(Duman yüklü çınarlar gündüz ki vakarından sıyrılmış, gövdeleri bükülmüş ihtiyar duvarlar misali karşısına dikiliyordu yolcuların. Sükûneti dahi ürkütecek bir dinginliğin etrafı kuşattığı anda kader, yorgun ömürleri gürültüsüzce ölüme tamamlıyorken, bir kadın mümbit göğsünde bir yanılgıyı emziriyordu. Vakitsiz vakit, güne doğru bilinmez bir devrede sarsılıyor. Aç ruhları doyurmaya ahdetmiş şeyh hazretleri, seccadesine kapanmış, kanaat boşluğuna feyz mayası çalmakla meşgul. Bulanık zihinler, tonunu kimsenin bilmediği, şimdiye dek görmediği kaskatı bir siyaha sarılmış olduğu halde onu bekliyordu. Hak, bir meleğin parıltılı bakışları arasında bâtılın üzerine fırlatıldı. Bâtılın beyni, darmadağın olup, bir ulunun parmak uçlarına döküldü.)
(Sordu;)
Bu dereler nereye dolar?
Irmağa.
Irmak?
Deniz?
Yolunu bulursa okyanusa.
…
Peki, okyanus nereye dolar diye sorsam uzatmış olur muyum?
Uzatmış olmazsın ama daldan dala atlarsın. Her seferinde yaptığın gibi; yarım bırakmak üzere bir hikâyeye daha başlamış olursun. Namazı bitirmeye niyet edip tekbir almak hesabı…
Ben hiçbir şeyi yarım bırakmadım ki? Bitiremedim sadece her şeyi. Aksine yarım kaldım hep. Tatbike geçmemiş bir düşünce, ötesine yahut berisine geçilemeyen bir ân, okunmamış kitap, yazıp yazıp göndermekten vazgeçtiğin sosyal mesajlar, sonra kendimi hep bir boşlukla tamamladım işte.
Sen öyle san. 35 yıldır yıkanmayan bir hayatın tırnakları arasında kalmış birisi de aynı şeyleri senin için düşünüyor olabilir; sırıtkan, ceviz bir masanın ardından deniz gözleriyle süzerek hatıraları… Neyse, bırak şimdi bunları. Durgunsun bugün, hayırdır?
Dövüşek mi?
Hayır.
Neden?
Yenilmeye doymuyorsun.
Sıkıntı yok. Her seferinde savaşacak bir güç bulabilmeyi marifet sayıyorum. Yenildikçe kazanıyorum. Yenilgide çaresizlik yok. Fakat her galibiyet bir sonrakine iştahlandırıyor. Hareket durmuyor. Hayat doğuyor hareketten. İradeye bürünüyorum. Sabrediyorum. Sen bugünü kazanırken ben yarını fethediyorum. Zaferler komutanlara yazılıyor fakat kazanan hep meçhul askerler oluyor.
De içindekini.
Annemle babam, kendilerini bile taşıyamazdı. Bir de beni getirdiler dünyaya. “Biz taşıyamadık bu kadar yükü bir de sen dene evlat” dercesine.
(Babam: Baba olunca anlarsın oğlum.)
(Anam: Hele bi ana olun çok ararsınız beni. Ben görür müyüm ki o günleri…?)
İyi ki görmediler. Göresim geldi.
(Az önce yere düşen kurumuş yaprak tekrar yeşillenip başka bir ağaca yamandı.)
(Durdu. Tütün sardı. Çakmak yanmadı. Zehir elinde kaldı. İçinde kalsaydı daha iyiydi.)
Hadi söylesene, bu dere nereye akar?
Söyledim işte. Okyanusa
Yok yok. İşte şu dere bana akar. Ben de okyanus olur. Ben de kalır ve yaşar. Her düşüncem şimşek olur yağmuru söyler şu küçük kız çocuğu. Herkes göğe bakar, gök bana akar. Herkes benden bilir, ben ise gönlümden bilirim.
(Gürültü. Yer sarsıldı. Tren. Hızlı tren. Kıvrıla kıvrıla geldi.)
İyi değilsin sen?
Cennete ancak “iyiler” girer.
Ağır konuştun evet. Hareket manasında değil! Hastasın demek istemiştim.
Cehennemin dibine kadar yolumuz var.
Uzattın.
Peki bir soru daha.
Eee?
Bu raylar nereye gider?
Bir sonraki istasyona.
Bir sonraki istasyon?
O da bir sonrakine.
(Güldü. Sorusuna cevap alamayan kibirli ama hırpalanmış bir gülümsemeydi yaptığı. Uzun kirpikleri çırpındı. Tam da önüne bir badem çağlası düştü. Çağlayken iyiyiz. Badem zor. Kabuk tutmak lazım. Kabuk, çile çekmek, acımak…)
Dostum, bu raylar bana gelir, bendedir ama bensiz. Ayyaşlarını koynumda yatırırım. Âşıkları dizlerimde şenlenir. Raylar bana yürür. İstasyon olur içimde. Bekler. Çok bekler hem de. Nice yolcular gönderir. Herkes yoldan bilir. Ben seni gurbetten bilirim. Su karanlık. Raylar karanlık. Karanlık örtmekte pek mahir. Eksiği inceliğinde saklı. Bir küçük ışık görürde yırtılır yüreğinden. Küçük bir ışıkla sabaha koşar ruhlar. Uyanırlar. Hakikate uyanan gözlerini ovuşturmazmış. Neden yumruklarınız gözlerinizde? Oysa gözleri güzeldi. Yapamadı. Koşmak zor geldi. Koşmaktan vazgeçen yürümeyi beceremez. O da süründü kaldı işte leş gibi.
Kim?
İlhan İrem değil.
Uyanırlar demiştin az önce.
Siz!
Siz derken?
35 yaşına dek yıkanmamış olanlar. Kulakları kirli, kulakları… Tırnak araları çamurlu… Her akşam divanda oturup parmaklarıyla temizlemiyorlar mı? (Dur bi elimi yıkayım.)
İğrenç.
Söylenenleri ilk anlamıyla değerlendirirsen pek tabi iğrenç, dediğin gibi.
Çayı şekersiz içiyorum artık. Üsküdar’da 5 liraya kalın çerçeveli siyah bir gözlük aldım. Pipocu bulamadım. Bir de pipo atarsam dudaklarıma benden “yazarı” yok. İlk kitabımın ismine henüz karar vermedim. Belki “Babam Timurlenk olabilir.
Susalım mı?
İbreti âlem olduk.
Portakal kokusu kurtarır mı memleketi. Yahut bi demet papatya ha ne dersin?
Sen hele bi kendini kurtar memleketi politikacılar düşünür.
Dı Dıt!
Vatsaptan “Aziz Okur” yazdı.
Bakıyım.
Hımmm. Bi ağaç kovuğu bulup saklanmışlar. Arzu ederseniz siz de gelin. Aksi halde bi daha gelmeyin ta ki fitne durana dek. Ortalık rahatlayınca buradan yazarsınız, geliriz diyo. Bi de selfie çekmişler.
Kimler var.
Kimse yok. Tek başınaymış.
Hadi bi gidip bakalım o halde.
Çekirdek alalım biraz giderken çiteriz.
Kerim Kolat
4 Yorum