23 Ekim 2019 – Çarşamba
Bazen irademin olup olmadığı konusunda şüpheye düşüyorum. Bu durum genelde kendime yenildiğim anlarda oluyor. Nasıl oluyor da kendime, arzularıma yeniliyorum diye düşünmeye başlıyorum. Malum irade; bir şeyi yapıp yapmama hususunda karar verebilme gücü. İnsanın ana sıfatlarından biri de irade sahibi olması. “Gözüm karardı”, “nasıl oldu anlamadım”, “o anı hatırlamıyorum” ve benzeri cümlelere hiç kimse yabancı değildir. Gerçi yanlışı, kötüyü ya da günahı seçmek de bir iradedir. Yani irade illa iyiye yöneltilecek diye bir şey yok. İnsan iyi ve kötü arasında mekik dokuyan bir varlık. İbni Sina’nın bir sözü var: “Hiç kimse görmek istemeyen kadar kör değildir.” Ben bu cümleyi iradi körlüğün insanın başına gelebilecek en büyük körlük olduğu şeklinde anlıyorum. Bir insan, iradesini görmemek üzerinde yoğunlaştırırsa dünyayı bile görmez hale gelebiliyor. Peki insan neden kendini kör kuyulara atar, hakikat önündeyken neden gözünü çevirir? İşte asıl soru bu! Bazen hayatın, bazı körlükleri irade etme süreci olduğunu düşünüyorum. Niye mi? Çünkü hayatı böyle yaşanılır kılıyoruz. Korkularımızdan kaçarak, yüzleşmenin ağırlığını yüklenmeyerek. Kendini kandırarak.
30 Ekim 2019 – Çarşamba
Hayatımın merkezinde kitaplar duruyor. En çok zamanı onlara ayırıyorum. Öyle ki bir kitabı okurken aklım okumadığım ve sırada bekleyen kitaplara gidiyor. Yıllardır durum böyle. Gün içinde yeni çıkan kitaplara bakıyorum, almam gerekenleri işaretliyorum. Eve gidince önce odama geçip kitaplara bir bakıyorum. Her seferinde kitaplar da, sevdiği adamı bekleyen bir sevgili gibi karşılıyor beni. Şimdiye kadar hiç naz yapmadılar, sitem ise asla. İçimde bir gün o kitabı bulacağıma dair bir his var. Yıllar var ki bu his hep canlı. Bir şekilde kendini hissettiriyor bana. Her kitapçıya gidişimde içimde depreşiyor. Bu duygularla kitapları elime alıyor ve inceliyorum. Gerçi bilmez değilim, eninde sonunda kitapları bırakacağımı. Ve bu bırakmanın iradi olması gerektiğini de biliyorum. Çünkü gaye hiçbir zaman kitap olmamalı. Bilakis kitabın işaret ettiği manadır aslolan. Ama hangi kitabın? Bu soruya herkes farklı cevap verebilir. Sonuçta hepimiz bir şeylere meyilliyiz. Sözün özü kitaplar bende arayışın bir nesnesi, öznesi değil. Eğer insan özne arıyorsa kendine bakması yeterli… Ama hangi gözle?
26 Kasım 2019 – Salı
“Aziz Bey, yanlışı yakalamak istedikçe, rüzgârın durmaksızın ileriye doğru savurduğu sarı bir yaprağa yürür gibi, yanlışa yürüdü, onu bir türlü tutamadı.” Ayfer Tunç’un “Aziz Bey Hadisesi” romanından bir cümle bu. Beni etkileyen cümlelerden biri. Bir ömür yanlış yaşayan birinin hayatını anlatıyor roman. Kendi bencilliği içinde gömülüp kalmış ve bunu zamanla kendini korumak için yapar hale gelen Aziz Bey’in hikâyesi. Kendine bir kale inşâ eden ve bu kaleye girmelerine izin verdiklerinin dahi duygularına bigâne kalan bir benlik âbidesi. Bunun da sebepleri var. Sonuçsuz bir aşk, aileyi terk ediş ve bunların sebep olduğu trajik bir ölüm olayı. Aziz Bey ne yapsın! Sızısını öfkeleştirdi ve böylece hayatta kaldı. Başka çareler de olabilirdi ama nedense bu yola meyyaldi. İnsan, bazı şeylere diğerlerinden daha meyyal oluyor. Aralanmayan her bir perdeyi kendi üstüne çekiyor ve kendi perdelerinin içinde bir hayat yaşıyor. Hepimiz gibi. Ve sonunda hayat siyah beyaz bir fotoğrafa dönüşüyor. Silik mi silik! Sadece ben’i gösteren bir ayna…
Sulhi Ceylan
6 Yorum