Mehmet Erikli, şair Sedat Umran’ı hastanede ziyaret etti.
Sedat Umran’a Allah’tan acil şifalar diliyoruz.
***
6 Haziran Perşembe 2013
Hastane odası. Sakin bir dünya… İçten içe sızlanan birçok insanın dünyası burası bir yandan da. Sedat Umran… O, sakin odaların birinde dünyadan azade yorgun ama hâlâ şiir üzerine konuşabilecek kadar sıhhatli. Her şeyden önce 88 yaşına rağmen insanı şaşırtan dinç bir zihinle şiiri kurup yıkıyor. Aklının bir tarafında hep şiir var. Soruyor, sorguluyor: Sence Fikret’in şiiri nasıl, hangi şiirini seversin, Haşim, Rilke, Baudelaire, Yahya Kemal kendi şiirlerini yazabildiler mi? Akabinde şiirleriyle hep zirvede oldular deyiveriyor. Yani şair kendi şiirini yazdıktan sonra zirveyi arar ve bulmak için de kendini kayboluşa yamar diye devam eden cümleleri şöyle noktalanıyor: “Şiir muhatabını (okuyanını) alt üst etmeli. Sinik şiirden pek hazzetmiyorum.” Bu şairlerin de şiirinde okuyanı alt üst eden bir taraf var öyle ki. Sedat Umran’ın yanına öğrenciliğim boyunca sürekli gittim. Onunla şiir, felsefe ve tercüme üzerine konuşmak benim için fakülteden edindiğim öğrenimlerden çok üst bir yerdeydi. Aylar sonra hastane odasında onu bitkin ve yorgun görmek beni ne kadar üzmüş olsa da konuştukça ve daha çok şiir okudukça açıldığını görmek de içimi bir o kadar rahatlattı. Ondan yazdığı son şiirlerden bir kaçını alıp (yayımlatmak üzere) yanından ayrıldım. Aslında tam da şöyle oldu: Sohbetimiz her zaman olduğu gibi Hoca’nın birbiri ardınca okuduğu şiirlerle son bulacaktı. Fakat bu defa okuduğu üçüncü şiirin yarısındayken sesi iyiden iyiye düştü, düştü ve hoca kısılan gözlerini tatlı bir uykuya devirdi. Ben de usulca yanından ayrılıp evimin yolunu tuttum. Şiir okuduğu zamanda zihni hep açıktır Sedat Umran’ın. Ama bu defa başkaydı. Hoca çok hastaydı. Bitkin vücudu, uyu ve dinlen diyordu ona.
9 Haziran Pazar 2013
Hastane odası. Acı bir dünya… Belki de dünyanın sonu… Sedat Umran bugün çok hasta. Kimsesi yok. Kimsesi biziz aslında. Şairler, yazarlar nerede? Hocanın yaşadığından bile habersiz çoğu. Onlar da bir gün yolun sonuna yakın düşecek. Hiç değilse o vakit anlayacaklardır Sedat Umran’ı. Bugün çok fazla kalamadım. Çünkü neredeyse hiç tepki alamadım ondan. Güçlükle nefes alıyordu. Gözlerini tavanda sabitlemişti. Hiç konuşmadı. Onu hiç konuşmazken ilk kez görüyordum. Onu böyle gördüğüm ilk saatler bana çok ağır geldi. Sedat Umran’ın Yalnızlık Sularında adlı şiirini içimden okuya okuya odasından ayrıldım “Siz istediğiniz kadar kendinizle kalınız / Yokluğunu duyduğunuz o kişi çoğalacak; / Siz herkesten çok varsınız, ama yapayalnız / Her kıpırtı duracak, her sıcaklık soğuyacak.”
Devam edecek…
Ve Sedat Umran’ın Sonsuzluk Atı adlı kitabından bir şiir…
KENT İNSANI
Kalabalık bir takım adamların şişirdiği
Sağa sola sallanan sokakların avucunda
bir balon, koskocaman, korkutan çocukları;
bir takım adamların ceplerinde anahtar
açarlar sokakların gizli kapılarını,
katarlar usul usul uzun mesafeleri;
ellerinde umudun hiç sönmeyen feneri
kuytuları ararlar, çünkü ışıkları var.
Kadınların o ilginç, garip iskarpinleri,
ökçeleri sipsivri, sivri burunları var,
İncecik gövdelerin o yontulmuş kinleri;
çarparlar sokakların saçsız kafalarına,
yazarlar adım adım kentin sayfalarına
sevginin, eskimeyen sevginin şiirini.
Durak ağaçlarının meyveleri insanlar
bir takım araçların koparıp kaçırdığı,
uzaktan görenlerin o sabırsız çığlığı.
Neon ışıklarının boşa giden çabası
varlığını geceye duyurmak telâşından,
ölümün hızlandıran o kutsal acabası.
Kenti sımsıkı saran karanlığın yılanı,
Işıklar boğum boğum kımıltısız gövdenin
Genişleyen, daralan, parlayan halkaları.
Elleri ceplerinde ve kalkık yakaları
bir takım adamların bir takım cakarı
bir bakışın, bir sözün, bir gülüşün içinden.
Sedat Umran