Künye: Son Yaprak, O’Henry, Çeviren: Haydar Ezik, Karınca Kitabevi, İstanbul.
***
Kendini odadaki partal divanın üzerine atıp hıçkıra hıçkıra ağlamaktan başka çare yoktu. Della da böyle yaptı. Bu durumu bizi yaşamın hıçkırıktan, burun çekmeden ve gülümsemekten ibaret olduğu gibi felsefi düşüncelere yönlendiriyor. Burun çekmenin öbürlerine üstün geldiğini de elbet kabul ediyoruz. (Sf. 21)
O sabah karımdan her günkü gibi ayrıldım. Beni kapıya kadar geçirmek için, ikinci çayını bitirmeden bıraktı. Ceketimin yakasındaki görünmeyen pamuk parçasını silkti. (Kadınlar kocaları üzerindeki mülkiyet haklarını bütün dünyada bu davranışla kanıtlamaya çalışırlar.) (Sf. 28)
Kanımca Birleşik Amerika eğitim ve öğretim işlerinin yönetimini Meteoroloji’ye vermek gerekirdi. Bunu laf olsun diye söylemiyorum. Akla yatkın nedenlerim var. Ama sizler öğretmenlerin meteoroloji dairesinin emrine verilmelerine karşı bir neden gösteremezsiniz. (Sf. 54)
Kara tahta üzerine tebeşirle çizilmiş bir resmin silinişi gibi canlı bir insanın ortadan kayboluşu tiyatro sanatının en güçlü konularından biri olmuştur. (Sf. 67)
Düş gücü namuslu davranmasını olanaksız kılacak şekilde zengindi. Para kazanmak için, öyle yüksek finans hesaplarına dayanan dalavereli dolaplar çevirirdi ki benzerini, olanağı yok, demiryollarının tarife indirimi yönetmeliklerinde bile bulamazdınız! (Sf. 84)
Bill yabancın bütün ceplerini yokladıktan sonra iğrenerek geriledi. “Bir altın saat bile yok, utanmıyor musun hiç? Ağarmış yontu kılıklı herif. Bu başgarson kılığıyla ve kontlar gibi çalımla dolaşmaktan sıkılmıyor musun? Tren paran bile yok servetin nerede?” dedi. (Sf. 96)
Ağabeyciğim, bu palavralara karnım tok, öğütlerin bana bozulmak üzere bulunan bir bisiklet pompasının son hırıltıları gibi geliyor. (Sf. 103)
Kasımda doktorların zatürre diye andıkları gözle görünmeyen bir yabancı, mahalleye askıntı olarak buz gibi parmaklarıyla sağda solda ona buna dokunuverdi. (Sf. 108)
Raggles meteliksiz olmasına karşın samanyolunda yeni bir yıldız bulan bir bilim adamının özlemi veya dolma kaleminden ansızın mürekkep damladığını gören bir yazarın ivecenliği ile daldı kente. Meteliksiz dedik. Her şair öyle olmalıdır, değil mi? (Sf. 118)
Öbür kentleri kulplarından yakalayıp kaldırmış, içtenlik, hatta tutarlılıkla incelemişti. Manhattan’ın evleri sanki aralıksız bir sıra barınaktı. İnsanlar parlak fakat kansız birer hayaletten ibaretti. Kendilerinden başkasını düşünmeyerek uğursuz tavırlarla sıralanmış, önünden geçip gidiyorlardı. (Sf. 120)
Tam bir centilmensin. İnsanların centilmen olabilmesi için üç kuşak geçmesi gerekirmiş diyorlar. Yanılıyorlar. Para her şeyi yapar. Nitekim sen işte pekâlâ bir centilmen oldun. Hatta ben bile centilmen olmuş gibiyim. Bu evi alıp yerleştiğimizden dolayı uykuları kaçan bitişik kibar komşularımız kadar huysuz, suratsız, terbiyesizim. (Sf. 124)
Aktaran: Muhammet Emin Oyar