Sadettin Ökten’in “Kültür ve Medeniyet” Dersinden Notlar

Sabahattin Zaim Üniversitesi Tarih ve Medeniyet Araştırmaları bölümünde yüksek lisansımı yaparken (2020-2022) Kültür ve Medeniyet dersini Prof. Dr. Sadettin Ökten Hocadan almış, ilk iki dersin kaydını daktilo etmiştim. Derslerin devamını not etmediğim için pişmanlık duysam da iş işten geçti artık. Bunlar muhterem hocamızın derinlikli ve kuşatıcı bakış açısının yansıdığı, benim oldukça istifade ettiğim notlardır. Kendisine bu notları arkadaşlarımla paylaşabilir miyim diye ta o zamanlar sormuştum; “Bunlar sizin şahsi notlarınızdır, takdir hakkı sizdedir” demişti. Hocamızın değerli fikirlerini Edebifikir okurlarının istifadesine sunmanın mutluluğunu yaşarken, bu vesileyle muhterem hocamıza da sıhhat ve afiyet dolu bir ömür diliyorum.

*** 

14 Ekim 2020 – Notlar 

Biz eylemlerimizle var olmaktayız. Eylem üzerinde epeyce durmamız gerekiyor. Eylemlerimizin türlerine göre varlığımız farklı renklere, esprilere, hususiyetlere bürünür. Dolayısıyla bizim varlığımız eylemlerimizde, yokluğumuz da eylemsizliğimizdedir. Çocukluğumuza şöyle bir döndüğümüzde eğitilen ve öğretilen varlıklar olduğumuzu görürüz, ailemiz bize birtakım kurallar ve davranış biçimleri öğretir. Çocukken bu kuralları sorgulamayız. Neden? Çünkü karşımızda bir otorite vardır ve biz o otoriteye (aileye) güveniriz. Mark Twain adında Amerikalı bir yazarın hoş bir anekdotu vardır: “Çocuk 3-5 yaşındayken benim babam her şeyi bilen bir dâhi diye düşünür, 13-15 yaşına geldiğinde babasının bazı şeyleri bildiğini, bazı şeyleri bilmediğini düşünür, 20-25 yaşındayken babasının hiçbir şey bilmediğini, artık onun döneminin geçtiğini düşünür, 40 yaşına geldiğinde ise keşke babam sağ olsaydı da ona sorsaydım, der.

Bir süre bize öğretiliyor. Fakat belli bir zamandan sonra bize öğretilenleri yapmamaya başlıyoruz. Bir manada kuralları ihlal ediyoruz. Kuralları ihlal ettiğimiz zaman ne oluyor? Toplumsal bir tasvip görmüyoruz. Demek ki bizi kurallara uymaya zorlayan bir müeyyide var. Doğanın kuralları da böyle. Uymazsanız sizi cezalandırıyor. Doğada ikaz yok, toplumsal hayatta var. Biz bu müeyyidelerle birlikte bir hayat yaşıyoruz. Gözlemleriniz, dikkatiniz, çevreye bakışınız hayat tecrübenizle sınırlı. Bu gözlemleri genişletmek başkalarının gözlemlerine ortak olmakla mümkün, yani okumak ve incelemekle… Biz hayata birtakım gözlemlerle bakıyoruz. Biz dediğimiz kim? Kültür ve medeniyet araştırmacıları. Bu gözlemler şahsımıza veya başkalarına ait olabilir. Bütün büyük düşünürlere baktığımızda hepsinin başlangıçta ciddi bir eğitim aldığını görmekteyiz. O vakte kadar olan külliyatı, birikimi bir manada okumuş oluyorlar. Fakat okumak yetmiyor, bunu her zaman söylemek istiyorum: Okuduklarımızı paylaşmak ve tartışmak gerekiyor. Sık sık üzerinde duracağımız bir başka nokta daha var: Mutlaka ama mutlaka gezmek ve gözlemlemek gerekiyor. Şu hâlde; bir, kendi deneyimlerimiz; iki,  dostlarımızla konuşmalarımız, üç; okumalarımız ve gezmelerimiz. Bütün bunlarla beraber bir birikim ortaya çıkıyor. Bunlara veri toplama diyebiliriz. Bu veriler üzerinden bir model kurmaya çalışacağız.

