“kimbilir ne anlama geliyor artık,
şu eskiden “hüzün” dediğimiz şey?”
Yaşadığımız şu kötü çağın ötekileştirdiği kelimelerden biridir “hüzün”. Aslında bilirsiniz; hüzünlü olan her şey ötekileştirilir, gariban bırakılır bu çağda. Hüzünlü insanlar, onların anıları, sözleri… Hepsi… Kenarda kalmış öylece duruyorlardır.
Hüzün, insan olmanın ağırlığı altında ezilmektir bir bakıma. Zira hüzünde baştan aşağı bir insanilik ve bundan kaynaklanan bir çaresizlik vardır. Hüzün deyince gözler akla gelir. Çaresizlikle bakar hüzünlü gözler, mahzundur. Büyük çığlıkları haykırır bakarken insanlara. Hüznün getirdiği çaresizliği haykırır ve hatta görmek ister diğer insanlarda da aynı bakışı, aynı çaresizliği, yani hüznü. Fakat nafile… Zira şairinde de “kimbilir ne anlama geliyor artık” deyişi ile haykırdığı gibi “hüzün” artık çoğu insana epey yabancı bir kelime. Hüzünlü olmak, hüzünlü yaşamak, gözlerde hüznü taşımak; çoğu insanda “ahmaklık” olarak dahi nitelendiriliyor olabilir. Öyle ya, uyuşturulmuş bir kalp ile ve onun getirdiği fütursuz bir mutluluk ile hiçbir şeyi düşünmeden ve hissetmeden yaşamak var iken nedir ki “hüzün”? Oysa insanın kalbi unutmamasının, onu diri tutabilmesinin tek yolu değil midir hüzün?
Durum böyle iken yani hüzünlü insan bu denli az sayıda iken bu dünyada, onu en uygun nitelendiren söyleyişin “uyumsuz insan” tamlaması olduğunu düşünürüm hep. Bilirsiniz, bu tamlama Albert Camus’a ait. Aslında bu tamlama Sisifos Söyleni’de ortaya koyduğu bir insan modelinin ismi. Ben Camus’un düşüncelerini vardırdığı sonuca iştirak etmiyorum. Fakat bu tamlamayı da seviyorum açıkçası: Uyumsuz insan. Uyumsuzluğu Albert Camus’un kullandığı anlamda kullanmasam da evirilebilirim sanıyorum. Zira bu çağ için “uyumsuz”luk sözcüğü en çok hüzünlü insana yakışıyor. Herkes kalbinde bir ur gibi taşıdığı hastalıklı ruh hali ile sarhoş dolaşırken, evet, hüzünlü insan uyumsuzdur. Farklıdır, iyi ki de öyledir.
Hüzün başlı başına bir başkaldırıdır, isyandır. İlk bakışta hüzün, pasif bir davranış şekliymiş gibi gelebilir fakat hüzün çoğu eylemden daha aktif bir başkaldırıdır aslında. Hüzünlü insan olmak; modern insan olmaya zorlanmaya bir başkaldırıdır. Galiba bundan daha aktif bir eylem de olamaz.
Epeydir zihnimi meşgul eden bir düşünce beni şu ayrıma götürdü: Hüzünlü insan / Modern insan. Bu husus üzerine düşünelim istiyorum. Evet, hepimiz modern çağ denilen bu çağın mensubuyuz. Dolayısı ile hepimiz bir anlamda “modern insan”ız düşüncesi hâkim çoğumuzda. Bence tüm insanları modern insan kategorisine hapsetmek bazı insanlara haksızlık olur. Zira modern insan, insaniliği asgari seviyeye indirilmiş insan… Yaşamayan, hissetmeyen, kalbi köreltilmiş, makineleşmiş, zindanlara hapsedilmiş insan… Oysa ben, tüm bu “kötü” nitelemelere direnen insanların olduğuna inanıyorum. Bu insanın ise “hüzün”lü insan olduğunu düşünüyorum. Ve işte tam bu sebeple modern insanın karşısına hüzünlü insanı koyuyorum. Ve bu ayrımı, yaşanılan çağa göre insanların ayrılmasından ziyade insanların “düşünüş”lere göre ayrılması gerektiğine inandığım için yapıyorum.
İnancı mümkün olduğunca en uzağa fırlatan bilginin tutsağı modern insan ile bilgiden çok inancın gölgesinde yaşayan ve bu bağlamda kendisini sorumlu hisseden hüzünlü insan… Modern insan “bilmek” için, “bilgi” için vardır. “Hüzün” ise “bilmek”in peşindeki insan için değildir. Hüzün başka, bambaşka bir manevi gücün peşindeki insanlara mahsustur. Burada Seyfi Öğün Hoca’ya kulak vermek istiyorum: “Ben doğrusu bilmek ile inanmak arasında birbirini besleyen ilişkilerden çok, birbirini dışarıda bırakan ilişkilerin hüküm sürdüğünü düşünüyorum.” Ki “bilmek hakikate inanmamak isteğidir.” Modern insan bilgi ile kuşatılmış, bilgileri beynine yığmaya uğraşıyor. Modern insanın bu denli bilme isteğinin altında ise hakikatten kaçış çabası yatmaktadır. Bildiği şeyler onun için inanç anlamında uzak durulması gereken şeylerdir. Mesela modern insan “Allah”a inanmak isterken onu aklı ile ispat etme çabası içine girer. Fakat aslında o Allah’ı bilmek istemektedir. Modern insan mümkün olduğu kadar çok “bilecek”ki “inan”masın. Hüzün ise bilakis inancın, inanma isteğinin bir yansımasıdır insanda. Bir sancıdır. Hilmi Yavuz bunun en güzel anlatımlarından birini yapar: “O kadar hüzündüm ki büzüldüm” Hüzünde insanın bir şeyler altında ezilmesi vardır. Altında ezilen şeyler ki onlar “bilmek”in ulaşamayacağı şeylerdir. Modern insanın sürekli bilmek korkaklığının karşısında, hüznü olan insan daha fazla inanca sığınmak ister. Tüm metafizik öğeleri hayatından çıkaran modern insanın karşısında, hüzünlü insanın onların üzerine gidişi vardır mesela. İnsanın aklı ile her şeyin üstesinden gelebileceğine inanırken modern insan, hüzünlü insanda insanın çaresizliğinin yoğun izleri vardır. Akşam iş için paydos anlamına gelir iken modern insanda, başlı başına koca bir “hüzün” dür aslında akşamlar hüznü olan için.
Biliyorum, “hüzün” epey azınlıkta kalan kalbi diri insanlara mahsus. Uzun bir zaman da böyle kalacak gibi… O zamana kadar da “dirilişi bekleyen kelimeler” arasında kalsın hüzün.
Feyza Yapıcı