“Niçin Sezai Karakoç?”

Onlar sanıyorlar ki, biz sussak mesele kalmayacak.
Hâlbuki biz sussak, tarih susmayacak.
Tarih sussa, hakikat susmayacak.
Onlar sanıyorlar ki, bizden kurtulsalar mesele kalmayacak.
Hâlbuki bizden kurtulsalar, vicdan azabından kurtulamayacaklar, vicdan azabından kurtulsalar,
Tarihin azabından kurtulamayacaklar.

Böyle diyor Sezai Karakoç. Fakat bunları söyleyen şairin sözünü, yine şairin kendisine ait olan sözleriyle kesiyor insanlar. Sezai Karakoç’u susturmak için yine Sezai Karakoç! Anlıyoruz ki dün, Sezai Karakoç’un sözlerini iştahla dillerine dolayan insanlar, istedikleri dünya nimetlerini ve menfaatlerini ele geçirdikten sonra Sezai Karakoç’u putlaştırıp insanların yaklaşamayacağı bir noktaya yerleştiriyorlar. Akabinde hemen de Karakoç’un sözlerini bağırıyorlar ki duyulmasın Sezai Karakoç’un sesi.

İşte böyle bir zamanda, bu milletin namuslu bir evladına -Sezai Karakoç’a- Edebifikir borcunu ödüyor. Hazırladığımız Sezai Karakoç yazılarına sizlerin mukabele etmenizi bekliyoruz. İnanıyoruz ki dinine ve milletine, minneti olmayanın mahşer günü dik tutacak başı olmayacaktır.

Bu bağlamda bir hafta boyunca her gün bir dosya yazısı yayınlayacağız. İlk olarak Davut Bayraklı’nın “Niçin Sezai Karakoç?” yazısı ile başlıyoruz.

***

Cumhuriyet dönemi sonrası Türk şiiri, ülkede yaşanan siyasi ve sosyal dalgalanmalardan nasibini almış ve dönem içerisinde geleneğe sırt dönen, yeni şiiri arayan gençlerin elinde can çekişen bir duruma düşmüştü. Yeni rejim, insanına yeni bir hayat sunuyordu ve sunduğu bu hayatın temel referansları da farklıydı. Peki, toplum ve aydınlar bu durumdan memnun muydu? Hem Türkiye’de hem de dünya genelinde yaşanan siyasi, sosyal ve ekonomik dalgalanmalar insanımızı ne kadar etkiliyordu ve etkileşim insanımızda nasıl bir yapı ortaya çıkarıyordu?

Kuşkusuz sorduğumuz bu soruların cevabı ilk tahlilde kısa cevaplarla geçiştirilmesi mümkün gibi görünse de, gerçekçi bir analize giriştiğinizde uzun bir yazı kaleme almanız gerekecektir. Ancak bizim esas maksadımız, bahsettiğimiz bu dönem içinde yaşanan tüm dalgalanmalar karşısında Türk aydınının duruşu ve durduğu yerdir. İşte tam bu noktada, “Neden aydınlar?” sorusunu sormamız gerekiyor. Neden aydınlar; çünkü 20. yüzyılın başında iki büyük dünya savaşı, bir büyük ekonomik kriz, soykırımlar, giderek ivmesini arttıran terör ve şiddet olayları gibi sosyal hayatı felç eden, insanları umutsuzluğa ve derin bir karamsarlığa sevk eden saikler karşısında çıkış yolunu göstermesi gereken aydınlardır.

Düşüncesiyle, inancıyla, dünyaya ve çağa bakışı, çağı algılayışıyla, halkına hakikate giden yolu göstermesi gereken kesim şairler, yazarlar ve aydınlar olmalıydı. Bu hayati öneme sahip tespitler ve çözüm yolları ne kadar yapıldı ya da yapıla bildi mi acaba?

Türk insanı 1923 sonrasında yeni bir rejimle tanışmıştı. İlk yıllarda rejimin oturması için birçok sıkıntıya katlanılması gerekmiş ve yine halk aslında olmaması gereken bedeller ödemek zorunda kalmıştı. Milli mücadele döneminde savaştığı değerler, mücadele sonrasında, birlikte hatta omuz omuza savaştığı insanlar tarafından elinden alınmaya çalışılmıştı. Dışınızdaki düşman eline aldığı silahla siper gerisinde duruyor ve size kurşun atıyordu. Elbisesinden, yediği içtiği şeylere kadar, sosyal yaşamından hayata bakışı, onu algılayışına kadar sizden farklıydı ve siz bu farkı hemen anlıyordunuz. Ancak 1923 sonrasında hiç de yabancı olmayan, dost bildiğimiz, bizden dediğimiz, içimizden olan birileri asırlık değerlerimize saldırmaya başlamışlar, milli manevi ve moral değerlerimiz üzerinde baskı kurarak, bizim adımıza neye ne kadar inanacağımızı, neyi nasıl yapacağımızı kararlaştırmaya başlamışlardı. Mesele hayrete şayan bir boyuta ulaşmıştı. Bizim için bir şeyler yapıyorlardı, bizim için istiyorlardı ama yaptıkları ya da istedikleri şeyler bizden değildi; hatta son tahlilde meseleye bakınca bizden olmak şöyle dursun bize o kadar uzak ve o kadar yabancıydı ki, adeta düşmanlarımızın zorla getirmek istedikleri şeylere benziyordu.

Savaşta düşman açıktaydı ve onu görünce tanıyordunuz hemen. Oysa şimdi “at izi, it izine karışmıştı” ve vadideki bu puslu havada kimin kim olduğunu, kimin hangi safta olduğunu anlamak imkânsızdı. Bu kadar pusun içinde mermi atmak, ya yerinizi belli etmek demekti, ya da hiç istemediğiniz birilerini vurmaktı.

Sıkıntılar gün bu gün büyüyordu. İçine düşülen durumda konuşması gereken birkaç münevver, sesleri kesilmeye çalışılıyor, halkın kaybettiği manevi değerleri, ellerinden alınan kutsalları hatırlatmaya kalkınca da, gelsin hapisler, adli ve idari cezalar, soruşturmalar. Daha neler!

Meselenin bir başka boyutu da, böylesine bir ortamda aydın olarak nitelenen bazı genç yazar ve şairler, kalemlerini halkın değerlerinin tam tersine kullanmaya başlamışlardı. Yazıp çizdikleri hep yabancıydı. Sanat adına ortaya koydukları eserler, içinde yetiştikleri toplumun değer yargılarını eleştiriyor, onlara hakaret ediyordu. Yüksek perdeden yazanlar ve bunu halk adına yapanlar, halkın bunları anlamayacak bir çapta olduğunu söylüyorlardı. Okuru geriye atma, onu önemsememe, “leş kargası” görme revaçta düşüncelerdi. Modernizm denilen şey ülkeyi etkisi altına almış, bu arada Anadolu halkını temsil eden birkaç istisna isim dışında doğru düzgün konuşan, değerlerine, tarihine, kültürüne ve diline sahip çıkan kalmamıştı neredeyse.

İşte böyle bir ortamda sanata ve edebiyata atılan, şiirleriyle halkının gönlünde taht kuran Sezai Karakoç, bizim için başka bir anlam ifade etmeye başlıyordu. Bizim gibi düşünüyordu. Belki de biz onun gibi düşünüyorduk. O konuşunca, “Evet, bu doğru!” diyorduk. Sol düşüncenin elinde olan sanat anlamsızlığa doğru kaymıştı. En azından bizim değerlerimizi anlamsızlaştıran bir çizgide yol alıyordu. Ancak Sezai Karakoç, özellikle 1960 sonrası yazdığı şiirlerle sadece Türk edebiyatında bir şair olmadığını, bunun yanında düşünen, dert edinen, halkının derdiyle dertlenen, sosyal meseleler üzerinde kafa yoran ve yeni nesle bu buhranlı dönemde çıkış yolu gösteren bir derviş rolü üstleniyordu. İşte Sezai Karakoç’u Türk şiirinde önemli kılan da onun bu çok yönlülüğü ve kendi değerlerine yani bizim değerlerimize toptan sahip çıkışıydı. Karşımızda kalabalık bir “bizden olmayan, bize yabancı” bir edebiyat ordusu, bizimse safımızda sadece Üstat Karakoç’umuz vardı.

Davut Bayraklı

             Sezai Karakoç Dosyası Yazıları: 

  1. https://edebifikir.com/fikir/nicin-sezai-karakoc.html
  2. https://edebifikir.com/fikir/sezai-karakocu-somurme-teknikleri.html
  3. https://edebifikir.com/elestiri/sairler-rahatsiz-ediyor-cunku-millet-rahatsiz.html
  4. https://edebifikir.com/elestiri/biz-kosu-bittikten-sonra-da-kosan-atlariz.html
  5. https://edebifikir.com/fikir/sezai-karakoca-sezai-karakoc-perdesi.html
  6. https://edebifikir.com/fikir/sezai-karakoc-televizyonlarda-neden-yok.html
  7. https://edebifikir.com/buz-gibi-ofsayt/iyi-de-cocuk-pencereden-de-dusebilir.html
  8. https://edebifikir.com/poetika/siirden-otede-soylenen-soz.html
  9. https://edebifikir.com/fikir/sezai-karakoc-yeni-anayasa-hakkinda-ne-dusunuyor.html
  10. https://edebifikir.com/fikir/dirilis-nesli-bir-muhayyile-mi.html

DİĞER YAZILAR

5 Yorum

  • yeşilçam müdavimi , 16/01/2013

    sunay akın şair değil, oyuncakçıdır ve bence de mesleğini yapmalıdır.şiir onun işi değil, herkes bildiği işi yapsın, o kadar!

  • elbruz günlükleri , 16/01/2013

    Bu yazıdaki tespitlerden sonra kendinize sorun, sunay akın okumak da nedir diyeı? kimin bu kadar boş bir zamanı olur ki, böylesine gereksiz bir iş yapmak için. elbette sezai karakoç, elbette karakoç şiiri. diğer yazılarda sunay akını savunanlara Allah’tan akıl fikir ihsanı dilerim.

  • kispetçi kısmet , 09/01/2013

    davut bayraklı’nın eline sağlık.

    bu arada, edebifikir’de yorum özelliği değişmiş anlaşılan. “kullanıcı adı” ve “e-posta”ya uygun bilgileri girip üye olmadan da yorum yapılabiliyor. bu da güzel bir hizmet olmuş. elinize sağlık.

  • Ahmet Sözbilir , 08/01/2013

    Muazzam tespitler, muazzam bir yazı…

  • nuray , 07/01/2013

    Güzel bir başlangıç yazısı , devamını sabırla bekliyoruz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir