(Günler Heybemde – 2)
16 recep 1435: bugün bir video sitesinden “salat-ı ümmiyye” dinliyordum. videonun yanında bir reklam peyda oldu: bilimsel verilerle eş bulabileceğimi vaat eden bir çöpçatanlık sitesi! bu bilim, ne diktatör bir şey arkadaş, her işimize burnunu sokuyor!
17 recep 1435: benim depresyon hırkam yok.
18 recep 1435: bir suç işlemek istiyorsanız basın kartı temin edin. basın özgürlüğü diye sizi savunan bir salak mutlaka bulursunuz.
19 recep 1435: kiraz ile vişnenin farkını bilmeyen çocuklar, üzülmeyin. sizden evvelkiler de balık isimlerini ve ağaç isimlerini bilmiyordu. siz o parıl parlayan ekrana bakmaya devam edin.
20 recep 1435: “ben hümanistim.” diyorsa sen onu “dünya zevkleri için kemalist oldum.” anla.
21 recep 1435: televizyonda ismail kara’yı dinliyorum. 1970’lerin sonunda amerika’da “islâm liberalizmi” çalışması yapılmış ve bu projeye katılanlardan birisi de fazlurrahman imiş. türkiye’den de katılanlar olmuş. isimlerini vermek istemedi.
22 recep 1435: bugün yahoo’dan bir e-posta hesabı aldım, illa telefon numarası istiyor. şifre kaybettiğimde bana mesaj gönderecekmiş. babaanneminkini verdim. teknoloji bizi nelere sevk ediyor? bildiğimiz, bilmediğimiz…
23 recep 1435: hiç hindistan’ın aktüel meselelerle ilgili tavrını ihtiva eden haberler görüyor musunuz? mesela iran’ın nükleer programı hakkında hindistan’ın tavrı ne? yahut da basra körfezi’ndeki amerikan silahlı güçlerinin artması iran kadar hindistan’la da ilgili mi? türkiye’de iran, amerika, israil ajanı var da hint ajanı yok mu? bu hintliler ne yapıyor?
24 recep 1435: analitik geometri derslerine gelen bir hanım vardı. ahmet altan romanlarını okuyan bu hanım, “gülünçlü kaygılı modern” ahmet altan için “kadın ruhundan anlayan en iyi yazar” demişti. gözündeki parıltıyı yanlış anlamışım. nerede o eski “kadın ruhundan anlayan köşe yazarları?” piyasa o kadar boşalmıştı ki reha muhtar bile albenili bir kaşkol takıp bu işe soyundu.
25 recep 1435: tütünden para kazanılma imkânı kalmayınca tütünü ve tütün mamüllerini lanetli hâle getirdiler. şu an yavaş yavaş şekeri lanetliyorlar. insan gerçekten kendisinin düşünüldüğünü zannediyor. bence daha radikal yasaklı listesi, lanetli listesi çıkarmak gerek. mesela bence önce otomobiller, sonra lastik tekerlekli diğer vasıtalar da sigara kadar sağlığa zararlı. gerçekten insan hayatına kıymet veriliyorlarsa lastik tekerli araçları kullanmak hakikaten salakça. benim farkettiğim bu gerçeği petrol tükenince çok zeki komedyenlerimizin işlemeye başlayacağını sanıyorum.
26 recep 1435: papa ikinci jean paul’ün celal bayar’ın idam edilmemesi için şefaatçı olduğunu duymuştum. yeni öğrendim: celal bayar, papa’nın “tahta çıkış töreni”ne katılmış.
27 recep 1435: siz hiç solcu müteahhit gördünüz mü? sanki bütün müteahhitler sağcı gibi. gerçi solculuk, sağcılık mı kaldı diyeceksiniz, doğru hepsi neoliberalizm potasında eritilip yan sanayide kullanmak üzere ilgili yerlere gönderildiler.
28 recep 1435: ismet inönü devrinde çay tarımına, rize zorla geçirilmiştir. türkiye’deki birçok zorbalığın yanı sıra işçi sınıfı da silah zoruyla oluşturulmuştur. nazilli basma fabrikasına insanları hükümet silah zoruyla sokmuştur. zonguldak’taki maden ocaklarında hakeza öyle olmuştur. türk insanı, kendi işinin mesleğinin sahibiydi. şimdi ise hizmet sektörü denilen aptallık yüzünden hizmetçi, silah zoruyla işçi yapıldık. bir lokantaya, bir pastaneye oturduğumda garsondan bir şey isterken içten içe mahcup oluyorum. yani birinin bana hizmet etmesi düşüncesi beni utandırıyor. garson çocuklar farkında değil ama ben onlardan utanıyorum. o çocukların bana “buyurun efendim” demesi çok zoruma gidiyor. böyle hisseden çok az kişi kaldığımız için kolayca hizmetçi, işçi yaptılar bizi.
29 recep 1435: bugün apartmanın merdiveninde korkmakla merak duygusu arasında kalmış küçük bir kız çocuğuna rastladım. beni görünce bir açıklama yapma gereği hissetti: “ben arkadaşım melikegilin evini arıyordum.” kirli yüzü, biraz dağılmış saçları, sağa doğru kaçmış pantolunu ve burun çekmeleriyle bana bakmaya başladı. bizim katta melike yoktu. üst kattaki evlerde olabilir miydi acaba? kapının birini çalıp melike’yi arıyorum demesini telkin ettim. güvenemedi kendine. telkine devam ettim, kendisini burada bekleyeceğimi söyledim. bu kez ikna oldu, yukardaki kapılardan birini çaldı. orada da bir melike yokmuş. acaba ikinci kattaki melihlerin yeğeni melike olabilir miymiş. bizimki hemen devreye girdi onun adı melike değil, sinem’miş. emre’nin kardeşiymiş. o olamazmış. bir türlü ortaya çıkmadı melike. umudunu kesip tekrar aşağı doğru inecekti ki aşağıdan bir ses geldi: “mislina! mislina!” galiba annesi. mislina da herhalde “kur’an da geçiyor!” diye konulan nevzuhur isimlerden birisi.
30 recep 1435: insan enis batur okuyunca, hayatındaki her ayrıntıyı yazıya dönüştürebileceği zehabına kapılıyor. kendini o kadar önemsiyor. bence enis batur’un yaptığına bir yazarlık tecrübesi olarak değil de kendini önemseme çeşidi olarak bakmak daha sağlıklı olacaktır.
Mücahit Emin Türk
2 Yorum