Siz Sordunuz Biz Cevapladık – 2

Bahadır Dadak’a Yöneltilen Okuyucu Soruları 

Adem: Aslen nerelisiniz?

Bahadır Dadak: Bursa’nın Mustafakemalpaşa ilçesinde ikamet ediyorum. 93 Harbi’nde Anadolu’ya göçen Bulgaristan muhacirlerindenim. Neslimiz Rusçuk ve Cuma’ya, daha evvelimiz Karamanoğulları’na dayanıyor.

Adem: Şiir sizin için ne ifade ediyor?

Bahadır Dadak: Ne zaman bu soruyu duysam gülesim geliyor. İçim gıcıklanıyor. Ellerimi koyacak yer bulamıyorum. Belki saklı tevazudan, belki de kibirdendir. Şöyle cevaplayayım. Şiirin bendeki karşılığı rahatlama ve kaçıştır diyebilirim. Şahsen ben, insandan sadır olan metinlere kutsi ve milli bir değer biçmiyorum. Biçemiyorum. En azından yazarken benim için motor kuvvet bu değil. Çünkü şiir ile insan bilinci arasında nasıl bir rabıta var emin değilim. Örnekse, dil üzerine istidadınız varsa, çokça şiir okumuşsanız, masanın başına oturduğunuzda milli ve mukaddes değerler üzerine bir metin çıkarabileceğinizi öngörebiliyorsunuz. Henüz masadayken, zihninizde okurun beğeni ve düşüncelerinin bir yeri varsa, kâğıt, kalem, mürekkep, her şey naylondan demektir. Bence gerçek şiir birikmenin, sıkışmanın bir ürünü olmalı. Bu bağlamda kültürün de tamamıyla kaçışın bir nesnesi olduğunu düşünüyorum.

İnsan, dilin imkânlarının en yüksek kullanıldığı yerde, yani ifadesizliğin haymesinde daha çok insandır. Dünyada iyi insanlar var. Çoğu okuma yazma bilmiyor, dilleri ya tutuk ya da konuşmaya mecalleri kalmamış. Bu iyi insanların içerisinde iyi şairler de var. Tüm bunları düşününce şiir üzerine poetik lakırdılar edip papağanlık etmek beni ciddi anlamda rahatsız ediyor. Benim için içsel bir yolculuk falan değil şiir. Bu işin ne olduğu üzerine bir saniye olsun düşünmedim. Hayatı çoğunlukla sezgilerle anlamlandırıyorum. Bu bakımdan bende düşünülmüş, tasarlanmış bir karşılığı yok şiirin. Hiçbir zaman olmadı. Biri bana şair dediğinde tüylerim diken diken oluyor. Birçokları gibi ben de en muteber şairleri okudum. Çünkü bundan haz alıyorum. Onlardan, hayatlarından, mağlubiyetlerinden, dili kullanış biçimlerinden etkilendim, içimde bir şeyler kaynadı ve kaleme sarıldım. Bazen insanlardan, bazen kendimden uzaklaşmanın bir yoluydu işte.

Biri çıkıp, o zaman niye yazıyorsun kardeşim diyebilir. Bunu söylemekte haklıdır. Aslında şöyle söylemelidir. Madem öyle niye yayınlıyorsun kardeşim? Cevap belli. Sevilme ve onanma ihtiyacımı karşıladığı için. Şiir dediğin şey, hele modern şiir son derece müphem, soyut bir şey. Sonra imge diye bir kavram var. Henüz zekâ, “babacan tavrıyla tiksinti vermiyorsa” müthiş bir silah. Kendini onunla vurduğunda ekranın sağ alt köşesinde kaç canın kaldığını görebiliyorsun. Yine de, beni yazmaya yönelten itici güç okurun algısındaki yerim değil. Bu şık dolaylı yoldan, metin benden çıktıktan sonra boyut kazanıyor. Bu ketenperenin farkına vardıkça insan daha az yazıyor yahut yazdığını yayınlamaktan imtina ediyor.

Efendim, alengirli yollarda lafı dolandırmak istemiyorum. Şiir okumak ve yazmak kendimden uzaklaşmamı sağlıyor. Edebiyatın tümünü bir çeşit panzehir olarak görüyorum. Ezcümle, şiirin bendeki karşılığı tek kelimeyle kaçıştır.

Adem: Herhangi bir kitap hazırlığınız var mı?

Bahadır Dadak: Evet, inşallah. Yakın zamanda baskıya gideceğini umuyorum.

Adem: Şiir mi illüstrasyon mu?

Bahadır Dadak: Özür dilerim ama biraz manasız bir soru. Bu ikisi farklı disiplinler. Çayı da seviyorum kahveyi de… İkisi arasında estetik bir tercihte bulunamam. Trafik sorunu olmayan yarı ıssız bir adaya düşsem teknik anlamda şiiri tercih ederdim. Çizim işi meşakkatli iş. Çok kafa açıyor. Fakat tam anlamıyla altı şeritli otobanı olan ıssız bir adaya düşsem yanıma bir çizer değil bir şair alırdım. Özellikle Ferrari’si olan şairleri tercih ederim. Şairler eğlenceli adamlar, özellikle yolda çok güzel hikâye anlatıyorlar.

Saadettin Suluboya: Ölümden önce hayat var mı diye arabesk bir soru sormak istiyorum. Varsa niye dünya ahiretin tarlası buyruluyor?

Bahadır Dadak: Evet, var. Çünkü “Maveraünnehir alınyazarının mürekkebine” dökülüyor.

Saadettin Suluboya: Ciğer buradaysa kedi nerede?

Bahadır Dadak: Ciğer burada değil Halep’te. E Halep buradaysa kedi de arşındadır.

Mehmet: Şimdiye kadar yaşadığınız en ilginç, en mutlu ve üzücü olaylar nelerdir?

Bahadır Dadak: En üzücü ve en mutlu olayları anlatamam. Kendimi afişe etmem, mahremimi size açmam… Yalnız en ilginç olaylardan birini anlatabilirim.

Çalıştığım kurumda belediye başkanının sosyal medya yöneticiliğini yapıyordum. Yerel seçimlere çok az kalmıştı. Ortam son derece gergin ve kasvetliydi. Başkan beyin mensubu olduğu siyasi partiden yeni başkan adayının kimin olacağının açıklanmasını bekliyorduk. Mevcut başkan tekrar göreve gelmek istiyor ve son 2 senedir bunun için var gücüyle çalışıyordu. İşte bu günlerden birinde gerginliği azaltmak, algıyı ferah bir alana taşımak adına başkan beyin hesabından bir şiir paylaşmak istedim. Hiç unutmuyorum, Orhan Veli’nin ölüm yıl dönümüydü. Şairin siyah beyaz bir fotoğrafını bulup sevdiğim bir dizesini paylaştım. Aradan biraz vakit geçti. Apar topar makam odasına gelmem gerektiğini söylediler. Kapıyı çaldım, içeriye girdim. Başkan beyin yüzü neon ışıklarıyla tütsülenmiş pancar reçeli gibi kıpkırmızıydı. Bahadır dedi, bu sabahki şiiri kim paylaştı evladım? Gururla, ben paylaştım Başkanım dedim.

Akabinde yaşananları net olarak hatırlamıyorum. Bir süreliğine kulaklarıma ve gözlerime perde indi. Sadece bazı geçişleri, renkleri ve kareleri hatırlıyorum. Herifin olağanüstü bir ses tonu var. Ben onun siyasi kaderini mi etkileyecekmişiiiiiiiim? Koynunda yılan mı beslemiiiiiiiiş? Birilerine gözdağı mı veriyor muşuuuum? Kimin hesabına çalışıyor muşuuuuuum? Daha yapacak çok işi varmııııııış? Onu yemek kolay öyle değilmiiiiiiiş? Aman Allah’ım, burnundan dumanlar çıkıyor. Resmen haykırıyor! Elinde bir elektrogitar olsa kafamda parçalayabilirdi.