Baktığımızda davranışların kurallarla başladığını, kuralların arkasında bazı ilkelerin olduğunu görmekteyiz. İlkelerin arkasında ise, daha sonra üzerine sıklıkla eğileceğimiz, değer dediğimiz birtakım kavramsal yapılar var. Kısaca söylemek gerekirse davranışlarımızla varız. Davranışlarımız gelişigüzel değil. Davranışlarımızın arkasında kurallar, ilkeler ve değerler bulunuyor. Dolayısıyla biz değerlerle var olan varlıklarız. Hayvanlar değerlerle var olmaz.

İnsan farkı fark eden bir varlıktır. Bizim mutlak bilgimiz olmaz. Farklı insanlarla ve toplumlarla temas ettiğimiz zaman onların farklı davranışlarda bulunduğunu görürsünüz. Viyana’nın kahveleri (cafe) meşhurdur, oralarda kız ve erkek yiyip içtiğinde hesabı ayrı ayrı öderler. Alman hesabı dedikleri durum. Bizde böyle değil. Bizimkinin de, onlarınkinin de sebepleri var.

Size bir kavram söyleyeyim: Cömertlik. İlke olarak cömertlik iyidir dersem bu bir önerme olur. Nasıl yapılacağı kurala bağlı. Cömertliğin minimalisti cimrilik, maksimalisti israftır. Cömertlik iyidir dediğiniz zaman medeniyete ait bir kavram ortaya koyuyorsunuz. Ben Vefa Lisesinde okudum, orada “Çalışmayanın yaşamak hakkı yoktur” şeklinde son derece rasyonalist bir özdeyiş yazdırılıyordu. Hâlbuki bizim ailemizde, evimizde, çalışan da çalışamayan da soframızdan geçinebilirdi. Farklı ilkeler ve değerler söz konusudur. Değerlerin ismi değişmez, tanımı değişebilir. Biz Türkiye’de farklı insanlarla, toplumlarla yaşamadığımız, temasta bulunmadığımız için bir kelimeyle ifade edilen “değer”in şümul ve muhteva bakımından her yerde aynı olduğunu zannediyoruz; böyle bir şey yok. Her davranış ait olduğu toplumun kural, ilke ve değerlerinin belirleyiciliğinde ortaya çıkar.

Buraya kadar bir kabulle geldim: O kabul, her davranışımızın bir sebebe, kurala bağlı olduğu, kuralın da bir ilkeye bağlı olduğu kabulü idi. Bu bir manada muayyeniyetçi bir yaklaşımdır, yani her hadisenin bir sebebi vardır kabulü. Buna biz kozalite (nedensellik prensibi) diyoruz. Bilim yaparken bu prensibi göz ardı edemeyiz. Mutlaka bir sebep araştırırız. Aynı zamanda bilim yaparken bir de ihtimal hesabı (probabilite) var, hayatta bazı olaylar da rastlantısaldır (Mesela yazı tura böyledir). Bu ikisini birlikte düşünmemiz gerekiyor.

