Yarışmamızın sonucu açıklamadan önce Dücane Cündioğlu’ndan bir alıntı:
***
Geçenlerde bir arkadaşım Philo Sophia Loreni okuyan -artık evlilik çağına gelmiş bulunan- erkek kardeşinin, yengesine “Ben reçel yapmayı bilen bir kızla evlenmek istiyorum” dediğini aktarınca tebessüm etmekten kendimi alamadım. Çünkü reçel yap(a)mamak kavramına -tıpkı babannelerden utanmak kavramsallaştırmasında yapmaya çalıştığım gibi- birbirleriyle ilintili anlamlar yüklemiştim: msl. geleneksel aile’nin hızla çözülmeye başlaması, günümüzde ‘kadın’la ‘ev’ sözcüklerinin birbirlerini iter hâle gelmeleri, kızlarımızın sorunlarını ev(leri) dışında çözmeye yönelmeleri, ileride çocuklarına aktaracakları tecrübeleri ailelerinden tevarüs etmekten isteksizlikleri, imkânsızlıkları, vs.
“Reçel yap(a)mamak” kavramına yüklediğim anlamların okur tarafından hiç değilse bu düzeyde olsun sezinlenmesi, işaret ettiğim noktanın anlaşıldığını gösteriyordu. Nitekim Konya sokaklarına gençlerin “Reçel Yapamayan İslâmcı Kadınlar” diye afişler astıklarını işitince bir kez daha tebessüm ettim. Doğrusu, meselenin böylesine abartılacağını tahmin edemezdim. İslâmcı kadınların “Allah kuru iftiradan saklasın” deyip her fırsatta pekâlâ reçel de, aşure de yapabildiklerini anlatmak ihtiyacı hissetmelerine yol açması bakımından bu tür abartıların tamamen yararsız olduklarını söyleyemem.
Söylenebilecek olan sadece şu: Kavramların kendileri, taraflarca bir hakikat gibi algılanıyor ve onlar, gösterilen yere bakmak yerine o yeri gösteren parmağa odaklanarak mecazî ifadeleri hakikate dönüştürüyorlar.
Reçel yapabilmesi veya sofrada rengârenk reçel çeşitlerinin bulunmasına ihtiyaç duyabilmesi için bir çocuğun öncelikle ailesiyle birlikte kahvaltı masasına oturması ve reçeli kendi evinde, yani aile sofrasında görmesi gerekiyor. Kendi evinde, kendi yatağında uykuya dalıp kendi evinde gözlerini açmayan çocukların mahrum olacakları tek şey reçel midir? Oysa reçel benim nazarımda anne sevgisini, yuva sıcaklığını, aile terbiyesini temsil eder. Yurt odalarında veya bekâr evlerinde sadece doymak için sofraya oturan, annelerinin hazırladıkları sofralarda kahvaltı yapmak imkânı bulamayan, aile sofrasının sıcaklığını yeterince tatmadan büyüyen çocuklar okullarını bitirip mezun olsalar n’olur, olmasalar n’olur? Reçelden mahrum olmanın, aile içinde yaşamak zenginliğinden mahrum olmak anlamına geldiğini bu kadar mı açıklıkla vurgulamam gerekiyordu?
Kız çocukları çokluk ninelerini veya annelerini örnek alamıyorlar; zira onlarla ayrı dünyaların insanları olduklarına inanıyorlar ki tamamen haklılar. Annelerinin kurdukları sofralarda annelerinin elleriyle yaptıkları o güzelim reçelleri (!) yiyemeden büyüyen bu kızcağızlar için ev ortamı sıkıcı geliyor ve tabiatıyla onlar da dışarıda yemek yemeyi ya da sokakta abur-cubur bir şeyler atıştırmayı modernlik sanıyorlar. Çalışarak hayatını geçirecek olan bu iş kadını adaylarının hafta sonları dışarıda yemek yemeyi arzulamalarından, bu tür bir hayatı sağlayacak bir geçim standardına ulaşmayı ise köylülükten kurtulmak gibi algılamalarından daha tabii ne olabilir? Aile ortamında yetişen çocuklar aile kurabilirler; reçel yiyerek büyüyen çocuklar reçelin eksik olmadığı sofralara ihtiyaç duyarlar; zira insanlar ailelerinden aldıklarını ancak kendi ailelerine verebilirler. Aile havasını teneffüs etmemiş kimselerin ailevî değerlere karşı kayıtsız kalmaları, dolayısıyla anne yemeklerine duyulan özlemi hafife almaları gayet tabiidir.
Ben başından itibaren reçel kavramını ailevî değerleri (aile ortamını) sembolize edecek şekilde kullandığım halde kimi hanımlar bu konudaki sözlerimi yanlış anlayıp reçeli hakiki mânâsıyla yorumluyorlar. Gerçi bu yanlış anlama sebebiyle hanımların ikide bir reçel pişirme becerilerini ortaya sermelerinden şikâyetçi olduğum düşünülmesin; bilâkis bu gelişmelerden memnuniyet duyuyorum.
Lâkin asıl soru(n) şu:
Çocuklarını iyi bir eş, iyi bir anne, iyi bir ev hanımı olarak yetiştirmek cesaret ve kabiliyetini yitirmiş bulunan yorgun anneler, kendilerinin kızlarına vermediklerini onların kendi çocuklarına vereceklerini mi sanıyorlar?
Böyle sanıyorlarsa yanılıyorlar; zira anneleri (babalarıyla birlikte olup) onları yurtlara, bekâr odalarına gönderdikleri için, onlar da daha erken davranıp çocuklarını kreşlere gönderecekler. Anneleri zahmet edip mesela reçel yapmadıkları, börek açmadıkları için, hatta onları cola-hamburger kültürüyle yetiştirmeyi köylülükten kurtulmak gibi algıladıkları için onlar da çocuklarına annelerinden öğrendiklerini öğretecekler; meselâ su böreğine tenezzül etmezlerken hamburger veya pizzayı çağdaş zevklerinin arasına katacaklar.
Sözün özü, modern müslüman kadın mezarlık ziyaretlerini terkettiği için reçel yapmayı da terketti; ölülerine Kur’an veya Yasin okumayı hurafe, hatim indirmeyi ise anlamadan yapılan lüzumsuz bir tekrar, Ramazanlarda cami ziyaretlerini ‘anlamsız geziler’ olarak telakki ettiği için kurduğu sofralara reçel yerine nutella koymaya başladı. Geleneği pirinç ayıklar gibi ayıklayacağını sanıp Kitap’ta yerini bulamadıklarını ritüel, kült vb. terimlerle tanımladığı için annesini, babannesini örnek almayı başaramadı; üstelik onları “babaları ve dedeleri tarafından ezilen zavallılar” olarak tanımlamanın nelere malolacağını hesaplamadı.
Belki birileri, “Peki ya erkekler? Onlar bu arada neler yaptılar?” diye sorabilirler. Hemen söyleyeyim: Erkekler pişkin pişkin sırıtıp “Biz masumuz; çünkü o sırada bakkala nutella almaya gitmiştik, evde neler olup bittiğinden hiç haberimiz olmadı” diyecekler.
(Dücane Cündioğlu, Philo Sophia Loren)
Uluslararası Geleneksel Reçel Yarışması Sonucu
Madem şiirler aklımızı başımızdan almadı, reçel yiyerek kendimizden geçelim, aile bağlarına geri dönelim, bir an durup hayır hayır biz modern değiliz diyelim, bedava reçel yemenin tadını çıkaralım istedik…
Madem o şiir yazılamadı, şiir gibi reçeller yiyerek acımızı bastıralım ve kıyameti bekleyelim istedik.
Madem Behçet Necatigil’in Reçel şiiri düştü aklımıza:
“O vakit o kış kıyamette
Ne kadar makbule geçer tatlı.
Kahvaltımı önüme serer,
Reçele ekmek banar, yerim.
Seni düşünür,
Kendi eliyle yapmıştı, derim.”
Uluslararası Geleneksel Reçel Yarışmamız işte bu ve buna benzer saiklerle başladı. Yarışmamıza iki okurumuz reçel göndererek katıldı.
Havva Sümeyra Altınsoy ve Sinan Önel… İki okurumuza da çok teşekkür ediyoruz. Havva Sümeyra Altınsoy’un gönderdiği incir reçeli kıvam, renk, bütünlük, tat, şiirsellik, sunum ve incirlerin içine koyduğu cevizler sebebiyle birinci olurken Sinan Önel’in gönderdiği ayva reçeli ise kıvam, renk, bütünlük, tat ve şiirsellik açısından ikinci oldu. Her iki okurumuzu kutluyoruz.
Reçel yapmanın bir hayat anlayışı olduğunu vurgulamak ve reçel yapmanın felsefesine dair kafa yorma niyetiyle düzenlediğimiz yarışma sonucunda iki kavanoz reçeli afiyetle yiyeceğimizi hatta yediğimizi tüm okurlarımıza duyururuz.
Bu arada Twitter ve benzeri sosyal medyada ben de reçel göndereceğim diye bizi kandıran okurlarımızı sevmeye devam etmek istiyoruz ama inanın zor oluyor. Kandırılmak kötü şey sanki…
Not: Reçel gönderip birinci ve ikinci olan okurlarımızın kargo bilgilerini editor@edebifikir.com adresine göndermelerini rica ediyoruz. Kendilerine yazarlarımızın kitapları gönderilecektir.
5 Yorum