12 Haziran 2020 – Cuma
İyi, deyince aklıma ilk olarak fayda gelir. Faydalı olan şey, iyidir. Felsefede ise varlığı arzu edilebilir hale getiren şey olarak tanımlanır. Ahlaka uygun olan şey de iyidir. Bu bağlamda kötü, iyinin zıddıdır. İyiliği aydınlık olarak betimlersek, karanlık aydınlığın henüz ulaşmadığı yer olur. İnsanın da içinde aydınlanmamış ve karanlıkta kalmış pek çok yer vardır. Bu sebeple insanın bazı hal ve davranışlarına kötü sıfatı veririz. Aslında insan; iyi ve kötünün sürekli olarak içinde savaştığı bir meydan olarak görülebilir. Zaten bu savaşın sonucuna göre insan ya erdemlere ya da reziletlere ulaşır ve böylece kişiliğini inşâ etmiş olur. Kişilik, bir bina gibi inşâ edilebilen bir şeydir. Bütün bunları şu cümleye gelebilmek için yazdım: Yardımına ihtiyacı olan insanları kişinin kendisi belirleyemez. Çünkü insan, denk gelen varlıktır. Yolda giderken önünüzde yürüyen insanın bir anda kalp krizi geçirip düşmesinde hiçbir payınız yoktur ama bu düşmeden sonra o insana yardım etmeniz gerekir. Sağduyu ve akıl bunu öngörür. O halde iyilik yapabilmenin bir imkân olduğunu söyleyebilirim. Kendini diğer insanlara kapatan aslında iyilikle arasına mesafe koymuş olur. Kişinin iradi olarak talep etmediği ama Allah’ın önüne çıkardığı imkânları görmezden gelmesi kötülüğe doğru yürüyüşüdür.
16 Haziran 2020 – Salı
Cengiz Aytmatov’un sevdiğim bir cümlesi var: “İnsan için en zor olan şey, her gün insan kalmaktır.” Her yeni gün farklı bir tecelli demek ve başımıza ne geleceği ya da kimlerle karşılaşacağımıza dair hiçbir fikrimiz yok. Kıyametin kopması dâhil her şeyle karşılaşabiliriz. Yani her sabah müthiş bir bilgisizliğe gözlerimizi açıyoruz ve adımlarımızı korka korka saatlerin üstüne atıyoruz. Hayata koşuyoruz.
Acaba bir an sonra ne olacak ve bu olacak şey karşısında metanetimi ve erdemimi nasıl koruyacağım? İnsan kalmak için daha ne kadar tecrübe gerekli? Bu soruların kesin bir cevabı yok. Hatta her insana özgü bir cevabı olduğu da kesin. İnsan kalmak aslında insanın kendiyle savaşması demek. İçindeki şeytanla… Tevarüs ettiği ya da içinde büyüttüğü reziletlerle… Her halükarda savaşın cephesi diğerleri gibi gözükse de değil. Diğerleri, sadece her insanın bir şeytanla birlikte yaşadığını hatırlatan etkenler… Şeytanını fark etmeyen meleğini bulamaz çünkü. O halde insan kalamayan şeytana evrilir.
20 Haziran 2020 – Cumartesi
Bunalım bir ruh hali. İç sıkıntısının insanı ele geçirdiği bir çözümsüzlük girdabı. Sebep ve sonuç arasında bir ilişki kuramama ve düşülen durumdan kurtulmak için gidilecek kapının kalmaması hali. Yani kriz ya da buhran. Sebebi ise dıştan gelen etkiler. Mesela kişinin ölecek olduğunu bilmesi ve kabullenememesi bunalım halini doğurabilir. Kuvvetli bir şekilde arzu edilen şeylere ulaşamamak da bunalım için sebeptir. Burada özne insandır. Aynı durumla karşılaşan iki insandan biri bunalıma girerken diğeri girmeyebilir. Çünkü olayların insan (özne) üzerindeki etkisi farklı farklıdır. Her halükarda bunalım bir imkâna döndürülebilir. Nermi Uygur; “Bunalımdan ölmeden çıkana, bunalımın en değerli armağanı: bambaşka bir varlık-gözü”dür der. Peki bu nasıl olacak? Öncelikle bunalım kişinin kendini sorgulamasına sebep olur. Sorgulamanın olduğu yerde basmakalıp düşüncelerin etkisi zayıflar. Kişi durduğu yeri sanki orada değilmiş gibi görmeye başlar öncelikle. Bu durum kendine dışarıdan bakmaktır. Böylece sürekli yapılan ve bu sebeple aklın eşlik etmediği eylemler sorgu masasına alınır. Önemli olan sorunun tespitidir. Sorun tespit edilince çözümün bulunması kolaylaşır. Kısacası bunalım sayesinde insan kendini baştan inşâ edebilir. Çünkü “bambaşka bir varlı-gözü”ne sahiptir artık.
23 Haziran 2020 – Salı
Hoşgörü; insanları anlamakla ilgili bir kelime. En azından anlamaya çalışmakla. İnsanın hata yapabileceğini, hatta hata üstüne hata edebileceğini kabul etmekle… İnsanı olduğu gibi kabul etme durumu da diyebilir. Aslında bu, insan gerçeğini kabullenmektir. İnsanlar birbirlerini anlayışla karşılayıp hoşgörmezse ilişkiler sona erer. Ama insan kadar insana muhtaç bir varlık da yok. Hoşgörmeyip ne yapacak! Düşman biriktirmeyi kimse istemez. Fakat işin bir başka yönü var. Uyumsuz ve hatta yurtsuz bir yazar “Hoşgörü, can çekişen birinin gönül avcılığıdır.” der. Yani hoşgörünün altında bir menfaat yattığını yüzümüze vurur. Acı çeken, varlığının farkına varılmasını isteyen, yaralarının görülmesini ve fark edilmesini isteyen insan ister istemez başkalarının yaralarının farkına varır ve hoşgörü gösterir. Aslında tek niyeti kendi ben’idir. Böyle bakınca acımasız bir yorum geliyor ama bence son derece haklı. İnsanın karşılıksız bir şey yapması o kadar zor ki! Ne yaparsa yapsın altından bir şey çıkıyor. Üstüne kat kat perdeler örtse de insan davranışlarının kökeninde bir şekilde kişisel menfaatle karşılaşıyoruz. Madem herkes deli, sorun yok o halde!
Sulhi Ceylan
6 Yorum