İnsan farkı fark eden bir varlık, dedik. O hâlde bizim bir öteki’ye ihtiyacımız vardır. Peki, bu öteki kim? Bizden farklı özellikler gösteren, farklı bir muhitte büyüyen, farklı mizacı olan ve farklı terbiye almış olan insanlar ve toplumlar. Bunlarla temas etmemiz gerekiyor. Çünkü öteki olmadan kendimizi idrak etmemiz mümkün değildir, kendimizi öteki üzerinden tanımlar ve idrak ederiz. Bu öteki, insan cinsindendir. Bir başka öteki ise, insan cinsinden olmayan hayvanlardır. İnsan, davranışlarını öğrenir ve öğretir. Hayvanlar da öğrenir ve öğretir ama bir yere kadar. Bir yerden sonra doğada kendi başlarına kalırlar. Hayvanlar içgüdüleri ile yaşar, bunun dışında bir hayat onlar için söz konusu değil. İnsan eylemleri çok farklı boyutlarda gelişiyor. Biz yaşadığımız muhit, aldığımız terbiye, çevre ve ekonomi şartları doğrultusunda belli eylemleri yapıyor veyahut yapmıyoruz. Diğer bir deyişle eylemlerimiz bir kompozisyon, bir terkip oluşturuyor. Ne demek bu? Kendi içinde tutarlığı olan, çelişki barındırmayan, birbirini tamamlayan eylemler zinciri. Kompozisyon kavramını çok sık kullanacağız. Bu kompozisyonun dışına çıktığımızda, yapmamamız gereken bir şeyi yaptığımızda muazzep oluyoruz, doğrusunu yaptığımızda ise mutlu. Demek ki bizi içimizde yargılayan bir olgu da var (Vicdan). Hayvanlarda böyle bir şey yok, onlar zaten yapmaması gereken şeyleri yapmıyorlar. İnsanda, yapması gerekenleri yapmayan, yapmaması gerekenleri yapan bir yetenek var. Buna bir manada özgürlük diyebiliriz. Özgürlüğü de tartışabiliriz daha sonra. İnsanlar, hayvanlara göre çok daha farklı kompozisyonlar oluşturabilirler.

Hayvanlar tabiata uyumlu olarak yaşıyorlar. Bizim aksimize, hayvanların tabiatı değiştirmeleri mümkün değil. İnsanların seçme, değiştirme ve terkip etme özelliği var. İnsan uçak yapabilen bir varlık. Topraktaki materyali seçiyor, değiştiriyor, kompoze ediyor, uçağa dönüştürüyor.

İnsanın eylemlerinin tümünü bir kompozisyon olarak düşündüğümüz zaman, hepsinin kurallara bağlı olduğunu görüyoruz. Bu kurallar toplumdan topluma değişiyor, daha doğru bir tabirle her medeniyet ailesinde farklı kurallar var. Medeniyet ailesini daha sonra etraflıca göreceğiz. Bizim bütün davranışlarımızın altında kurallar var, kuralların dayandığı ilkeler, ilkelerin de ardında değerler bulunuyor. Eğer bizim davranışlarımız bir kompozisyonsa, bu kompozisyonu doğuran kuralların, ilkelerin ve değerlerin de bir kompozisyon olması lâzım. Buna değerler sistemi veya değerler kompozisyonu adını vereceğiz.

 

21 Ekim 2020 – Notlar

Hayvanlar içgüdülerine göre davranır. İnsanda eylem serbestisi var. Ben genellikle düzlem-alan veya uzay tabirlerini kullanırım. Alan dediğimde iki boyutlu eylemler söz konusudur. Uzay dediğimde üç boyutlu eylemler. Zamanı ve mekânı dikkate alırsak, insan eylemleri en azından üç boyutludur ve zamana yayılmıştır. Bugünkü konumuz: İnsan kimdir? Nasıl bir yapısı vardır? Eylemlerini nasıl organize ediyor? Her zaman söylediğim gibi, ben bir model anlatıyorum size. Bu modelin yapısı mantıksaldır. Kavramlar arasında bir nedensellik ilişkisi var. Çelişki içermiyor. Birtakım girdileri ve çıktıları var. Yapacağınız ödevlerde siz de modeller kurabilirsiniz. Önemli olan ön kabulleriniz ve çıkarsamalarınız arasındaki mantıksal bağın sağlam olmasıdır.

