İnanç iki ırmağın kaynağı; duyguların ve aklın. Duyguları asla aşağılamamak lâzım. İnsanlığımızı belirleyen iki ırmaktan biri duygu dedim demin, öbürü de düşünceler; yani aklın yarattığı bir olaydır düşünce. Şimdi ikisinden birine aşırı ağırlık verdiğinizde bir dengesizlik meydana geliyor. Duygulara çok yer veriyor ve aklı çekiyorsak, karışıklık içinde kalıyoruz ve başkasının hâkimiyetine girme tehlikesi baş gösteriyor duygularda. Bütün işi akla verirsek ki yeniçağ da bu olmuştur, her iş akıldan bilinmeye başlanmıştır ve aklı işleyen felsefedir, felsefe bir akıl işidir, duygulara yönelmez felsefe. Sadece akıl üzerinde iş görür. Ve felsefe insanı yaşatmaz, bu yanlış bir kanaattir. Yani hayatımızı felsefeye göre… Evet felsefenin annesi bilgeliktir, o doğrudur yaşatır. Ama felsefe ortaya çıktıktan, felsefe doğduktan sonra artık o bilgelik tarafı kalmamıştır. Felsefe formal, biçimsel bir olay olmaya başlamıştır ve aklı esasa koymuştur. Yeniçağda büyük bir -ne deyim size- sapma olmuştur. Duygular bir tarafa atılmış, hatta ayıp sayılmıştır. 18. yüzyıldan itibaren hatta 17.’den diyebiliriz git gide bu artmıştır. Ve tepeye ne zaman çıkmıştır? 19. yüzyılın ikinci yarısında tepe noktasına varmıştır. Felsefenin hayata uygulanması, felsefenin hayatın dışında tutulmasının sonlandırılmasıyla ideoloji ortaya çıkıyor. İdeoloji bir felsefe sistemidir ama hayatın bütün köşe bucaklarına burnunu sokar. Her şeyi o idare eder, dinin yerini alır. Dinin yerini alsın diye zaten bu yapılmıştır. Sadece aklı koyduğunuzda en önemli husus tutarlılıktır. Akıl tutarlılığı şart koşar. Hayatı tutarlılık üzerine yürütemezsiniz. (Niye yürütemeyiz?) Zalim olursunuz, gaddarlığa götürür insanı. Demin dedim ya sadece duyguya yer verdiğinizde orda bir karışıklık ortaya çıkar. Zaten Avrupa’nın yahut ta batı Avrupa’nın böyle üstün gelmesinin sebebi nedir? Tutarlılığı esas almasıdır. Disiplini getiriyor bu. Tutarlılığın hayata uygulanması disiplin getiriyor. (Ama zalimlik de geliyor tabiî!) gayet tabi. (Peki, o noktada vicdan ne oluyor?) Vicdanı dinlemiyorsunuz. Bakın mesela askerlikte disiplin şarttır. Emir komuta üzerinde yürür. Felsefenin kumandanı akıldır. Onun verdiği emirleri yerine getirmek zorundasınız. Duygularınız buna karşı çıksa da yerine getirmeniz lâzım. Şimdi, inanç iki yerden yürür dedim. Bazı inançlar kanıtlanmayı gerektirir. İşte onlar aklın siperine girer. Aklın alanına girerler. İnançlarımızın büyük çoğunluğu kanıtlamayı istemez. Ben annemin beni sevdiğinin kanıtını nasıl ararım? Mesela… Annem ne yaparsa yapsın, o benim annemdir. Şartsız bir durum vardır bu ortada. Kanıt aranmaz burada. Yahut ta ne bileyim ben, sevdiğim bir insanın bana bağlı olup olmadığını bana ihanet edip etmediğini sorgulayamam. Felsefi şüphe akılla ilgilidir. Duygulara soktuğumuzda, hocamızın alanına gireriz hastalık halini alır. Paranoyalar falan belirmeye başlar. Şimdi duygu ile aklı belli bir dengede tuttuğumuzda hayatı başarabiliyoruz. Şimdi yalın kat aklın hâkimiyeti vardır ama akılda bütün topluma yayılmış değildir. Tepede, bir takım iyi saatte olsunların elinde bir silahtır. Onlar, o kitleyi yönetiyorlar. Sonuçta demokratik, liberal toplum dediğimiz aslında son derece diktatoryal bir tolum resmini bizlere sunmaktadır. Yani ben şu partiyi seçeyim… Zaten hangi partiyi seçeceğimi de bana bildiriyorlar. Yani bugün ABD’de olun Fransa’da olun Almanya‘da olun; öyle her zıp çıktı parti ortada duramıyor. Çeşitli sebeplerle onlar elimine edilir. Belli bir takım şeyler vardır, işte İngiltere’de malumdur; muhafazakârlar vardır, işçiler vardır, bir de arada galiba liberaller vardı hatırladığım kadarıyla. ABD’de iki tane vardır zaten vesaire… Güncel bir olaya ingirgemiş olduk. Hayatın bütün sahalarında teşmil edebiliriz. Bunu yayabiliriz bu söylediğimi. Bir taraf düşünüyor karar veriyor, öbür taraf bu buyruklara şartsız uyuyor. Şartsız uyulması gerektiğini düşünerek uymuyor! Bilinçsizce uyuyor.
Teoman Duralı
(Söz Sende Özel Programı çözümü, 21 Temmuz 2013)
https://youtu.be/C0Kbp6EFv2A