Feyza Yapıcı, isyan kavramını masaya yatırdı.
***
Bazen, her şey ağır bir çekimdeymiş gibi geliyor. İnsanlar ağır çekimde yürüyor, konuşuyor, yiyor, içiyor; rüzgâr çıldırtırcasına ağır esiyor, kuşlar ağır ağır uçuyor uzaklara. O kadar yavaş ki her şey… Bir an, her şey sonsuza kadar böyle kalacakmış hissi ile korkuyorum. Büyük bir öfke ile yürümek istiyorum insanlara ve hatta kuşlara ve rüzgâra doğru ve sormak; nedir bu uyuşukluğunuz? Bir zaman sonra ise her şey eskiye dönüyor. İnsanlar normal bir hızla yürüyor, rüzgâr ferahlatarak esiyor, kuşlar umut vererek uçuyor uzaklara… “Her şeyin bu denli uyuşuk oluşu bir tek beni mi etkiliyor?” veyahut “Bir tek ben mi hissediyorum bu uyuşukluğu?” soruları ise aklımı kurcalayan sorular olarak kalıyor ortada. Bu ilginç durum bir hayalden mi ibarettir yoksa psikolojik temelleri olan bir hastalık mıdır bilemiyorum. Fakat bence bir önemi yok. Zira okuyunca biraz ilginç gelse de tamamen gerçek dışı bir halden de bahsetmiyorum aslında. Evet, belki insanlar fiziki anlamda gözlemlenebilecek şekilde ağır yürüyüp, konuşmuyorlar. Fakat benim yukarıda tasvir ettiğim vakadan çok daha ağır bir uyuşukluk içinde yaşıyorlar. İşte bu minvalde ben, bu uyuşukluğa ve uysallığa karşı “isyan” kelimesinden bahsetmek istiyorum bu yazıda.
Nurettin Topçu “İnsan, isyan etmiş varlıktır.” der. Bu cümle iki sonuca götürebilir bizleri. İlki insanın tabiata isyanıdır. Çünkü insan dışındaki hiçbir varlık, tabiatın düzenine karşı koyamaz. Bilakis tüm varlıklar bu tabiat düzenin bir parçasıdır, tabiat düzeninin devamını sağlamak üzere tabiata esirdirler. Onlar tabiatın esiri iken insan bu “esir”lik noktasında onlardan ayrılır. Bu noktada bir problem görünmüyor. Evet, insan tabiatın düzeninden kurtulmuştur, bir noktaya kadar tabiatı zorlaması altında tutmaktadır. Fakat insana ayırıcı vasfını kazandıran özellikten kastımız bu değildir. Burada Topçu’nun tanımlamasının da asıl anlamını ihtiva eden ikinci sonuca yönelmeliyiz. İnsanın “isyan etmiş varlık” vasfına erişebilmesi şu sorunun olumlu cevabına bağlıdır: “İnsan kendi içindeki determinizmden kurtulabilmiş midir?” Pekiyi, insanın “kendi içindeki determinizm”inden kastımız nedir? Bildiğimiz üzere determinizm, tüm olayların neden sonuç ilişkisi içinde sürüp gitmesi şeklinde bilimsel bir temeline dayanır. Doğada olduğu gibi insanda da bir çeşit determinizmden bahsedebiliriz aslında. Ve bence insanın içindeki determinizm nefsin düzenine tekâbül eder. Yani nefsin insanı yönlendirmesi bir çeşit determinizmdir. Çünkü nefs, belli olayları belli sonuçlara bağlar. Nefs için acıkan birinin yapması gereken şey yemek yemektir, başarılı biri için duyulması en normal duygu gururdur. Kendine özgü neden-sonuç zinciri kurmuştur. İnsanın bu zincir dışına çıkışına izin vermez. Ve işte tam da bu durum, insanı uysallığa iter. İrade sahibi insanın, kendi iradesini terk etmesi… İradesi yokmuşçasına kendini bu determinizme bırakması… Tıpkı iradesi olmayan hayvanlar gibi, bitkiler gibi, hatta cansız varlıklar gibi… Pekiyi, bu durumu engelleyecek olan şey nedir? İşte burada karşımıza “isyan” çıkar. İnsanın, nefse olan isyanıdır bu duruma bir son verecek olan. Tersi, bir çeşit determinizm olan -Topçu’nun deyimi ile-“şahsiyeti ortana kaldıran iradenin esareti ”ne mahkumiyettir. İşte bu sebeple insan, tabiatı değiştirdiği, onu istediği gibi yönlendirdiği düşüncesi ile aslında içi boş bir kibir içinde. Zira kendi içinde olan ve derhal dizginlenmesi gereken determinizme sağır. İsyandır ki, bu determinizme ket vuracak olandır.
İnsan nefsi kibri, gururu, tembelliği, mutluluğu yani kendine zevk verecek olan tüm hisleri sever. Oysa kibir, gurur ve hatta mutluluk insanın nefsine, nefsin düzenine teslim olmaktır. “Kibir ve gurur tamam da mutluluk neden nefse teslim olmaktır?” sorusu gelebilir akıllara. Oysa insanın mutsuz yaşayamayacağı psikologlar tarafından devamlı olarak anlatılır ve hatta mutsuzluk halleri hastalık olarak kabul edilir. Ben bu anlamda psikologların tavsiye ettikleri mutluluk formüllerinden bahsetmeyeceğim, ancak bu noktada gördüğüm, hissettiğim bir vakadan “isyan” bahsi ile alakalı olması nedeni ile bahsedeceğim. Bizler ilginç bir şekilde kalbi uyuşturan bir mutluluk üzerine kuruyoruz hayatlarımızı. Bizde mutluluk, acıya ve hüzne tamamen kulak tıkamayı gerektiriyor. -anlaşılmaz bir şekilde- Mutluluk insan için mühim olabilir. Fakat “sürekli mutluluk” kalbi köreltir. Bu ise ruhtan uzaklaşmaktan başka bir şey değildir. Izdıraba, öfkeye, acıya ve hüzne kulak tıkamaya sebebiyet verir.
Bu hazinliği İsmet Özel’in şu dizeleri ile daha güçlü hissedebiliriz belki:
“Yıllardır çocuk başları akıyor yamacımızdan
Yıllardır balçıklı bir hayvan çeperlerimizde
Kentlimiz cebinde cinayet fotoğraflarıyla sofraya oturuyor”
Aslına bakarsanız, insan hep isyan eder birilerine. Kimi zaman çevresindekilere, kimi zaman siyasal sistemlere, ideolojilere isyan eder. Elbette insan bunlara da isyan edebilir, etmesi de gerekebilir. Buradaki sorun, insanın bir türlü kendisine isyan edememesidir. Oysa isyan kelimesinin asıl anlamını kavraması, insanın kendi zindanlarına ettiği isyan ile olacaktır. İnsanın zindanlarını dörde ayıran Şeriati, dördüncü zindanı anlatır iken şu cümleleri sarf eder: “Bu zindanı kendimle birlikte taşıyorum. Bu sebeple, bu zindanın bilincine varmak ve onu tanımak, diğerlerinin tümünden daha güçtür.” Evet, insanın kendi zindanlarını tanıması güçtür. Fakat belki de daha güç olan husus, bu zindandan kurtulmak için istek noktasındaki problemdir. Burada, bu noktaya ile bağlantılı olması dolayısı ile yine Nurettin Topçu’ya kulak vermek gerekiyor: “Ahlaki hareket, bilginin üstündedir.” Kimi zaman -ki bu durum modern insanın tipik özelliğidir- insan bir zindan içinde yaşadığının farkında olsa dahi bu zindan ile mücadeleye gücü yetmez. İnsan bir şeylerden mahrum bırakılmıştır zira. Mesela bir hareketten mahrumdur insan. Ki bu hareket insanın bir zindana mahkûm olduğu bilgisinin üzerindedir. İşte bu hareket ki, insana kurtuluş mücadelesi takati, hatta belki de en önemlisi öfkeyi ona verecek olandır. Bu hareket, nefsin düzenine karşı durabilecek bir kuvveti ihtiva eder. Ve elbette bu hareket, insanın her çeşit zevke ve menfaate başkaldıracağı “iman”dadır.
Feyza Yapıcı