Luc Ferry‘nin “Transhümanist Devrim – Tekno-tıp ve dünyanın überleşmesi hayatlarımızı nasıl altüst edecek?” adlı eseri, 2023 yılında İş Bankası Kültür Yayınları tarafından Türkçeye kazandırıldı. Ferry, bu kitabında, insanlık tarihinin belki de en radikal dönüşümünü vaat eden transhümanist düşünceye karşı sert eleştiriler yöneltiyor. Transhümanizm, insanı biyoteknolojik müdahalelerle kusursuzlaştırmayı hedefleyen, ölümden ölümsüzlüğe, sınırlılıktan sınırsızlığa geçişi vadeden bir felsefi ve bilimsel akım olarak öne çıkıyor. Ancak, Ferry, bu akımın arkasındaki temel varsayımları sorgularken, insan doğasının ve ahlâki değerlerin bu denli köklü bir değişimi kaldıramayacağını savunuyor.
Luc Ferry eserinde, sadece insanlık tarihinin en büyük ahlâki ve felsefi meydan okumalarından birini ortaya koymakla kalmıyor, aynı zamanda sert bir eleştiri de dile getiriyor. Bu kitabı, transhümanizmin teknolojiye sınırsız inancına ve insan doğasının manipüle edilmesine yönelik çağrısına karşı, güçlü argümanlarla donatılmış bir uyarı niteliğinde değerlendirmek gerekiyor. Ferry’nin eleştirileri, transhümanizmin ortaya koyduğu felsefî ve etik zemin üzerindeki sorgulamalarla beslenirken, bu zemin üzerinde yükselen posthümanizm / insan-sonrası bir geleceğin doğurabileceği tehlikelere dikkat çekiyor.
Transhümanizm İlerleme mi Yoksa İnsanın Mekanikleşmesi mi?
Transhümanizmin savunucuları, insanın biyolojik ve zihinsel kapasitesini artırmanın, hastalıkları ortadan kaldırmanın ve hatta ölümsüzlüğü mümkün kılmanın kaçınılmaz bir ilerleme olduğunu iddia eder. Bu düşüncenin ardında yatan temel savlardan biri, teknolojinin insan doğasını aşarak daha üstün, daha dayanıklı ve daha zeki bir varlık oluşturabileceği inancıdır. Max More ve Nick Bostrom gibi düşünürler, insanı, henüz potansiyelini gerçekleştiremeyen varlık olarak nitelerken, transhümanizmi insanlığın evrimindeki bir sonraki aşama olarak görür. Onlara göre, insan doğası bir nevi “yaratılabilir” ve “yeniden şekillendirilebilir” bir ham maddedir. İnsan, bu bakış açısıyla, biyolojik sınırlamalarından kurtulabilir ve kendini bir nevi tanrısal bir varlık hâline getirebilir. Fakat Luc Ferry, bu tür düşünceleri insanlığa yönelik büyük bir tehdit olarak görmekte ve yine ona göre, transhümanizm aslında insanı, insan yapan temel özelliklerinden kopararak, onu mekanik bir varlığa indirgeme riski taşıyor. Ferry, transhümanizmin arkasında yatan insan doğasının tamamen mekanik ve manipüle edilebilir bir varlık olduğu varsayımını bu eserinde sert bir şekilde eleştirir. Bu düşüncenin insanlık onuru, ahlâki sorumluluk ve bireysel özgürlük kavramlarını yok ettiğini savunur. İnsan, bu tür bir evrimde, bir nevi “yüksek performanslı bir makine” hâline getirilirken, kendi insanî özüyle bağını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalır.
Transhümanizmin felsefî kökleri, Rönesans hümanizmi ve Aydınlanma’nın rasyonel düşünceye olan inancından beslenir. Özellikle Max More, transhümanizmin, insanın kendisini sürekli olarak aşma ve geliştirme kapasitesine inancın bir uzantısı olduğunu savunur. Ona göre insanın amacı, doğal sınırlamaları aşarak kendisini daha üstün bir varlık hâline getirmek olmalıdır. Ancak bu görüş, modern felsefenin ve etik düşüncenin bazı önemli isimleri tarafından ciddi eleştirilerle karşılaşmıştır. Francis Fukuyama, transhümanizmin insanlık için büyük bir tehlike oluşturduğunu savunanlardan biri. Fukuyama’ya göre, transhümanizm insan doğasına müdahale ederek, insanın özünü tehdit eder. O, insan doğasının manipüle edilmesinin, toplumda derin eşitsizlikler oluşturabileceğini ve bu durumun insan hakları ve sosyal adalet üzerinde ciddi olumsuz etkiler doğurabileceğini belirtir. Transhümanizmin insan doğasını değiştirme arzusunun, etik ve sosyal açıdan kabul edilemez sonuçları söz konusu. Nitekim Ferry, her ne kadar Fukuyama’yı yer yer eleştirse de, kitabında, Fukuyama’nın bu eleştirilerini de yankılayarak, transhümanizmin insanlığın geleceği üzerindeki yıkıcı etkilerini gözler önüne serer.
Transhümanist Manifesto ve Ferry’nin Eleştirileri
Luc Ferry, 4 Mart 2002’de Dünya Transhümanist Birliği’nin genel kurulunda benimsenen ve 2012’de yeniden düzenlenen “Transhümanist Manifesto”yu da mercek altına alıyor. Bu manifesto, insan doğasının radikal bir şekilde dönüştürülmesi gerektiğini savunan bir metindir. Max More ve Nick Bostrom gibi önde gelen transhümanistlerin imzasını taşıyan bu manifesto, insanlığın geleceği için teknolojik ilerlemeyi zorunlu ve kaçınılmaz bir adım olarak görüp, insanın biyolojik sınırlarını aşarak, yeni bir varoluş seviyesine ulaşabileceğini ileri sürmektedir.
Ferry, eserinde, bu manifesto karşısında oldukça sert bir duruş sergiliyor. Ona göre, “Transhümanist Manifesto”, insan doğasına ve insanlığın etik temellerine karşı bir saldırı niteliğinde. Ferry, manifestonun insanı sadece bir deneysel nesne olarak gören yaklaşımını eleştirir ve bu yaklaşımın insan onurunu hiçe saydığını vurgular. Transhümanizmin önerdiği bu yeni varoluş formu, insanı insan yapan tüm değerleri ortadan kaldırma tehlikesi barındırıyor. İnsan, bu tür bir değişim sonucunda, kendi doğasından, insanî özünden koparılacak ve salt bir biyolojik varlık hâline indirgenecektir.
Ferry, eserinde özellikle tekno-tıbbın transhümanizmle ilişkisini sık sık irdeliyor. Tekno-tıp, insan bedenine yapılan genetik ve biyoteknolojik müdahalelerle, insan sağlığını ve ömrünü uzatmayı amaçlayan bir alan… Transhümanistler, tekno-tıbbın, insanın biyolojik sınırlamalarını aşma yolunda en önemli araç olduğunu savunuyor. Max More, insanın kendisini yeniden yaratma ve şekillendirme gücüne sahip olduğunu, bu gücün insanın kaderini kontrol altına almasına olanak tanıdığını belirtir. Ancak Ferry, tekno-tıbbın, insanı biyolojik bir denek haline getirerek, öz değerlerini hiçe saydığını öne sürer. Tekno-tıbbın bu şekilde kullanımı, insanı, kendi bedenine yabancılaştırır ve onu doğaya, kadere ve yaşamın doğal akışına karşı savaş açan bir varlık hâline getirir. Bu durumda insanlık, kendini yok etme tehlikesiyle karşı karşıya kalabilir. Tekno-tıbbın insan ömrünü uzatma ve hastalıkları ortadan kaldırma potansiyeli, insanlık için bir nimet olmaktan çok, bir lanete dönüşme riski taşıyor.
İnsan Doğasına Müdahale ve Toplumsal Sonuçlar
Luc Ferry, transhümanizmin savunduğu insan doğasına müdahalenin, toplumsal sonuçlarına da dikkat çekiyor. Bu tür müdahaleler, toplumda derin ayrışmalara ve eşitsizliklere yol açabilir. Transhümanizmin önerdiği biyoteknolojik müdahaleler, sadece bu teknolojilere erişim imkânı olan elit bir kesim tarafından kullanılabilir. Hatta insanlık tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir eşitsizliği ve toplumsal ayrışmayı beraberinde getirebilir. Dolayısıyla Ferry, transhümanizmin aslında bir tür yeni bir sınıf yapısını öngördüğünü belirtir. Bu yeni sınıf yapısında, biyoteknolojik olarak geliştirilmiş insanlar, doğal insanlardan üstün bir konumda olacaktır. Bu durum, insan hakları, adalet ve eşitlik kavramlarına ciddi bir darbe vuracak ve toplumun yapısını köklü bir şekilde değiştirecektir. Ferry, transhümanizmin insanlığı bir tür yeni kölelik düzenine sürükleme potansiyeline sahip olduğunu da öne sürer. Bu yeni düzende, biyoteknolojik olarak üstün olanlar, diğerlerini yönetmeye ve kontrol etmeye yönelik bir güce sahip olabilir.
Luc Ferry’nin, “Transhümanist Devrim – Tekno-tıp ve dünyanın überleşmesi hayatlarımızı nasıl altüst edecek?” adlı eseri, transhümanizmin parlak vaatlerinin arkasındaki karanlık gerçekleri gözler önüne seren derinlikli ve güçlü bir eleştiri sunuyor. Transhümanizmin sadece insanın biyolojik ve zihinsel kapasitesini artırmakla kalmayacağını, aynı zamanda insanlığın özünü ve değerlerini de ortadan kaldırabileceğini savunuyor. Ferry, transhümanizmin insan doğasına yönelik saldırısını, insanlık için bir yok oluş tehlikesi olarak görüyor. Transhümanizm, insanı insan yapan tüm değerleri ortadan kaldırarak, “potansiyelini tamamlayan insan” evrimine bir an önce ulaşmak istiyor. Bu evrimin nihayetinde insanın kendi özüne yabancılaşması kaçınılmaz görünüyor. Bu bağlamda, insanlığın bu büyük tehlike karşısında uyanık olmalı.
Luc Ferry’nin eseri, insanlığın kaderini yeniden şekillendirmeyi amaçlayan ürkütücü ütopyaya karşı sert bir manifestodur. Transhümanizmin sunduğu ölümsüzlük ve kusursuzluk vaadi, Ferry’nin kaleminde, insan doğasının en temel bileşenlerine yönelik bir tehdit olarak resmediliyor. Teknolojiyle süslenmiş bu hayâlin ardında, insan olmanın anlamı ve değeri yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalıyor.
Kitapta, transhümanizmin savunucuları olan Max More ve Nick Bostrom gibi isimlerin ileri sürdüğü görüşler ele alınarak, bu görüşlerin doğurduğu tehlikeler ve olası sonuçlar maddeler hâlinde detaylı bir şekilde irdeleniyor. Kitabın son sayfaları, insanlığın kendine dönmesi, özünü koruması ve varoluşsal değerlerini savunması gerektiğine dair güçlü bir çağrıyla kapanıyor. Ferry, transhümanizm etkisinin oluşturduğu kötümser, iyimser ve çekimser düşünceler üzerine eğiliyor ve bir çözüm önerisi sunuyor. Teknolojinin kör edici ışığından kaçarak, insanî erdemlerin ve ahlâki bilincin rehberliğinde yol aramamızı salık veriyor.
İnsan, biyoteknolojik müdahalelerle kusursuzlaştırılmaya çalışılan bir makine değil, zayıflıkları ve sınırları ile tarih boyunca özgürlüğü ve anlamı arayan bir varlık. Eğer teknolojiye teslim olunursa, yalnızca insanlığın değil, tüm varoluşun anlamı kaybolabilir. Ferry’nin kalemi, bu arayışın derinliğinde, insanlığın kendini ve değerlerini kaybetme riskiyle yüzleştiği bir geleceği karanlık, ama bir o kadar da uyarıcı bir dille tasvir eder. Luc Ferry, bu tehlikeyi tüm çıplaklığıyla gözler önüne sererken, okurunu gelecek üzerine sorgulamaya davet ediyor: İnsan olmak ne demektir ve bu anlamı korumak için ne kadar ileri gitmeliyiz?
Adem Suvağcı