Benim modelim gayet basit: Aklımız ve bilincimiz var. Akılla hem problem organize edebiliyoruz hem de problem çözüyoruz. Bir başka iç donanımımız olarak duygu alanımız var. Çok geniş bir alan. Bir diğeri hafıza. Hafıza olmazsa biz yaşayamayız. Hafıza bize materyal sağlıyor. Yaşadıkça eylemlerimizden geri dönen birtakım sonuçlar var. Bunları hafızamızda saklıyoruz. Sonraki eylemlerimizde kullanıyoruz. Bizi çok rahatsız eden, zaman zaman da işimize yarayan vicdanımız var. Vicdan ne yapıyor? Bizi yargılıyor. Ve bir de irademiz var. Bunlar yardımcı unsurlar. Esas muhakemeyi yürüten akıl, duygu ve içgüdü. Başrolde akıl var.

Ancak duygu ve içgüdü akla çok müdahil oluyor, karışıyor. İnsanın çok önemli bir özelliği, kendi dışına çıkarak kendini denetleyebilmesi, eleştirebilmesidir. Benim size önerim şöyle: Kendi dışınıza çıkarak yaşadığınız bir hadiseyi analiz etmeye çalışın. Aklınız, duygularınız, içgüdünüz. Mesela hükmetme içgüdüsü çok önemli. Başka bir canlıyı hâkimiyet altına almak insanı çok mutlu ve tatmin eder. Nihayetinde biz aklımızın önderliğinde bir muhakeme yapıyoruz, karşı karşıya kaldığımız meselenin verilerini anlıyor, biliyoruz. Bu verilerin içinde yaşadığımız dünyanın normları da var, bu normlarla zaman zaman çatışabiliriz fakat bunları göz ardı edemeyiz. Bu veriler muvacehesinde muhakeme yaparız. Bu muhakemede içgüdü ve duygu da aklın işine karışır. Bir karar veririz, bunu uygulamaya koymadan vicdanımız kararımızı yargılamaya başlar. Vicdan yaşadığımız toplumsal çevreye göre eğitiliyor. Bunu sık sık söyleyeceğim. (Bizde, toplumun entelektüel kesimi hâlâ topluma kapalı hâlde yaşıyor). Kararın uygulanması irade ile gerçekleşiyor. İrade, kararı kuvveden fiile çıkarır. İnsan etkiye tepki verebilir veyahut kendi iradesi ile özgün bir eylem ortaya koyabilir. Her eylem birey için bir var oluştur. Eylemlerimiz yoksa mevcut değiliz. Eylemlerimiz kendi karar ve irademizin ürünü ise biz gerçek anlamda hayatta varız. Eylemlerimiz başkalarının kararı ve iradesi gölgesinde ortaya çıkıyorlarsa, tâbî olarak hayatta varız. Bu doğrultuda baktığımızda karşımıza sanatkârlar çıkıyor. Özgün sanatçılar ekol kurar. Tâbî sanatkârlar bir ekolün takipçisi olur. Özgün eylem insana bir başka boyut kazandırıyor. (Vicdan kaybolmaz, başka bir şeye dönüşür).

Var oluş eylemle ortaya çıkıyor dedik. Özgün var oluş veya tâbî var oluş. Peki, bu var oluşun safhaları var mı? Özgün bir var oluşla bir eylem gerçekleştirdiğimizde bir değeri görünür hâle getiriyoruz. Önce kendimize sonra ötekine. İnsan önce kendine kendisini ispatlamak zorundadır, sonra ötekine. Dersimiz ilerledikçe, değer nedir, değerler sistemi nedir, değerler sisteminden medeniyet tasavvuru nasıl oluşuyor, bunları adım adım yakalamaya çalışacağız. Var oluşun en kötü hâli kararsızlıktır. Yukarı tükürsem bıyık, aşağı tükürsem sakal durumu. İnsan karar veremediği zaman var oluşunu kendisine karşı bile gerçekleştirememiş olur. Karar verip eyleme geçemediniz diyelim, bu eksik bir var oluş olsa da birincisine göre daha iyidir. Sonra karar verme ve eyleme geçirme safhası gelir.

Eylem yaptığınızda ötekinin tavrı çok önemlidir. Eylem yaptınız, öteki hiç aldırmadı veya reddetti. Var oluş tamamlanmamıştır. Tamamlanması için ötekinin sizi görüp, beğenip, tasvip, takdir hatta taklit etmesi gerekir. Var oluş böyle tamamlanmış olur. Özgün eyleminiz öteki tarafından algılandı, değerlendirildi, tasvip, takdir hatta taklit edildi. Böylece siz bir kimlik beyanında bulunuyorsunuz. Diyorsunuz ki ben şu veriler altında, şöyle davranırım ve bu davranışım, yaşadığım zaman ve mekân şartları içinde geçerlidir, etkindir, kabul ve takdir görür. Siz özgün eyleminizi öteki takdir etsin diye yapmıyorsunuz. Bu ayırıma dikkat! Eyleminiz takdir görüyor, hatta taklit ediliyor, öteki size tâbî oluyor. Böylece kimliğiniz pekişiyor, güçleniyor, netleşiyor. Bu hem bireysel hem toplumsal manada böyledir. Aynı zamanda her var oluş bir erk göstergesidir: Ben hayatta şu veriler karşısında şu kurallar muvacehesinde şöyle davrandım ve başarılı bir sonuç aldım. İnsanlar davranışımı beğendiler, takdir ve taklit ettiler.

Erk ile birlikte özgürlük kavramı gündemimize geliyor. İktidar ile özgürlük arasında bir ilişki söz konusu mudur? Evet, erk özgürlüğü kısıtlayabilir. Her karar bir istek beyanıdır. İsteklerimiz sonsuz olabilir mi? Fizik ve doğa yasalarıyla sınırlıyız, toplumsal yasalarla da sınırlıyız, ayrıca hepimizin bir bilgi ve duygu uzayı vardır; insan için bilmediği ve tatmadığı şey yok hükmündedir, dolayısıyla isteklerimiz bilgi ve duygu uzayımızla sınırlıdır. Bilgi ve duygu uzayımız geliştikçe isteklerimizin hacmi, çapı, vüsati ve menzili artacaktır. Görmediğimiz, duymadığımız, deneyimlemediğimiz bir realiteyi isteyemeyiz. Bizim isteklerimiz, bir manada kararlarımız ve eylemlerimiz bilgi ve duygu uzayımızla sınırlı. Ötekinin de öyle. Neticede biz, bize ait bir karar sonucu özgün bir eylem ortaya koyduğumuzda, bu eylem ötekinin bilgi ve duygu uzayında bir yer tutar. Eylemlerimizle ötekinin bilgi ve duygu uzayında yer tutmaya başladıkça o uzayın hacmini daraltmış, o uzayı işgal etmiş oluyorsunuz. Böylece ötekinin özgürlüğü ve isteme gücü yavaş yavaş elinden alınır. Büyük ideolojik hareketlerde de durum böyledir. Bunlar toplumun bilgi ve duygu uzayını doldurur, toplum o ideolojinin dışında bir başka istek üretemez hâle geliriz. Küreselleşme çağında bunu net olarak görmekteyiz. Reklamlar, kredi kartları, elektronik haberleşme vesaire, bilgi ve duygu uzayımızı doldurmakta, bizi adeta bizden ayırmakta, düşünemez ve duyamaz hâle getirmektedir. (Son iki cümlem Bauman’a atıf). Kitle böylece muti olur. Bu enformasyon çağının çok önemli bir özelliğidir. Küreselleşmenin efsunlu ilaçları var, kitleyi büyülüyor, kendine itaat ettiriyor.

Modernitenin hükümranlığı bitecek mi? Her şey bitiyor. Ben bu tür durumlarda Roma İmparatorluğunu düşünürüm. Başlangıcı cumhuriyet, sonra imparatorluk oluyor. Hazreti İsa’dan (a.s.) sonra beş tane iyi imparator geliyor, çok parlak bir devir bu. Yıkılmış! Bizim çocukluğumuz Sovyet korkusuyla geçti. Sonra o totaliter yapı yıkıldı. Her şey biter, son bulur.

 

Notları kayda geçiren ve aktaran: Feyyaz Kandemir

 

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir