Yazıya bu başlığı seçişimin sebebi hafta sonu gördüğüm bir manzara… Ankara Ulus’ta Anafartalar caddesinden yukarı doğru çıkarken; Zafer Abidesi’nin etrafının bir yürüyüş sebebiyle geçişlere kapatıldığını gördüm. Gördüğüm bu manzara beni demokrasinin sunduğu haklar demetinden yararlanma güçlüğünün ülkemizde nelere sebep olabileceğini düşünmeye sevk etti.
Demokrasi özünde âmil vatandaşlara ihtiyaç duyar. Zira vatandaşlar, “seçmen” adıyla bu siyasi sistemin yaşayan hücreleridir. Âmil vatandaşın tek bir oyu dahi bu sistem için hem soyut hem de pek tabii matematik değer taşır. Örneğin Trump’ın kazandığı son ABD seçimlerinde Uluslararası Uzay İstasyonunda görevli Amerikalı astronotların dahi oy kullanmasının sağlanması veya ülkemizde hastalığı yahut engeli sebebiyle yatağa bağlı seçmene sunulan seyyar sandık imkânı tek bir oyun bile görmezden gelinemeyeceğini gösterir.
Sadece teorik düzlemde bile her bir seçmenin bir kere oy hakkıyla donatılması toplumun elektriklenmesi için yeterlidir. Artık hikâye başlamıştır. Bu hak devamlı surette sirayet etme temâyülündedir. Zaten oy verme hakkının yaygınlaşma vakıası bunu doğruluyor. Sebebi ise oy vermenin ve diğer siyasî hakların bizatihi ciddi ve heyecanlı olmasından ileri geliyor. Hangimiz özellikle Türkiye’de seçim günleri farklı bir hava olduğunu inkâr edebilir ki?
İşte demokrasinin sunduğu siyasî haklardaki bu heyecan dolgusu ideolojilerin de bir özelliğidir. “Bir ideoloji, tahassürî olarak tesirsiz tasavvurların yekûnu değildir: aksine güçlü bir heyecan yükü taşır içinde. Bazı içgüçleri seferber etmesi bundandır. Tesir edici ve harekete getiricidir. Ne bir ideolojiye intisap edenler ne de bu ideolojiyi reddedenler hatta ne de buna karşı taarruzda bulunanlar, bu ideoloji karşısında lâkayt ve umursamaz kalamazlar.”[1] Şimdi bir saniyeliğine okuyucudan muhakkak yaşadığı bir duyguyu hatırlamasını isteyeceğim. Size veya sevdiğiniz bir kişiye dair hârikulâde yahut da tam tersi feci bir haber aldınız. Ve bunu mutlaka paylaşmak istediğiniz bir sevdiğinizle aynı masada oturuyorsunuz. Ancak sözün sırası bir türlü o meseleye gelmiyor.
Oy vermek veya demokrasinin sunduğu bütün bir siyasi haklar demeti bu duygunun siyaset arenasındaki enstrümanlarıdır ve özündeki benzerlik sebebiyle başlı başına bir ideolojidir. Sevindirmek, sevincini paylaşmak; acılarını paylaşmak veya acılarını önlemek, bildiğini öğretmek… İnsanın söyleme, kendini ifade etme ihtiyacı vardır. Yok sayılmak tek birimizin dahi hoşlanacağı bir durum değildir.
Ne zamanki söylemek, ifade etmek yolları kısıtlansa insan, sembolik yollarla olsa dahi bu ihtiyacını bir şekilde giderme yoluna gitmektedir. Belki de ülkemizde siyasetin sembollerle çok yoğun üretimi bunun bir sonucudur. Örneğin 27 Mayıs’tan sonra DP’nin devamı olabilecek hareketlere karşı teyakkuzda olunan bir ortamda, Adalet Partisi seçmene DP’nin devamı olduğu mesajını vermek için mitinglerde hoparlörleri darağaçlarını andıran kalaslara bağlamıştı.[2] Başka bir misal; Cumhuriyet Gazetesi 2 Mayıs 1959’da İzmir’de İsmet İnönü’yü karşılayan büyük kalabalığı sansür sebebiyle haberleştiremeyince; baş sayfasında boş sütunlar ile yayımlanmıştı.[3] Farklı örnekler veriyorum ki bahsettiğim meselelerin herhangi bir siyasi parti ile ilişkisi olmadığı bunun siyasetimizin bir sorunu olduğunu anlatabileyim.
Demokratik hakların kullanımında tıkanıklık yaşanan toplumlarda siyasi tercih ve düşünceler ima ve işmar yoluyla ifade edilir. Haklar demetine giden yoldaki engeller yüzündendir ki ülkemizde gündelik hayat, ideolojinin nesne ve sembolleri ile tıka basa doludur. Sakal tarzımız, arabalarımızın arka camları, çakmaklarımız…
Bazı durumlarda bu tıkanıklık sadece halk bakımından söz konusu olmaz. Mecalsiz kalan bir iktidar da sembolik anlatımın kelimelerine sarılabilir. Örneğin II. Abdülhamid, Hüseyin Hilmi Paşa’yı, İmam Yahyâ’nın sebep olduğu olayları bastırmak üzere Yemen valiliğine görevlendirdikten sonra; Yemen halkının gönlünü kazanmak maksadıyla, vali Hüseyin Hilmi Paşa da dahil olmak üzere vilâyet memurlarının sarık sarmasını, cübbe ve şalvar giymesini emretmiştir.[4]
Siyasi hakları kullanmakta yaşanan tıkanıklığın şiddeti ile Türkiye’de siyaset; siyasetçi ile seçmen arasındaki bir olgu olmaktan çıkıp; halkın bir kesimi ile diğer bir kesimi arasındaki mücadele karakterine bürünmüştür. Bu da siyasi düşüncelerin sembolik ifadesine bir boyut daha eklemektedir. Tıpkı sosyoekonomik durumumuzu moda ile dışa vurmaya gayret ettiğimiz gibi siyasi tercihlerimizi de sembol ve nesneler ile dışa vurmaktayız. Bu ikisi birbirine çok benziyor çünkü insanların bildiğimiz anlamıyla moda tercihleri, yöneticileri ne kadar alâkadar ediyorsa artık siyasi tercihleri de o kadar ilgilendiriyor. Zira tıkanıklık, demokratik hakların doğrudan kullanımından kaynaklanan dikey etkiyi soğururken; anlamsızlaşan veya imkânsızlaşan doğrudan kullanıma ikame bir sembolik ifadenin yatay etkisinin şiddetlenmesi sonucunu doğuruyor. Sözün özü: adı mevcut olan ama etkisi yitirilen bir demokraside halka ancak kendi çalıp kendi oynamak imkânı kalıyor.
Ömer Tahir Yalçın
[1]Jean Onımus, vd. İlimler ve İdeolojiler, trc.: Fahrettin Arslan, (Ankara: Umran Yayınları, s.11)
[2] Tanel Demirel, Adalet Partisi, (İstanbul: İletişim Yay., 4. Baskı, 2021), s.34.
[3] Umut Azak, Türkiye’de Laiklik ve İslam, (İstanbul: İletişim Yay., 1. Baskı, 2019) s.228.
[4] Mahir Aydın, “Hüseyin Hilmi Paşa”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/huseyin-hilmi-pasa (30.01.2025).
1 Yorum