Yolda Olma Hali: Gezgin

Tasavvuf Konulu Romanlar dosyamızın on üçüncü yazısını Adem Suvağcı yazdı: “Yolda Olma Hali: Gezgin”

***

Tasavvuf, yüzyıllardır seyr u sülûk yolundaki saliklerin kalbini Allah’a yakınlaştıran bir yol/sanat olagelmiştir. Bununla birlikte tasavvuf, kültürel bir damardır da. Bu manevî damar, Türk edebiyatının ilk adımlarından itibaren metinlerde kendine yer bulmuş; sözün özüne, sembollerin mânasına ve anlatımın derinliğine sirayet etmiştir: “Gel imdi miskin Yûnus tut erenler eteğin / Cümlesi miskinlikte yokluğ’imiş çâresi”

Tasavvufî düşüncenin edebiyattaki etkisi, 12. yüzyılda görülmeye başlanmış; 14-18. yüzyıllarda ise en verimli dönemlerini yaşamıştır. Fakat yalnızca bu dönemlerle sınırlı kalmamış, Tanzimat sonrası Batı etkisinde gelişen Türk edebiyatında da varlığını sürdürmüştür. Tasavvuf, kimi zaman bir şairin mısralarında, kimi zaman bir yazarın hikâyesinde yeniden doğmuştur. Şiirden romana, hikâyeden denemeye her türde yankı bulan bu etki, Türk romanında da kendine yer edinmiştir. Kimi roman yazarları ehli tasavvuf iken, tasavvuf yoluna doğrudan bağlı olmayan pek çok yazar da eserlerinde bu köklü geleneğin izlerini taşımaktan geri durmamıştır.

Cumhuriyet Dönemi Türk edebiyatının dikkat çeken yazarlarından Sadık Yalsızuçanlar da bu geleneğe gönül verenlerden biri. 2004 yılında kaleme aldığı Gezgin adlı romanında, büyük mutasavvıf Muhyiddin İbnü’l Arabî hazretlerinin hayatını, coğrafyalar arasında süren yolculuklarıyla birlikte bir keşfe dönüştürerek anlatır. İbn Arabî hazretlerinin manevi seyahatinde kat ettiği menziller ve ulaştığı makamlar, onun gezginliğiyle bağdaştırılarak aktarılır. Uzun bir yolculuğa çıkan Endülüslü İbn Arabî hazretlerinin yolu Fas, Tunus, Mısır, Arabistan, Filistin, Suriye ve Anadolu coğrafyalarına düşer. Dolayısıyla Sadık Yalsızuçanlar’ın Gezgin’i, bir nevi hazretin hayatını menkıbelere dayalı bir dille anlatan biyografik bir romandır. Bu yolda olma hali, zamanın ve mekânın sınırlarından sıyrılarak uhrevi bir boyut kazanır.

Yalsızuçanlar, yirmili yaşlarındaki bir genç olan Gezgin’i, ilk olarak bir filozofu ziyareti esnasında okuyucuyla tanıştırıyor: İbn Arabî hazretleri ve İbn Rüşd. Böylesi büyük bir buluşma ile aslında romanın temellerini de atmış oluyor. Nitekim henüz gençlik yıllarında “evet ile hayır”ın manasını sorgulamaya başlayan Arabî, bu büyük filozofu çıktığı hakikat yoluna şahit kılmak istercesine ziyaret eder. İbn Rüşd ise, aklıyla ulaştığı menzillerin doğruluğunu veya yanlışlığını, bu genç sûfînin kalple ulaştığı ilmiyle teyit etmeye çalışır. İşte bu karşılaşma, hem dönemin Endülüs’ünün ilim ve hikmet tutkusuna hem de romanın hemen hemen nasıl işleneceğine dair bir işarettir.

Yalsızuçanlar, gerek İbn Arabî hazretlerinin gerek diğer eserlerinde konu aldığı Allah dostlarının üsluplarına hâkim olması sebebiyle romanlarında hikemî bir dil inşâ edebiliyor. Dolayısıyla, Gezgin romanında, bir tasavvufî mesnevi formatının izleri görülür; menkıbelerle, şiirlerle, Fütûhâtü’l Mekkîyye ve Füsûsu’l-Hikem’den alıntılarla bir olay örgüsü bizi karşılar. Romanda anlatılan hikâyelerde zaman, mekân veya tarih sürekliliği yok. Yani giriş (başlangıç), gelişme, sonuçtan ve sınırlandırılmış zaman ve mekân ilişkisinden ayrı bir kurguya sahip. Burada asıl öne çıkan İbn Arabî hazretlerinin seyahatindeki hikmetlere işaret edilip bir sûfînin portresinin çizilmesidir. Zaten okuyucu olay örgülerinden ziyade anlatılan hikmetlere, kullanılan dilin şiirsel üslubuna odaklanabilir, nitekim bu üslup romanın geneline hâkim.

Bir sûfînin portresinin oluşturulduğu romanda yazar, Gezgin’in manevî yolculuğunu hikmetlerle süsler. Burası, Füsûsu’l Hikem’in son faslının yazıldığı yer olarak bizlere aktarılır. Hazret, Muhammed isminden Menzil sözcüğüne değin bir tefekkür inşâ eder. Bu inşâ, şefkat merhalesidir; varlığın tümüne şefkat ve rahmet nazariyesi… İbn Arabî’ye dair hikmetlerin ne olduğu, hangi makama veya menzile tekabül ettiği romanın sonunda anlaşılabilir hâle gelir. Böylece yazar, İbn Arabî hazretlerinin manevî yolculuğuna okuyucuyu da ortak eder; okuyucu da kendince bir yolculuğa çıkar. Hikmetler birer birer aktarılır, portrenin ilk fırçası harflere, kelimelere ve düşüncelere atılır: “Varlık bir değil, tektir. Bir sayılabilenlerin ilkidir. Oysa O sayılamaz bir tekliktedir, biriciktir… Harfler mürekkebin işaretleridir. Hiçbir harf yoktur ki, mürekkeple boyanmamış olsun. Harflerin rengi mürekkebin boyasıdır. Harflerin boyası ise yanılsamadır. Onların içi mürekkebin kalbindedir. Belirmeleri mürekkebin izniyledir. Harflerin yazgısını mürekkep belirler. Ve O’ndan başka bir şey yoktur… Onlar aynı değildir… Harflerin göründüğüne bakıp aldanma, onlar sadece birer gölgedir. Onlara bakarken gözlerin gördüğü sadece mürekkeptir, bunu unutma. Hiçbir harf, mürekkebe ne bir şey ekleyebilir, ne de ondan bir şey eksiltebilir. Nerede bir harf varsa, mürekkebiyle birlikte vardır.”

Yolculuk, gayeyle anlam kazanır. Fakat yolculuk esnasında ne tür hadiselerle karşılaşılacağı bilinmez. İşin sırrı da buradadır, bilinmezliklerden hikmete ulaşabilmek. Gezgin, yolculuk sırasında birçok kişiyle karşılaşır. Fakat bunlardan biri ona hem ders olur hem de yoldaş: Abdullah.

Gezgin, ilk olarak Abdullah’ı sarhoş vaziyette ve bir kadınla beraberken görür. Gezgin, “eğer tüm insanlar benden üstünse, ben de bu zenciden üstün olmalıyım.” diye düşündüğü esnada, kıyıdan uzakta sesler işitir. Abdullah, boğulmakta olan beş kişiden dördünü kurtarır ve “madem benden üstünsün, sonuncuyu da sen kurtar.” der. Gezgin, bu cevap karşısında hayretler içerisinde kalır. Bu karşılaşmadan sonra Abdullah ve Gezgin birbirine yoldaş olur. Ama buradaki hikmete değinmeden geçmeyelim. Gezgin, kendi nefsine yönelik aşağılamaların yoğun olduğu bir anda kendisini Abdullah’tan üstün görür fakat işin hakikatini görünce irkilir. Bu irkilme, ifrat ve tefrite işaret eder. Sûfînin aşırı tevazu ya da kibir hallerine reddiyedir. Yol çok yönlüdür fakat her yönüne yalnızca Allah hâkimdir.

Sadık Yalsızuçanlar okuyucuyu, sahili olmayan aşk denizindeki bir hikmet ile Hak âşığı velinin yolculuğuna şahit eder: “Tüm Kutsal Kitap Fatiha’da, Fatiha besmelede, besmele be harfinde, be harfi ise ayırt edici bir noktada bulunur. İşte ben, o ayırt edici noktayım.”

Gezgin romanı, İbn Arabî hazretlerinin hakikat yolculuğuna odaklanıyor ve onun gezdiği menzillerde soluklanıyor. Bu yolculuk bir filozof ve hakikat âşığı bir gencin bir araya gelmesiyle başlar ve tevhid makamı ile nihayete erer. Tevhid, aklın ötesinde bir zevktir. Hakikatte var olan yalnızca Allah’tır; diğer her şey, O’nun isimlerinin gölgesi, varlık aynasındaki akisleridir: “Aşk, bütün varlığı kuşatır. Marifet de bu düzeyden çıkar… Kutsal Kitab’ın sonsuz denizine dal. Onun zahiri anlamlarını açıklayanların düşüncelerine kulak verme. Eğer soluğuna güvenmiyorsan, sakın o denize girme. Oraya dalan kimsenin gözü, kıyıya yakın yerlere bakıyorsa girmesin.”

 

Adem Suvağcı

 

 

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir