Modern zamanların insan üzerindeki en büyük aldatmacası “başarılı olmak” kelimesinde gizlidir. İnsanların üstün yetenekler sahibi olduğu izleniminden yola çıkarak her durumda, her şartta başarılı olunabileceğine dair anlatımlar aslında bizim için tam bir aldatmacadır. Meşhur mucit Edison “Başarılı olmanın %99’u alın teri geri kalan %1’i ise yetenektir” derken bizi kandıranların ipliğini pazara çıkarıyor aslında. Çünkü “başarılı olmak” için gereken şey, üstün yetenekler veya hiç kimsenin sahip olamadığı ve bizi diğer insanlardan ayıran özelliklerimiz değildir. Tam aksine bizi başarıya götürecek olan birinci koşul çok çalışmak ve disiplinli olmaktır. Ancak emekten ziyade tüketime dönük olan modern anlayış işin bu kısmını atlıyor ve başarıda belki de daha az payı olan yetenek kavramı üzerinde yoğunlaşıyor. Kameranın objektifini özellikle bu söz üzerine çeviriyor ve onu görmemizi istiyor. Daha sonra da kendimizi özel hissetmemiz ve ona göre davranmamızı salık veriyor. “Üstün yeteneklerini keşfet ve onları kullanarak başarılı ol!” sloganı da insanın kulağına ilk fısıldandığında insanın nefsini okşuyor. Ancak üstün yetenek dedikleri şeyin çalışma, azim ve disiplinle birleşmediği zaman hiçbir işe yaramayacağı tüyosunu kimse vermiyor.
Peki, bizler “başarılı olmak” için neler yapıyoruz ya da nereden hareket ediyoruz? Soruyu şu şekilde de sorabiliriz “Üstün meziyetlere ve yeteneklere sahip olmamız başarı için olmazsa olmaz bir şart mıdır?” Bizim dışımızdaki insanların hayatlarına baktığımız zaman başarılı olmuş her insanın üstün meziyetleri ya da yetenekleri mi vardı? Bunun da ötesinde, bir iş yaparken bizi harekete geçiren kuvvet “başarılı olma” duygusu mu olmalı?
Meseleye bu açıdan yaklaşıldığında, yukarıdaki satırda yazdığımız soruları çoğaltmamız mümkün elbette. Ancak bu kadar sorunun cevabı bile bizi sonuca götüreceği için şimdilik bunlara cevap aramakla yetinmemiz lazım. Zira cevapları bulmaya başladığımız zaman göreceğiz ki bir iş yaparken en önemli motivasyon kaynağı “başarılı olmak” değil, her işi “kendi ruhuna uygun” yapmaktır. Yoksa sonuç kısmına vardığınız zaman başarılı olabilirsiniz ancak yaptığınız işin ne size ne de çevrenizdeki insanlara hiçbir faydası olmayabilir. O nedenle önce meseleye bakış açımızı düzeltmeli ve işe doğru yerden ve doğru açıdan başlamalıyız.
Başarılı Olmaya Odaklanmak
İçinde yetiştiğimiz kültür bizden üstün yetenekler ve özel meziyetler sahibi bir insan olmamızı istemiyor. Tam aksine bizler, insanın eksik yaratıldığını, gücünün ve kuvvetinin bir sınırı olduğunu biliyoruz. Yani bizim hayal kahramanlarımız, masallardaki karakterlerimiz bir Süpermen, Örümcek Adam, Himen, Batman gibi herkesi ve her şeyi yenen süper kahramanlar değildir. Amerikan film endüstrisinin bize sunduğu bu karakterler sosyal hayatta başarısız, insanlarla iletişim kuramayan ya da iletişimi zayıf olan, genelde de akşam olunca başka bir karaktere, süper kahramana dönüşen insanlardır. Yani gerçek hayatla bağları yoktur. Bizim anlam dünyamızda da doğal olarak bu tarz karakterlerin bir karşılığı bulunmaz. Bu tip kahramanların en belirgin özelliklerinden birisi de, çevrelerindeki insanlar için ne yaparlarsa yapsınlar en küçük hatalarında hemen gözden düşmeleri, silinmeye yüz tutmaları ve itibar kaybı yaşamalarıdır. Yani toplum, kendisi için çalışan, başarılı olan süper kahramanlarına karşı gayet vefasızdır. Batı tipi insan tanımında her zaman üstün yetenekler birinci sıradadır. Eğer toplum için bir şeyler yapacaksanız mutlaka dışardaki insan kalabalığından bir farkınız, özel bir durumunuz olmalı! Normal bir insan olarak bu dünyada başarılı olmanız, toplumunuza faydalı olmanız mümkün değildir. Üstün meziyetler ya da yetenekler dedikleri şeyler de örümcek gibi binalara tırmanmak, kuş gibi uçmak tarzında gerçeklerle bağı kopmuş hayalî şeylerdir. Peki, işin gerçeği böyle midir? Batı dünyası için bu sorunun cevabı evet olabilir. Ancak bizim dünyamızda bu iş, hiç de öyle göründüğü gibi değil.
Üstün Yeteneksiz İnsan
İnsan, aciz ve nakıs bir varlıktır. Kendisinin üstünde daha büyük bir güç olduğunu bilir ancak bunu unutmaya da meyyaldir. Bu nedenle inancımız bize her zaman en güçlü ve en kuvvetlinin Allah olduğunu hatırlatır. Bu durum, insanın benlik davasında ipin ucunu kaçırıp toplumun başına bela olmasını da engeller. Çünkü bizden güçlü olan yaratıcı, aciz olarak yarattığı insana yaptığı ve yapmadığı her şeyin hesabını soracaktır. O nedenle bizim hayal dünyamızda bile süper kahramanlar yoktur. Her işi yapılması gerektiği şekilde yapan ve gerisini de tevekkülle yaratıcıya bırakan insanlar, bizim insanlarımızdır ve gerçektirler. Sokakta, evde, yaşadığımız şehirde kısacası etrafımıza baktığımız her yerde bu insanları görürüz, onlara dokunuruz. Bu durum, yapmayı arzu ettiğimiz işler için bize ilham verir. Çünkü bizler, etrafımızdaki bu insanları görerek aslında bir işi başarmanın çok istisna yetenekler gerektirmediğini de öğrenmiş oluruz.
Başarının Şartı Olur mu?
Eğitim hayatındaki basamakları bir bir aşarak başarılı olanlar, iş hayatında da başarılı olmak için oyunu kuralına göre oynamaya çalışırlar. Zira içinde sıkışıp kaldıkları sistem onlara her şartta ve durumda “başarılı olmak” ölçüsünü kazandırmış ve bunun için de bazı altın kurallar belirlenmiştir. Eğitim hayatınızdan iş hayatına kadar her zaman oyunu kurallarına göre oynayacak ve hep kazanan, başarılı olan taraf olacaksınız. Eğer başarılı olamadıysanız gözden kaçırdığınız noktaları tespit ederek geriye dönecek ve eksiklerinizi tamamlayacaksınız. Bunun öncesinde de mutlaka bir hedefiniz olacak ve o hedefe kilitlenerek emin adımlarla yürüyeceksiniz. Etkin bir planlama bu işin olmazsa olmazıdır. Doğru planlama denilen bu basamakta ana soru “Daha başarılı olmak için en yapmalıyım?” sorusudur. Bu oyunu kurgulayanların, istikrarlı olmak ve arkadaş seçmek konusunda da size söyleyecek sözleri vardır. “Mazeret üretme ve harekete geç!” gibi sloganlarla sizi yarış atına çevirdiklerini hissettirmemek de onların illüzyonudur.
Sefer mi, Zafer mi?
Bir iş yapmanın en önemli yanı, yaptığımız işin öncelikle bize, daha sonra çevremize ve insanımıza sağlayacağı faydalardır. Gereksiz işten ve ilimden, ne o işi yapana ne de o kişinin içinde yaşadığı topluma bir fayda gelir. Daha da önemlisi, biz bir işe başlarken önce besmeleyle başlarız ve ardından yaptığımız işin her şey olmadığını, onun dışında da bizim bir insan olarak hayatımız olduğunu ve dünyanın yine döndüğünü, zamanın aktığını biliriz. İçinde yaşadığımız topluma karşı görevlerimizi yerine getirelim derken, kendimize ve yaratıcımıza karşı sorumluluklarımızı ihmal edemeyiz. Meselenin bir başka boyutu da üstün yetenek kısmıdır. Ne yaparsak yapalım Batı dünyasının süper yetenekli ve çift karakterli insan tipinin bize hitap eden özenilecek bir yanı yoktur. Kendi gerçeğimizden hareket ederek kahraman olmanın ya da bir işte başarılı olmak adına mutlaka zafer kazanmanın yollarını aramamalıyız. Zira müslüman zaferle değil, seferle yükümlüdür. Zafer, seferin sonunda yaratıcımızın bize vereceği ya da vermeyeceği bir nimettir. Yaptığımız işin sonucunda mutlak bir beklenti içine girmiş isek, bu durumda emek ve zaman harcadığımız şeyin hizmetine girmiş oluruz. Aslında olması gereken ise onu, insanın hizmetine sokmaktır. İnsan, başarılı olmayı hayatının anlamı yapmamalı ama yaptığı işin hakkını vermek için de disiplinli ve gayretli olmalıdır.
Kendisini tanıyan, sınırlarını bilen, yeteneklerini keşfedenlerin neler yapabileceğini görmek hiç de zor değildir. Kendini keşfe çıkanların gerçek zamandan ayağını kaldırmamaları, onların süper kahramanlara dönüşmelerini engeller. Çünkü süper kahraman diye bir şey yoktur. Her insanın kendi ruhuna uygun yetenekleri, meziyetleri vardır. Bunları keşfedildiği zaman da disiplinli, ciddi çalışmalarla Hollywood film endüstrisinin önüne koyduğu o sahte süper kahramanların aslında kahraman değil hayal olduğunu anlar. Yaratıcısına karşı görevlerini ihmal eden kendisine karşı sorumluluklarını yerine getirmeyen bir varlığın içinde yaşadığı topluma katabileceği bir değer olmadığını da görür.
Davut Bayraklı
1 Yorum