*5 Ocak Cumartesi sokakları ele geçirmek için Kadıköy’deydik. Saat 17.00 sularında Sulhi Ceylan, Kadıköy sokaklarını arşınlarken, bu günahkâr şehri nasıl ele geçireceğinin planlarını yapıyordu.
*17.30 civarında Fedai Başkan, İskele Cami önünde görüldü. Kendisi rejim yapıyormuş bu sebeple en fazla 3 simit yiyebilirmiş. Destekliyoruz. Desteklediğimiz tek rejim Fedai Başkan’ın zayıflama rejimidir!
*17.45’de Yokuş Çayevi’nde soluklanabildik. Saat 18.15’e kadar Üstad Muharrem Cezbe hariç tüm ekip Yokuş’taydık.
*Abdullah Karaca, son derece düşünceli, yüzü hüzne dönüktü. Kendisinin, mana ehli birileriyle görüştüğünden şüpheleniyoruz. Derdim benim dermanımdır diyene ne denir? “Daha beter ol!”
*Serdar Kocabaş, görmeyeli boylanmış poslanmış. Malum Serdar, Edebifikir’in ilk tasarımcısı. Kendisinden Edebifikir’e yeni katkılarını bekliyoruz. Bu aralar kapitalizm ile kavga içerisinde. İyi bir kroşe bekliyoruz kendisinden.
*M. Necip Ârâste ağır adam. Kitap projelerinden, yazdığı makalelerden bahsetti. Yanında Tasavvuf Dergisinin İbn’ül Arabi özel sayısını getirmiş. Dergi de dergi hani! Tam 700 sayfa. M. Necip Ârâste, Abdullah Karaca ve Serdar Kocabaş nümayişlerimize ilk kez katılıyorlar.
*Malum bu kadar bekâr bir araya gelince evlilik kurumundan ve kadınlardan bahsetmemek olmaz. Sulhi Ceylan derin bilgilerinden incileri ortaya dökünce Necip Ârâste’nin akademik cevaplarına maruz kaldı. Ama biz her erkeğin, kadınlar karşısında yenik olduğunu biliyoruz. Necip’te bu durum anlayacak bir gün.
*Ve Emre Baştuğ. Evet, evet doğru duydunuz. Şirince’den gelmiş. Yokuş’a girdiğinde elinde bir düzine karanfil vardı. Sırayla arkadaşlarımıza dağıttı. Hafiften bir sessizlik çöktü içimize, hüzün saçlarımızdan damlıyordu. Bu arada Sulhi Ceylan, Emre’ye: “Hayatımda ilk kez birinden çiçek aldım. Bu anı yaşadığım müddetçe unutmayacağım. Esaslı adamsın Emre” dedi.
*Derken Üstad Muharrem Cezbe, yüzünde gülümseme ile Yokuş’tan içeri girdi. “Bağımsız Türkiye! Büyük Türkiye!” diyordu. Bir seminer vermiş ve heyecanı hâlâ üzerinde idi. Heyecanını paylaştık ve bir gün dedik, bir gün rüyalarımız gerçek olacak.
*Dücane Cündioğlu’nun bir sözü tartışma konusu oldu: “Çıplak hakikat çıplaklıkla örtülüdür. Simge asla kendisini göstermez. Bedenin çıplaklığı sanat tarihinde ruhun çıplaklığını remzeder (örter), yani çıplaklık aslında hakikatin çıplaklığını gizler. Akıldan uzaklığı. Deliler örtünmezler. Çıplak hakikattirler çünkü! Melankolikler de öyle!” Necip bu söze karşı çıktı. Ama sözün güzelliği bizi mest etmişti.
*21.30 gibi Yokuş’tan çıkıp Kadıköy sokaklarını ele geçirme projesini hayata koyduk. Sokakları adeta adımlarımızla dövüyorduk. Olacak diyorduk, bir gün olacak. Bu günahkâr şehri yeneceğiz.
* Üstad Muharrem Cezbe ve Sulhi Ceylan, mısralar okudular. Kadıköy’de şiirler okuyacağız. Yeni düşüncelerimiz var.
*Derken Penguen kitapevinin önünde bulduk kendimizi. Abdullah Karaca, Hermann Hesse’nin Sidharta kitabını aldı. 5 kişi kitapçıya girip yeni gelen kitapları inceledik. Aslında aradığımız o kitaptı ve hepimiz bunu biliyorduk.
* Penguen’in karşısında bankta bir 4-5 yaşında bir çingene çocuğun parmakları darbuka üzerinde dans ediyordu. İnsanlar gece kar yağacak diye konuşuyorlardı. Penguen’in üstünde üç-dört kat daha vardı; kapısının girişinde, eşikte bir kız düşmüş yatıyordu.
* Üstad Muharrem Cezbe, Kadıköy rıhtımında tek başına kalmış zayıf bir çingene kadın gördü. Çiçek satan bir o kalmıştı. Ondan bir demet nergis aldı. Ne yapacağını bilemedi nergisi. Eve götürdü, büyük bir bardağa ısladı.
*Kitapçıdan çıktığımızda her birimiz kendimize bir rota çizmiştik. Biliyorduk hakikat, sadece yalnızlara peçesini açar. Sessizce ayrı yollara düştük, kaderimize yürüyorduk.
7 Yorum