kış, elde avuçta olanı yavaş yavaş eritirken, okulların kapanması bile beklenmeden, çocukları da alıp, birkaç ay sürecek çadır hayatına çekiyordu insanları. Yokluk olsa da, kanaat ayakta tutuyor, yaban elde geçim uğruna sıkıntılara göğüs geriyorlardı. Buralı mı yoksa oralı mı olduklarının hiç önemi yoktu, boğaz kavgasında. Kursaklara sıcak bir şeyler aksın, bebelerin yüzü gülsün içindi, çekilen çile.

Yaşlı adam torunlarına bakarken bunları düşünüyordu. Küçük kız anneannesinin kucağına kıvrılmış, günün yorgunluğuna teslim olurken, annesi, kardeşini uyutmaya çalışıyordu.

– Baba, kendini yorma! Sıkıntı olursa arayın, abimler gelsin. Siz burada yalnızsınız diye gönlüm hiç rahat değil, bilesiniz.

– Güle güle gidin, güle güle gelin! Bizden geçti artık kızım! Bir ayağımız çukurda. Annen sağ olsun, onun da hali belli, kaderde ne varsa yaşanır.

Yaşlı kadın çok konuşmazdı, gözlerinde biriken damlalar, dilinden çıkan kelimelerden fazla olurdu. Çocuklarına yardımları dokunmasa da manevi destek oluyorlardı. Başındaki uzun örtüyü düzeltirken kocasına baktı, kızına, torunlarına, küçük avludaki eşyalara, gözleri doluverdi. Yeleğinin cebinden çıkardığı mendille gözyaşını silerken, kocası kızına teselli veriyordu.

– Çocuklara dikkat edin! Hasta etmeyin yaban ellerde. Hayat bu, birbirinize dayanın, hepsi ekmek için çekiliyor.

Kızı, kamyona yüklenen eşyaları izlerken babasını dinliyor, küçük evinde her yıl tekrarlanan göçü kaderi sayıyordu.

– Siz ne zaman çıkacaksınız yola?

– Yatsıdan sonra çıkarız diyorlar anne! Eşyalar kamyonla, biz de minibüsle.

– İyi, hiç değilse kamyonla gitmiyorsunuz.

Kocası yanlarına geldi, terini silip, bir bardak su içti.

– Bitti, şükür! İçeride bir şey kaldı mı?

– Alınacakları aldık ama bir kontrol et istersen.

Oğulları son eşyaları uzatırken, adam etrafı kolaçan etti.

– Var mı başka baba!

– Yok oğlum, hepsi tamam!

– Baba, önde yer varmış, ben kamyonla gideyim mi?

– Bana da yoldaş olur Duran abi, gelsin istersen.

Karı koca birbirine bakarken, yaşlı adam içlerinin rahat etmediğini fark etmişti.

– Gençtir, bırakın kamyonla gitsin!

– Tamam, gidebilirsin! Yemek yemeyecek miyiz hanım?

– Yemek hazır, siz işinizi bitirin diye bekliyoruz.

– Hele serin sofrayı, gün batmak üzere. Kamyon yola çıkar birazdan, aç çıkmasınlar.

Eşi, bebeği kenara yatırıp içeri girerken, oğulları yardım etmek için peşinden gittiler. Küçük kızı, anneannesinin kucağından alıp, bebeğin yanına yatırdı. Kamyoncu işini bitirip avluya girince, seslendi.

– Elimi yıkasam, su var mı?

– Oradaki ibrikte su var, yıka da gel hele!

Sofrayı serdiler, ekmekleri pay edip kaşıkları dağıttılar. Bulgur pilavı ve cacığın yanına soğan ve domates doğranmıştı.

– Hadi bismillah, buyurun! Baba, buyur, başla hele!

Yaşlı adamın başlaması ile kaşıklar uzatıldı.

– Duran abi, siz ne zaman çıkacaksınız?

– Yatsıdan sonra, hayırlısı ile.

– Allah kaza bela vermezse, sabah dokuz gibi orada oluruz. Siz bizden önce varırsınız zaten!

– Acele etmeyin evladım, uyumayın sakın!

– Yok, dede, acelemiz yok! Uykum gelince çekerim bir mola yerine, bir saat uyudum mu yeter bana, siz merak etmeyin.

– Yolunuz açık olsun, dikkat edin, sağ salim varın inşallah!

– Sağ ol nene, inşallah!

Bir taraftan atıştırıp sohbet ederlerken, akşam ezanı duyuldu.

– Aziz Allah! Ezan da okunuyor, namazı kılar çıkarız.

Yaşlı adam uyuyan torununu işaret etti.

– Kız yemeyecek mi idi?

– Yorgunluktan uyuyakaldı baba! Uyanır birazdan, yediririm ben ona.

– Senin peşinden ayrılmıyor.

– Öyle baba! Becerikli maşallah!

– Ya biz?

Küçük oğlunun sorusuna gülüştüler.

– Hepinizin yeri ayrı oğlum! O, benim sağ kolum, siz de babanızın.

– Oğullarım öyledir, işten kaçmazlar.

Yapılan iltifatlar ve şakalar eşliğinde karınları doyarken, üzerlerindeki stres azalmıştı.

Karanlık iyice basarken ayaklandılar, kamyonu dualar eşliğinde uğurladılar.

Çardağın altında çaylarını yudumlarken yatsı ezanı okunmaya başladı, etrafı son kez toparlayıp çekidüzen verdiler. Namazlarını kılıp, minibüsün gelmesini beklemeye başladılar. Minibüs korna çalarak kapıya yaklaşınca, gözlerdeki yaşlara, dildeki dualar ortak oldu.

Sokak karanlığında uzaklaşan minibüse, birbirine dayanan yaşlı bedenler, içlerinde taşıdıkları burukluk karanlıkta görünmese de, gidip de dönmemenin, dönüp de bulmamanın teslimiyeti ile bakıyordu.

Cemil Köksal

DİĞER YAZILAR

1 Yorum

  • ebu mubeyyen , 10/09/2017

    çocukluğumdaki bir anımı getirdi hatırıma. amcamın 5.20. man kamyonu ile konar göçer bir aileyi bir vadideki yerleşkeden alıp, düz bir alana indirmiştik.. hikâyedeki taşınma telâşı gözlerimin önünde..

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir