Bir yaraya merhem olamayanlar, düşle gerçeğin ortasında kalanlar, harf harf yalnızlık biriktirenler, bir karanlıktan diğerine koşarken “acaba” kelimesinde tutulup kalanlar, miadını doldurmuş bir sessizlikten haykıranlar…
Issız ve dahi insansız bir yolda yürüyüp kendi ile karşılaşma hayali kuranlar, şehrin unutulmuş caddelerine utanç ve acı kelimelerini gizlemek isteyenler, iki uzun cümlenin arasına saklanabileceğini düşünüp gözlerini kapatanlar…
Kelimelerini mermi gibi kullananlar, deliliğin sıfır noktasında durup nereye gideceğine karar veremeyenler, yarası soğudukça dayanılmaz acılara gebe kalacağını düşünenler, öznesiz cümleler kurmak için gözlerini kendine kapatanlar…
Hayal kırıklarına mercek tutanlar, kendini taşımaktan taş olmuşlar, aklının suç ortağı olmak istemeyenler, takıntılılar, psikopatlar, manyaklar, tutunamayanlar…
Yolun yokuşunu sevenler, acısını kimsenin okşamasına izin vermeyenler, kırgın bir buluta selam verenler, yürürken insanların yüzüne bakamayanlar, yorgun bir aşk ve boş bir çerçeveler…
Durup durup kendi yaralarını deşenler, yaralarından bir dünya kuranlar, ömrünü her an yakalanacak biri gibi kuytularda sürdürenler, elinden sadece geçmişi çoğaltmak gelenler, uçsuz bucaksız çöl öyküleri…
Bir kuş olmak isteyenler, ne olduğunu bilmeyenler, gerçek ve yalan arasındaki perdeyi yırtmaktan korkanlar, hiçlik çölüne çadır kuranlar ve çöl yağmurları…
Ayrılmak için kavuşanlar, sevmek için nefret edenler, ölmek için doğanlar, koşmak için duranlar, yaklaşmak için uzaklaşanlar, sürekli kendini yorgun hissedenler ve beklemek fiili…
Hızla rayları döven bir trenin penceresinden geriye bakıp çocukluğunu görebileceğini umanlar, umut etmekten bıkmayanlar, toprağa dokunanlar, dalında filizlenenler ve endişe yağmurları…
Kanında kelebekler, tepesinde kargalar dolananlar, bedeni bir çığlık halini alanlar, eşyanın tülüne gönlünü kaptıranlar, rüzgârın yeline ümit bağlayanlar, koyu sis ve yarım kalmış hevesler…
Kendinden önde yürüyenler, gölgesinin ayak izlerine basa basa ilerleyenler, ilerlemekten bıkanlar, bıkmaktan usananlar, ele avuca sığmayanlar, yağmurlu günler ve özlem limanları…
Bir zamanlar masum olanlar, dünyayı bir hamur parçası gibi ellerinde yoğurmak isteyenler, tek dünya devleti hayali kuranlar, keskin nişancıların menzilinde olup şiir okumaya devam edenler, ağrıyan tanklar ve gülümseyen bombalar…
Saat başı akreple yelkovanı kırbaçlayanlar, kimsenin sahiplenmediği acılara ev sahipliği yapanlar, gözlerinde bir fırtınanın sesini büyütenler, düş kırıklarından kendine ayna yapanlar, sert rüzgârlar ve metruk sokaklar…
Aşkıyla Leyla’yı varlığından kat kat soyanlar, Leyla’nın gaddarlığı karşısında kalbi giyotine dönenler, Leyla’nın köyünün köpeklerini bile sevenler, üstü örtülmemiş mezarlar ve dipsiz kuyular…
Uyurken iyi ama uyanınca kötü biri olanlar, gerçeklik algısını bir çift gözde kaybedenler, dişlerinin arasında ş sesi büyütenler, kim ne söylediyse üzerine alanlar, uçurum dipleri ve bitimsiz avazlar…
Zihinsel ve duygusal olgunlaşmayı mutluluk olarak adlandıranlar, kendi karanlığında mutlu olanlar, yetinmeyi bildikleri için mutluluk komasına girenler, mutluluk gözyaşları ve sıcak eller…
Yanlış anlaşılma ihtimali sebebiyle kelimelere küsenler, tenine yabancılaşıp elini nereye koyacağını bilemeyenler, sesine ayrılık notaları karışanlar, yüzünü hüzünle örtenler, gökdelen yalnızlığı ve soğuk eller…
Her gün bir mektubu solduranlar, bitimsiz bir avaza yuva olanlar, yapmakta olduğu şeyi yapmaya devam edip nedametten eriyen ama yine de kendini tekrarın cazibesinden kurtaramayanlar, uçurum dipleri ve kuytu köşeler…
Her sabah tanımadığı bir boşlukla uyanıp gün boyu sözkonusu boşluğu doldurmak için kendi çölünde Leyla’yı arayanlar, virane olmuş kalbine bakıp dününü yele veren hedefsiz yolculuklara pişman olanlar, taş hücreler ve kayıp ruhlar…
Kadıköy’de kaybettiğini Üsküdar’da arayanlar, içindeki keşkeleri çiçeğe duranlar, hayatı hep bir yol ayrımı olarak yaşayanlar, kendinden ayrıla ayrıla kendiliğinden kurtulacağını sananlar…
Duygularının altına dinamit yerleştirmeyi düşünenler, küçümseyici şefkat duygusuna maruz kalanlar, aynı acıklı yolcuğa bile isteye çıkanlar, taş hücreler ve tanıdık boşluklar…
Harf harf kendini biriktirmekten bıkanlar, aynada gördüğü yüze şaşkınlıkla bakanlar, suskunluğunun orta yerinden avazı çıktığı kadar bağırıp sesinin yankısının yüzlerde bıraktığı ize hayran olan egoistler…
Bir lambanın cılız ışığında sabahın gelmesini beklerken beynini yiyen, “Neden gitti?” sorusuna bir türlü cevap bulamayıp kendini duvardan duvara çarpanlar, bir kelime mezarlığında öldürdüğü harflerin yasını tutanlar…
Derdiniz derdimiz, Çaykolik’e bekleriz.
Adres: Gönül Coğrafyamız Kitap Kahve
Sultantepe Mh. Selmani Pak Cd. No: 47 Kat:5 ÜSKÜDAR