Kitabın ve İnsanın “Ne”liği Üzerine

Kitabın “ne”liği, insanlığın çetin ayrılıklarını aydınlatabilmek için üzerinde konuşulması gereken meselelerden biri. Kitabın “ne”liği üzerinde konuşmak, aynı zamanda insanın “ne”liği hakkında konuşmaktır. Evet, insan yazar ve okur. Pekiyi, niçin yazar insan, niçin okur? Okumak ve/veya yazmak tüm insanlara hasredilebilen alelâde bir iş midir? Eğer böyle değilse, insanlığı çoğunluk ve azınlık olarak ikiye ayırmamıza neden olduğu için mi kitabın “ne”liği meselesi, insanın “ne”liği meselesi ile ilgilidir.

İnsan düşünen bir varlıktır” diye meşhur bir söz var. Evet, insanda “düşünme” yetisi vardır fakat bu, insanın düşünen bir varlık olduğu sonucuna direkt olarak götürmez bizi. Hatta şöyle bir tanımlama daha isabetli olurdu insan için: İnsan düşünmek istemeyen varlıktır. En sathi meseleden en derinlikli mevzuya kadar bu böyledir. Mesela insan akşam ne yemek pişeceğini dahi düşünmek istemez. Zira onun rahatını bozan, onu yoran bir iştir bu. Yaşamın en basit mevzularında bile düşünmeyi kendisine bir yük olarak gören insanın daha “ulvi” meseleler hakkında kafa yormak istemeyeceği elbette izahtan varestedir. Üzerine bir de yaşadığımız şu “garip” çağı ekler isek mesele daha da içinden çıkılmaz bir hal alır. Günlük hayat hakkındaki düşüncelerin insanın hayatını idame ettirebilmesi için bir gereklilik olması dolayısı ile onları kenara bırakıp daha “derin” meseleler hakkında konuşacak olur isek diyebiliriz ki; çoğu insan hiç “düşünmeden” göçüp gider bu dünyadan. Zira bu mevzular hakkında konuşmak çoğu insan için pek “akıllıca” bir iş değildir, rahatı kaçırmaktır. Oysa dünya az biraz düşünme ile yaşanılıp gidilebilecek bir yerdir. Yani aslında insan tüm ömrünü kendine “kolaylıklar” arayarak geçirir. Böyle bir hayat çok daha tasasız olacaktır. Tasasız, acısız bir hayat teklifi insan için az bir şey değildir. İnsan, böyle bir hayatı hakikat ile yüzleşebileceği ancak “zorlu” bir hayata tercih eder. Dolayısı ile dünyada, ezici bir çoğunluk bu tercih ile yaşar. Ve dünya, kendisinin hâkimi olan ezici bu çoğunluk tarafından şekillendirilir. Yukarıda da sözünü ettiğimiz o insanın kolaylığa, rahatlığa düşkün olan doğasına teslim olmuş insanların şekillendirdiği bir yer burası. Onlar dünyanın nasıl bir yer olmasını istiyorsa dünya o hale bürünür. Onların egemenliği altındadır. Onların zihninde dünya nasılsa yaşanılan dünya da öyledir. Bir de bu çoğunluk altında ezilen bir azınlık vardır. İnsan düşünen varlıktır, sözünün hitap edebileceği, “uyumsuz” diye de adlandırılabilecek insan kesimi. Onların çoğunluğun oluşturduğu “yaşanılan dünya” ile derdi vardır. Yaşadıkları bu dünya ile zihinlerinde yer etmiş dünya arasında bir uyuşmazlık söz konusudur. Ve insanı düşündüren, her zaman bir uyumsuzluktur. İşte, kitap ve insan bahsi burada karşımıza çıkar. Ve evet, sorumuzun cevabı bellidir: Kitap, insanları/insanlığı çoğunluk ve azınlık olarak ikiye ayırmamızı, onlar üzerine bir okuma yapmamızı sağladığı için kitabın “ne”liği meselesi, insanın “ne”liği meselesi ile ilgilidir.

Kitabı doğuran, yaşanılan dünya ile azınlığın zihnindeki dünya yani “özlem”ini duyduğu dünya arasındaki uyuşmazlıktır. Kitap, olan ile olması gereken arasındaki uyuşmazlıktan doğandır. “Olan” insanın zihnini kemirir iken insanın bu “olan”a karşı koyuşunun eseridir. Sanıyorum bu sebeple: “Kitap yazmak, acı verici bir hastalığın uzun süren nöbetleri gibi insanı bitiren korkunç bir mücadeledir.” demişti Orwell. Çünkü Camus’un da dediği gibi yazar “özlem”lerini aktarır eserine. Yazara acı veren işte bu “özlem”lerdir. Ve “özlem”ler salt dünyevi özlemler de değildir. Zira yazar zaten çoğunluğun şekillendirdiği o rahatlıklar, umursamazlıklar dünyasından kaçmak istediği için yazar. Yani “dünyevi” olandan kaçmak için yazar. Başka bir yerde başka bir dünya arayan yazar için, dünyevi olandan kaçmak bir zorunluluktur aslında.  Dolayısı ile yazar hiçbir zaman “salt” dünyevi arzular için yazmaz. Onun özlemi başka bir “şey”edir. Yazar, -evvela- bu dünyanın üzerine perde çekerek gizlediği ruhu açar. Onun içine düştüğü berbat hali açık eder. Sonra bu hasta ruhun özlemlerini dile getirir. Yani okuru “rahatsız” eder kitap. İşte bu nedenle salt belirli bir tutarlılık içerisinde cümleler dizmekten, bu cümlelerden düzgün bir bütün çıkarmaktan ibaret değildir kitap. Kitap ruhi bir rahatlama için, insanın o “yoğun” iş saatleri sonrasında okunması için yazılan bir “şey” de değildir. Kitap, insandan, insan olmanın acısını, ağırlığını ve yazara kitabı yazdıran o “özlem”leri sürekli duymasını, hissetmesini onlarla yaşamasını isteyendir. Ve -en çok da- bu isteğinden dolayı, insanın “ne”liği meselesi ile ilgilidir. Çünkü bu istek bizleri çoğunluk ve azınlık ayrımı yapmaya yöneltir. Bu istek insanları farklı istikametlere iletir.

Bu mevzu ile yakından ilişkili olması nedeniyle Gide’nin “Dünya Nimetleri” kitabının önsözü dikkatimi çekmiş idi. Şöyle diyordu Gide:

Bu kitabı, yazının yapaylık ve kapanmışlık koktuğu bir dönemde yazıyorum; yeniden toprağa dokunmasını ve yere çıplak ayakla basmasını sağlamak zorunluymuş gibi geliyor bana.

Bu kitabın günün beğenisine ne denli ters düştüğünü kesin başarısızlığı da gösterdi. Hiçbir eleştirmen sözünü etmedi. On yıl içinde tam beş yüz sattı.”

Bu kitabın içinde ise şu cümleler göze en çok çarpandı:

“Yaşam bizim için
Yabansıydı beklenmedik bir tadı vardı
Ve ben mutluluk burada
Ölüm üstünde bir çiçeklenişe benzesin isterim.”

Yaşamın yabansı bir tadı olduğundan bahsediyor Gide. Ve mutluluğu ölüm ile yan yana koyuyordu. Az insan için yaşam ömür boyunca “yabansı” tat veren, alışılamayan bir şeydir. Çoğunluk için ise “beklenmedik tat” veren değil, “tat” veren/vermesi gereken bir şeydir. Onlar yaşamdan tat almaya çalışır, yaşam onlara tat verdiğinde değil, tat vermediğinde anormaldir.

Evet, kitabın “ne”liği ile insanın “ne”liği birlikte konuşulması gereken iki mesele. Zira kitap, insanları/insanlığı tefrik eden, bu tefrik üzerinden onları tanımlayandır. Yani insanın “ne”liğini açık edendir. Bu açık ediş ise kitabın bizatihi kendisinin “ne” olduğunu gözler önüne serer.

Feyza Yapıcı

DİĞER YAZILAR

4 Yorum

  • receb tayyib erdoğan , 11/03/2015

    ülkemde yazarlık yapmış bir sürü yerli alıntı yapılabilecek yazar-çizer vatandaşlarımız var.ısrarla ‘ülkemdeki yerli yazarlardan ne haber vardır’diye sorayım diye mi oluyor bunlar, ben anlamıyorum!
    gerekirse yerli alıntı yapılabilen fabrikalar kuracağız,
    alıntı bizim kavgamız,davamız,asla vazgeçmeyeceğiz.

  • çiçek abbas , 11/03/2015

    f.yapıcı denemeciliği uğur c. denemeciliğine göre daha iyi diyebiliriz.

  • . , 10/03/2015

    Feyza Yapıcı yine döktürmüş!

  • çiçek abbas , 09/03/2015

    Yazı çok iyi, tebrikler…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir