Bir türlü uyuyamıyordu. Kuş tüyü yastığa başını koyup en ortopedik yatağa yatmasına rağmen uykuya dalamıyordu. Sanki o rahat yatak gitmiş yerine çivili bir yatak gelmişti. Adeta rahatlık ona batıyordu. Çivili yataklara sakince yatan adamların halini anlamaya çalıştı, anlayamadı.
“Belki yatakta bir problem yoktur, problem pozisyonumdadır” diye düşündü bir an. Fakat sırayla bütün uyku pozisyonlarını denediği halde hiçbiri işe yaramadı. Nihayetinde bütün gece battaniyeyle güreşti, sürekli sağa sola dönerek epey efor sarf etti ama gözüne uyku girmedi. Sabah güneşin doğmasına yakın bir zamanda pes edip yataktan kalktı. Uykusunun kaçmaması için yüzünü bile yıkamadı. Hızlıca bir kahvaltı yapıyormuş gibi yapıp televizyonun başına geçti. Ekranda ne olduğunu önemsemiyordu, öylece bakıyordu sadece, uykusunu ekranda arıyordu.
Bir müddet sonra uykusunun geldiğini hissetti. Göz kapakları kendiliğinden kapanmaya başladı. “İşte bu!” dedi içinden, “Sonunda beklediğim an geldi.” Bu sevincini abartıp uykusunu kaçırmak istemiyordu. Bu yüzden uykusunu kaçırmadan ağır adımlarla odasına gidip kendini yatağa bıraktı. Yatağa temas ettiği an uykuya daldı. Çok geçmeden bir rüya gördü. Rüyasında bir türlü uyuyamıyordu. Ne yapıyorsa olmuyordu. Bu gördüğü rüya değil tam bir kâbustu. Bu kâbus, uykusunu yarıda kesti ve kıpkırmızı gözlerle çaresizce lavabonun yolunu tuttu.
Muhammet Emin Oyar
1 Yorum