Enes Bayoğlu’nun kısa öyküsü… Hayat bu kadar anlaşılmaz değil Enes, önemli olan basite irca etmek…
***
Yudumlayacak çayı kalmamıştı. Artık içtiğinde aklını, zihin sınırlarının dışına çıkaracak bir şeyler yudumlamalıydı. Cemil Meriç, Tolstoy, Tuna değildi adı. Bilinmeyenler dünyası hayal etmişti ve bilinmeyenler dünyasında bir şeyler bilmek mümkün müdür sorusunu soracaktı ki bilinmeyenler dünyası gibi bir kavramın zihnimizde tasavvur edilişinin hakikat olgusu içinde yer alıp alamayacağını düşünmenin pek de faydalı bir düşünce olmadığına kendini ikna etti ve yöneliş başladı. Susmaya yöneliş. Susunca daha çok anlaşılabileceğini, konuşunca aslında anlatabileceklerinin bütününe kusurlu bir dokunuş yapacağını düşündü. Ama yine de konuşmalıydı. Bir an yıkılmış, harap olmuş bir söz dünyası var ve ben nasıl bu dünyanın dışına çıkarım diye düşünmeye başladı. Ama ben diyerek en ufak bir yol alamayacağını hatırına getirdi. Bizlik makamına eyvallah ama, söylenmeye başladı. Ya siz? Evet, siz ne yaptınız? Dayanamadı ve söylenmeye başladı.
Biz düşünürken siz hayal etme derdine düştünüz…
Biz yazarken siz yazmadan nasıl okunur derdine düştünüz…
Biz okurken siz okumadan nasıl yazarız derdine düştünüz…
Derdiniz hep aynıydı, nasıl karşıt oluruz, nasıl düzene karşıtlık penceresinden giriş yaparız. Önemli olan hep kendine yer bulabilmek oldu, nasıl yeni bir yer edinilebileceği derdine hiç düşülmedi.
Ve sonuna ekledi. Yalnızlık, karşıtlar dünyasında acaba kendine yer bulabilecek mi?
Bu düşünce dünyasından sıyrılıp bir anda öğrenci olduğunu hatırlayan gencin sorusu bir aşka açılan yalnızlık penceresinden girme çabasıydı.
Çay hazır mı Tuncay abi?
Enes Bayoğlu