Efendim, bu tertemiz kalaylama operasyonundan sonra başım önümde odadan ayrıldım. Paylaşımı silmeden önce son bir defa okumak istedim. Kısacık şiir, başladığı gibi şöyle bitiyordu:

“Gün olur, alır başımı giderim,
Denizden yeni çıkmış ağların kokusunda.
Şu ada senin, bu ada benim,
Yelkovan kuşlarının peşi sıra.”

Filmin sonunu merak ediyorsunuz muhtemelen. Söyleyeyim, Başkan bey tekrar aday gösterilmedi. Ayrıca Orhan Veli’nin garipliğine falan da üzülmüyorum. Issız bir adaya düşsem yanıma Melih Cevdet’i alırdım. 

Tüpçü Fikret: Zaman vehmî bir şey ise neden içinde sıkışıp kalmış hissederiz?

Bahadır Dadak: Zaman vehmî bir şey mi, bilmiyorum. Vehim nedir tam olarak onu bile bilmiyorum. Bilsem burada işim ne, gider mis gibi tavuk döner işine girerim. Muhterem Fikret kardeşim, zamanın ne olduğunu Heidegger’e sormak lazım. Lâkin zamanın mekânla bağı açıktır. Zamandan söz edebilmek için bir mekânın olması şart. Mantık ilmini bilmemekle beraber, mekânın hâdis varlıklardan olduğu da açıktır. Bu bakımdan zaman da “ol” emrine tabiidir ve mümkün varlıktır. Bizler aciz, gafil ve günahkâr insanlarız. Zamanın içinde sıkıştığımız falan yok. Uzun emel, rububiyet, dünya sevgisi ve heva var. Bu kavramlar üzerinden kendini yeniden imar edebilirsen tavuk döner işinde ortak olalım.

Tüpçü Fikret: Yaşamak mı zor ölmek mi?

Bahadır Dadak: Ölümden çok korkup buna hazırlanmayan ve dünya ile teskin olup yaşama sıkıca bağlanan birine bu soruyu yöneltemezsin.

Tüpçü Fikret: Ne çok acı var?

Bahadır Dadak: Ârifler de çok. Umut hep var.

DİĞER YAZILAR

3 Yorum

  • Bayan gogh or bayan holmes , 11/03/2023

    Şiir mi illüstrasyon mu sorusuna çayı da severim kahveyi diyen Bahadır dadaktan razıyız. Bir gün insta hikayede sadi şirazi hazretin Gülistanından bir şey paylaştım ve bir arkadaş baba sende bir celal abilik var demişti bende bende biraz celal abilik biraz bahadır abilik var demiştim. Bahadır dadakın kullandığı kelimelere üsluba sahip biriyim. Çay mı kahve mi sorusuna ayran, aşk mı merhamet mi sorusuna aşkın doğurduğu merhamet cevabını verince her şeyi yanlış anlamıştım. Çayı severim kahveyi pek sevmem açıkçası, aşk kısa sürede erdirir merhamet uzun bir yolculuktur ve aşkta merhamette erdirir aşk acelesi olanlara merhamet sabredenlere verilir. Benim acelem var hadi görüşürüz .

  • Yorumcu , 16/09/2020

    Kendisini hiç tanımıyorum ama yazılardan çıkardığım kadarı ile hayatını düzene koymasını istediğim en çok insanlardan. İçsel bir düzenleme. Psikolog olsam Bahadır’ı çözümlemek isterdim. Yıllarca insan muammadır falan filan diye bu tezi fetişleştirdim. Artık tam aksi yerdeyim. Hepimiz arzular ve korkular içre. O kadar.

    • ölümden önce hayat yok , 17/09/2020

      Çözümliycek bişi yok. Sayın Dadak’ın samimiliği duruluğu olduğu gibi yansıyor ve iç dünyasında ciddiyetini de besleyen biri.

      Belediye başkanıyla ilgili anısına çok güldüm. Biz de arkadaşlarla twittera karşı trollük yapmaya kalktığımızda farketmiştik. Ortayaş üstü resimli romantik sözler,şiirler seven bir zümre var. Bir de boğazına kadar siyasete batmış başka birşey düşünmeyen kesim var. Orhan Veli’nin şiirinin etkisini anlıyorum :)) Çok güzel cevaplar, guzel sorulara…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir